GündemYatsı namazının vakti sabaha kadar uzamaz

Yatsı namazının vakti sabaha kadar uzamaz

20.07.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:

Diyanet İşleri Başkanlığı, 17 Temmuz 2013 tarihinde yayımladığı bildirisinde yatsı namazı vaktinin sabah namazına kadar uzadığını ve dört mezhebin bu konuda görüş birliği içinde olduğunu iddia ediyor ama bu iddia gerçeği yansıtmamaktadır

Yatsı namazının vakti sabaha kadar uzamaz

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 17 Temmuz 2013 tarihli Basın Açıklamasının, sabah namazı ve imsak vakti konusunda ne kadar yanlış ölçütler kullanıldığının itirafı niteliğinde olduğunu, dünkü yazımızda, ilgili ayet ve hadislerle ortaya koymuştuk. Bugün de Bildirinin yatsı namazı vakti ile ilgili bölümünü ele alacağız.

Yatsının son vakti
Diyanet İşleri Başkanlığı, yatsı namazı vaktinin sabah namazına kadar uzadığını ve dört mezhebin bu konuda görüş birliği içinde olduğunu iddia ediyor ama bu iddia; gerçeği yansıtmamaktadır.
Hanefî Mezhebinin görüşünü bize aktaran İmam Muhammed el-Kitab’da yatsı vaktinin gece yarısına kadar olduğunu söylemiştir. (Serahsî, el-Mebsût, Mısır l324/1906, c. I, s. 259)
Gece üç bölüme ayrılır; birincisi akşamın alacakaranlığı, üçüncüsü sabahın alacakaranlığıdır. Bu ikisinin arasındaki bölüme gecenin ortası veya yarısı denir.
İmam Şafii der ki; “Yatsının son vakti gecenin ilk üçte biri geçene kadardır. Gecenin bu bölümü geçince namazın vakti de geçer.” (Şafiî, el-Um, Beyrut 1393/1973, c. I, s. 74) Akşamın alacakaranlığında akşam ve yatsı namazları kılınır. Gecenin ortasının yatsı vaktinden sonra başladığını şu âyet açıkça gösterir:
“Müminler! Elinizin altındaki esirler ile henüz erginlik çağına girmemiş çocuklarınız üç vakitte; sabah namazından önce, öğlen dinlenmesinde elbisenizi çıkarınca, bir de yatsı namazından sonra yanınıza girerken sizden izin istesinler. Bunlar sizin çıplak olabileceğiniz üç vaktidir. Bunların dışında size de onlara da bir günah yoktur. Onlar sizin, siz onların çevresinde dönüp dolaşırsınız. Allah size ayetlerini böyle açıklar. Allah bilir, doğru karar verir.” (Nur 24/58)
Diyanet’in iddia ettiği gibi yatsı namazı sabaha kadar uzasaydı, yatsıdan sonra başlayıp sabah namazına kadar süren bir vakitten söz edilemezdi.
Şu âyet, yatsı namazının son vaktini bildirir: “Namazı... gecenin ğasaqına kadar... kıl.” (İsrâ 17/78)
Ğasq, serinlik anlamındadır. Akşamın alacakaranlığının bitmesiyle başlayan gecenin ortası serin olduğu için ayette ona “ğasaq’ul-leyl = gecenin serin vakti” denmiştir.

Allah’ın Elçisi’nin sözleri...
Konuyla ilgili bir ayet de şudur: “... ve gecenin zülfelerinde namazı kıl.” (Hûd, 11/114)
Gecenin zülfeleri, gündüze yakın vakitleridir. Yakınlık, gecenin karanlığı içinde gündüzün aydınlığının bulunmasıyla anlaşılır. Bu da akşamın ve sabahın alacakaranlıklarında olur. Allah’ın Elçisi şöyle demiştir:
“Cebrail Kâbe’nin yanında bana iki kere imamlık yaptı. Birincisinde... Güneşin battığı ve oruçlunun iftar ettiği saatte akşam namazını kıldırdı. (Birinci) Şafağın kaybolduğu saatte de yatsıyı kıldırdı... Cebrail ikinci kez imamlık yaptığında... Akşam namazını ilk günkü vaktinde kıldırdı. Sonra yatsı namazını gecenin üçte biri geçmekte olduğu sırada kıldırdı” (Ebu Davut salât 393, Tirmizî, Mevâkît, 1)
İmam Malik’e “Namazı gecenin üçte birine kadar geciktiriyorlar” diye sorulunca şöyle demiş: “Allah’ın elçisi sallallahu aleyhi ve sellem, Ebubekr ve Ömer yatsıyı bu kadar geciktirmemiştir”. (İmam Malik, el-Müdevvene, Dar’ul-kutub’il-ilmiyye, 1415 h./1994m. C. I, s. 156.)

