06.12.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:
FBir yanda Cezayir'in kutsal şarkılarını dillendiren Aichi diğer yanda Kuzey Afrikalı Dhafer Youssef. Tunuslu sanatçı 'Elektrik Sufi' projesiyle orada. Bulgaristan'ın ünlü Pravoslavic korosu ise, Ortodoks ve Katolik ilahilerle sahne alıyor. Tatar ve Iraklı Türkmen sanatçılar, halklarının dinsel müziklerini yansıtmak üzere katılımcılar arasında. Bunlara Türkiye'den de Mevlevi ayinlerini, Bektaşi zikirlerini tanıtmak üzere ev sahibi topluluklar ekleniyor.
Bu haliyle Mistik Müzik Festivali, 'mistisizm'in farklı kültürlerdeki 'armonik' zenginliğini sergilemeyi amaçlıyor. Ancak bunu yaparken, onyıllardır bu toplumdan dışlanmış bir dinsel-geleneksel kurum olan 'tarikat'ın, sessiz-sedasız hayata dönmesine de aracılık yapıyor! Çünkü, konuya az-çok aşina olan herkesin bileceği gibi, mistik olana ilginin, yaşadığımız coğrafyadaki kurumsal karşılığıdır tarikatlar.
Yasaklı gerçeklik
Tarikat ise, Türkiye'nin 'yasaklı bir gerçekliği'. Bu durumda Festival, yasaklanmış kurumların müziğini sergiliyor demektir.
Türkiye'de hanidir gözlemlenen, ama üzerinde düşünülmeyen bir noktadır bu. Televizyonlarda yayınlanan İnanç Dünyası veya İftara Doğru programlarında sıklıkla yer verilen tasavvuf müziği, esasen tarikat dünyasına aitti. Bu müzik, tarikatın temel etkinliği olan zikir törenlerinin yapı taşını oluşturur. Şimdi Cemal Reşit Rey'de sahnelenen 'mistik müziğin İslamcası'nın esas icra edildiği yer, tarikat meclisleriydi.
Cumhuriyet'Eski'yi temsil eden tarikatların, yeni hayatın içinde yarardan çok zarar getireceği kanısıyla, onların toplumsal etkinliklerine son verse de, varlıklarını ortadan kaldıramadı. Özellikle Mevlevilik, Cerrahilik, Bektaşilik gibi, muhalif-siyasal enerjisi düşük tarikatlar, kültürel (hatta 'turistik' de denebilir) motivasyonla toplum önünde olmayı sürdürdüler.
Buna popüler müzik alanından girişimler de eşlik etti. Okay Temiz'den MFÖ'ye, Birol Yayla-Şenol Filiz'den Tuluyhan Uğurlu'ya ve Mercan Dede'ye kadar, tasavvuf müziğinden beslenen, esinlenen, sentezlenen bir müzik arayışındaki sanatçılar oldu.
Müziği kaldı yadigâr
Şimdi gerçekleştirilen Mistik Müzik Festivali de resmen 'yasaklı' olan tarikatın 'müzikal' etkinliğinin, kültür endüstrisi tarafından 'yararlı' kılınmasının en güncel örneği sayılabilir. Festivalde izlediğimiz, tasavvufi tınıları cazla birleştiren ve kendi tarzını 'Electric Sufi' olarak tanımlayan Youssef'in de tarikat erbabının 'elektronik' halini temsil ettiği söylenebilir. Müziğinin kökleri sufi geleneğine dayanan sanatçı ve ekibi, elektronik Batı enstrümanları eşliğinde günümüz müzik trendlerini bir Doğu-Batı karışımında yansıtmaya çalışıyor.
'Modern Endüstri Çağı'nın dünyada kıyıya, Türkiye'de ise yer altına ittiği dinsel etkinlikler, 'Elektronik Çağı'nda zamana uyarlı biçimde sesini duyuruyor. Üstelik geleneksel dergâhlar yerine modern salonlarda! Bektaşi tekkelerinde okunan ilahiler, Mevlevi ayinlerinde dönülen semahlar, 'dünya mistisizmi'nin spektaküler bir etkinliği içinde kendilerini ifade imkânı buluyor. Tarikatın 'hem kendisi hem adı' gitse de, müziği yadigâr kalmaya devam ediyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu'nun Genel Yönetmeni Ahmet Özhan, mistik müzik, tasavvuf, tarikat ve Türkiye ilişkisi üzerine sorularımızı yanıtladı.
Tasavvuf müziği, kapatılan tekke ve zaviyelerin ritüeline, zikirlere eşlik eden bir musiki. Halvetilerde 'devran', Rıfailerde 'kıyam', Mevlevilerde ise 'sema'. Bu formatlara eşlik eden bir musiki. Zamanımızda böyle kurumların, ortamların olmayışından dolayı, sahneye konser olarak çıkıyor. Mekânların olmayışından kaynaklanan bir durum. Konser salonları bunun sonucu.
Mantık olarak öyle, ama bunun tekrar ortaya konmasında hiçbir siyasi gerekçe söz konusu değil. Amaç insanın yararlanması. İnsanlar bundan mahrum kalıyor ki bu, ekmek-sudan sonra en gereksinim duyduğumuz motivasyon. Bundan mahrum kalmamız bir kültür adamı olarak bizi rahatsız ediyor.
Ben yurt dışında aynı sahneyi bir çok mistik grupla paylaşmış, birlikte icra yapmış bir Türk sanatçısıyım. Emin olun bizdeki klasisizm, ince estetik, duyguyu açığa çıkarıştaki nezaket, başka hiçbir kültür algılamasında yok.
Bu sadece bir kurumun varlığıyla izah edilebilecek bir şey değil. Bu ekonomik, sosyokültürel şartlarla da çok örtüşen bir şey. Ama işin idealine baktığınızda, bu düşünüş ve yaşama biçimiyle ilgilenen insanların çok donanımlı, entelektüel, paylaşan ve üreten insanlar olması gerekir. Bu noktadan baktığınızda tabii ki o kurumlar bunu destekleyici bir üretim içerisinde olsalar idi, bugün dünyaya yön verir hale gelirlerdi. Bir ülkede 100 dergâh varsa 100 de Yunus var, Mevlana var diye düşünürseniz, o dünya cennet olur.
POPULER KÜLTÜR
Çağımız Timsah çağı
Bu işte büyük bir yalnızlık var!
Çağımız Timsah çağı
Sufilik artık elektronik!..
"Sevmek? Aklıma gelmemişti!"
Pravda'nın arka sayfa güzeli
Michael'ın küçülen yüzü, yiten burnu
Zaman ve tarih
Şiddet eğiliminin nedeni öfke
POPUN YARIM ASRI : 1960