Şafîîlerin konuya ilişkin görüşü
Daha sonra gelen Şafiîler, konu ile alakası olmayan şu hadise dayanarak yatsının vaktini sabaha kadar uzatmışlardır.
Ebu Katade’nin bildirdiğine göre Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem gece sabaha kadar bineği üzerinde yol almış, seher vaktinde inerek yatmış, beraberindekiler de yatmış, sırtına güneş vurunca uyanmış, biraz yol aldıktan sonra namazı kılmışlar. Öğlen namazını kılıp yola çıktıklarında ashab; namaz konusunda yaptıkları kusurun sonucunun ne olabileceğini fısıldaşırken onlara; “Ben size örnek değil miyim? Uykudayken kusur olmaz. Kusur, o namazı diğer namazın vakti gelinceye kadar geciktirmektir. Kim böyle bir durumla karşılaşırsa uyanınca namazını kılsın. Ertesi gün de tam vaktinde kılsın” demiş. (Müslim, Mesâcid 311 681)
Hâlbuki bu hadis, uyuyakaldıkları için kılamadıkları sabah namazının, öğlenden önce kılınması gerektiğini gösterir. Eğer o âlimlerin sözleri doğru olsa, sabah namazının öğlene kadar kılınmasına da fetva vermeleri gerekir.
Hanefîler ise şu hadise dayanarak yatsıyı sabaha kadar uzatmışlardır: “Yatsının sonu, fecr-i sadığın doğduğu vakittir.” (Serahsî, el-Mebsut, c. I, s. 145)
Hanefîler’den Mahmud b. Ahmed el-Aynî der ki: “Bu ifadelerle bize ulaşan bir hadis yoktur. Kitapları şerh edenlerin bu hadise dayanmaları ve hadisi Ebu Hureyre’ye mal etmeleri gerçekten çok şaşırtıcıdır. Böyle bir şey yoktur. (Mahmud b. Ahmed el-aynî, el-Binâye fî şerh’il-Hidâye, Dar’ul-fikr 1980/1400, c. I, s. 808.)

Haberin Devamı

KURAN’A SORALIM

Kur’ân’a göre, birden fazla anlama gelen bir kelimeyi, temelsiz birtakım gayelerle bir anlama tahvil etmeye tahrif denir. Bu, bilinçli ve kötü niyetle yapılan bir iştir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Şimdi bunların size inanmalarını mı bekliyorsunuz? Hâlbuki içlerinden bir grubu, Allah’ın sözünü dinlerler, ona akılları da yatar, yine de başka tarafa çekerler. Bunu bile bile yaparlar.” (Bakara 2/75)
Âyette, bir grubun Allah’ın kelamını duyup, onu anlayıp kavradıktan sonra bilerek onu tahrif ettiği bildirilmektedir. Burada, Allah’ın kelamına karşı bilinçli bir iş söz konusudur. Nitekim tahriften bahseden başka âyetlerde de (Nisâ 4/46; Mâide 5/13-41) tahrifin, kelimelerin yerleşik anlamı ile oynamak olduğu görülmektedir. Tahrif, anlam üzerinde bilinçli oynama anlamına geldiği için bu tür bir muamele Kur’ân için de geçerlidir. Kur’ân’ın kelimelerine, bilinçli olarak bütünlüğü ve âyetler arası irtibatları keserek farklı anlamlar vermek tahrif olur. Mesela cariyeler konusunda oluşturulan yanlış algı ve uygulamanın pek çok meale, nasıl yansıdığına dair şu örnek dikkat çekicicidir: “Eğer, (velisi olduğunuz) o yetimlere karşı hakka uygun davranamamaktan korkarsanız onları değil, hoşunuza giden başka kadınları iki, üç ve dörde kadar nikâhlayın; aralarında adaleti yerine getirememekten korkarsanız bir tek kadını veya eliniz altında olan cariyeyi nikâhlarsınız. Sıkıntıya düşmemeniz için en uygun olanı budur.” (Nisâ 4/3)

Kur’ân’a göre ‘tahrif’
Mealde geçen “veya eliniz altında olan cariyeyi nikâhlarsınız” ifadesindeki “nikâhlarsınız” kelimesi, nerdeyse tüm Kur’ân tercümelerinde “yetinin” şeklinde geçmektedir. Bu, cariyelerle nikâhsız ilişkinin olabileceğine dair oluşan geleneksel algının meallere yansımasının bir sonucudur. Oysa âyetin o kısmına “yetinin” şeklinde meal vermek, hem Kur’ân’ın ilgili âyetleri hem de Arap dili açısından mümkün görülmemektedir. Şayet bu bilinçli yapıldıysa yapılananın adı Kur’ân’a göre tahriftir.

Haberin Devamı

SORU CEVAP

Soru: Tutamadığım oruçların yerine bir fakire para vermem gerekir mi?

Cevap: Hastalık ve yolculuk dışında hiçbir özür oruç tutmamayı meşru kılmaz. Hasta ve yolcu olanlar da tutamadıkları oruçlarını Ramazandan sonra kaza etmekle mükelleftirler. Bunun yerine herhangi bir ödeme yapılamaz. Allah Teala şöyle buyurmuştur:
“Ramazan öyle bir aydır ki Kur’an o zaman indirilmiştir. O insanlara yol gösterir. Onda doğru yolun açık belgeleri vardır, iyiyi kötüden ayırır. Sizden kim bu aya erişirse onu oruçlu geçirsin. Kim de hasta olur veya yolculukta bulunursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutsun. Allah size kolaylık ister, zorluk istemez. Bu kolaylıkları, sayıyı tamamlamanız ve size yol gösterdiğine karşılık onu ululamanız için meşru kılmıştır; ola ki şükredersiniz.” (Bakara, 2/185)

Haberin Devamı

Sorularınız için mail adresimiz: fetva@suleymaniyevakfi.org
Süleymaniye Vakfı imsakiyesine şu adresten ulaşabilirsiniz: http://www.suleymaniyevakfi.org

Temel dini bilgiler

Namaz ne demektir?

Namaz dilimize Farsça’dan geçmiştir. Arapça’sı “salât”tır. Salât sözlükte, “ateş karşısında kızarmak”, ‘‘dua etmek’, ‘ibadet etmek’, ‘bağışlanma dilemek’, “yardım etmek” gibi manalara gelir. Namaz kılan kişi, ateşte pişer gibi hem nefsini terbiye edip olgunlaştırır hem de yaratıcısından dua ve isteklerde bulunur. Ayetlerde şöyle buyrulur: “Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir. (Bakara, 153) “Sana vahyedilen kitaba uy ve o namazı kıl. Şurası kesindir ki namaz kötü ve çirkin davranışlardan alıkoyar.” (Ankebut, 45)
Namaz terim olarak “tekbirle başlayıp selamla son bulan, kıyam, kıraat, rüku, secde, son oturuş gibi belirli hareket ve sözlerden oluşan bedeni ibadete” denir.
Geçmiş ümmetler namazla sorumlu muydu?
Adem’den başlamak üzere tüm insanlık namazla sorumlu tutulmuştur. Kur’an’da geçmiş peygamberlerin hayatlarından bahsedilen bölümlerde namaz da yer alır.
Hz. İsa ile ilgili bir ayet şöyledir: İsa şöyle demiştir: Nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti.” (Meryem, 31)
Yahudi ve Hıristiyanlardan uymaları istenilenle ilgili Kur’an’da şöyle denir:
“Ehl-i kitap, kendilerine o beyine (Kur’an) gelinceye kadar bölünüp parçalanmamıştı. Hâlbuki onlara emredilen şey sadece şu idi: Doğrudan doğruya yalnız Allah’a boyun eğerek ondan başkasına kul olmayın, namazı dosdoğru kılın ve zekâtı verin. İşte sağlam din budur.” (Beyyine, 4-5).

Haberin Devamı

Doğru bildiğimiz yanlışlar

Haberin Devamı

Kerâmet Nedir?
Kerâmet, değerli olmak demektir. Allah Teâlâ insanı değerli (kerâmetli) yarattığını ve birçok şeyi onun emrine verdiğini bildirmiştir. Bir âyet şöyledir: “Âdemoğullarını değerli (kerâmetli) kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Onlara temiz ve lezzetli rızıklar verdik. Yarattığımız birçok şeyden de üstün kıldık. (İsrâ 17/70)
Kerâmet deyince, nebîlere verilen bazı mucizeler gibi olağanüstü şeyler kastedilir. Bu doğru değildir. Nebilerin, elçilik (rasullük) görevleri vardır. Böyle bir göreve getirilen kişide yalnız Allah’ın verebileceği bir belge olmalıdır. Buna mucize denir. Yoksa herkes nebîlik iddiasında bulunmaya başlar.
Ancak Allah’ın veliliği veya evliyalık diye bir unvan ve görev yoktur. Her mümin Allah’ın velisidir. İman kalpte olduğundan kimin Allah’ın velisi yani gerçek mümin olduğunu Allah’tan başkası bilemez. Allah şöyle buyurur: “ÖAllah katında en kerim (kerâmetli) olanınız takvası en iyi olanınızdır.” (Hucurat 49/13)
Kerâmet iddiasında bulunanlar Allah’ın onları, dünyada kayırdığına, Ahirette de kayıracağına inandıklarından kendilerini üstün görürler. Yalan yığınına dönüştürülen kerâmet anlayışını bırakıp ölene kadar yalnız Allah’a kulluk etmek gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “O açık gerçek (ölüm) gelene kadar Rabbine kul olmaya devam et.” (Hicr 15/99)

Günün Âyeti

İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla
“Başkalarının malıyla artsın diye faize yatırdığınız para Allah’ın yanında artmış olmaz. Ancak Allah’ın dilediğini elde etmek için verdiğiniz zekat böyle değildir. Mallarını kat kat artıranlar işte bunlardır.” (Rûm 30/39)