Kültür SanatAksoy’un ardından

Aksoy’un ardından

27.01.2008 - 00:00 | Son Güncellenme:

Zeynep Yasa Yaman, kısa süre önce yitirdiğimiz Fahir Aksoy’un sanatını Milliyet okurları için kaleme aldı

Aksoy’un ardından
KONUK YAZAR / Zeynep Yasa Yaman

Fahir Aksoy’un Türkiye’nin modern sanat tarihi içinde daha henüz  yazılmamış bir önemi olduğunu düşünüyorum.
3 Ocak’ta yitirdiğimiz Aksoy, eğitimi, gazeteciliği, dergi yayımcılığı, muhabirliği, sanat ve öykü yazarlığı, sohbetleri ile Türk kültür yaşamında önemli bir yer tutuyor. Ama ben kendisiyle geçirilmiş saatlere, yaşanmışlıklara sahip değilim, ölümünün ardından sizlere aktaracak önemli  anılarım yok. Bir Ankaralı olarak, Ankara Sanat Sevenler Derneği ile bütünleşmiş görkemli sureti, sesi, Atatürk Bulvarı’ndaki yürüyüşü var gözümün önünde hayal meyal, küçüklükten.

Haberin Devamı

İnce ve titiz bir işçilik
II. Dünya Savaşı sonrasında dünyada olduğu gibi  bizde de modern sanatın önemsemediği naif / otodidakt yapıtlara, çocuk yaratıcılığına duyulan merak, akademi dışı oluşumlar; karşı duruşlar önem kazanırken 'soyut sanat’, 'halk sanatı’, 'köylü sanatı' benzeri konular biçimci / formalist değerlendirmelerin dışarıda tuttuğu 'ötekiler’e duyulan ilgiyi artırdı.
Çizgi beceriksizliği, perspektif  ve anatomi yoksunluğu / çarpıklığı, yüzeye bağlılık, saf renge duyulan sevgi, ince / titiz bir işçilik, ayrıntıcılık ve ayrıntı saplantısı; akademik öğretiye ters düşmesine karşın gerçeklikle ve doğa ile ilişki kurma isteğine dayalı  tüm bu yaratım ilkeleri 1950’lerden başlayarak Aksoy’u da kuşatmış görünmektedir.
Sanat eleştirmeni Roger Cardinal’in 1972’de öne sürdüğü “Outsider Art (Art Brut)” kavramı, 20. yüzyıl sanatçılarının ve eleştirmenlerinin yüzyılın başındaki modernist sanat çevrelerine bir tür 'karşı koyma devinimi’ olarak da görülmektedir.
Erken 20. yüzyılın kübizm, fütürizm, konstrüktivizm gibi sanat akımlarının geçmişin dramatik olgularından, kültürel kodlamalarından uzaklaşan ve hatta daha da ileri giderek hazır haldeki nesnelerin varoluşundaki anlamı yeniden bağlamlandırarak 'ressamca’ resimleme tekniklerini anlamsızlaştıran Marcel Duchamp gibi Dadaist yaklaşımların görmezden geldiği bu dışarıda bırakılmış sanat olgusu, II. Dünya Savaşı ve sonrasında değer kazandı.
Savaş ve sonrasının modernizm krizi, modern sanat dışındaki sanatsal yaratımın anlamının, varlıksal gücünün ve 'sanat yapma isteği’nin bir uğraş olarak işlevselliğinin yeniden gözden geçirilmesini sağladı.
20. yüzyılın ortalarında 'öteki’ gelenek ve kültürlerdeki yaratıcılığın, düş gücünün önemsenmesi, ilkel toplumların, çocukların, akademik eğitim almamış kişilerin modern dışı yaratımlarının değerlendirilmesi, saf aklın ürettiği biricik / özgün yapıt karşısında naif sanatçının 'taklit’ etme, gerçeği kavrama ve benzetme isteğindeki 'farklılık’ta saklı yaratıcılığın görmezden gelinemeyeceğine işaret etti.

Haberin Devamı
Naif bir bakışla boyadı
Modern sanat çevreni (perspektif, ufuk) gibi erken Cumhuriyet dönemi sanatının da yöneldiği 'resmi’ kurumlaşmaların, ana eğilimlerin sınırları dışında var olmuş naif duyarlılıklar, 1950’lerden itibaren 'diğer’ ve 'küçük’ anlatılarla birlikte değerlendirmeye tabi tutuldu.
Kendisi de bir otodidakt / naif olan Fahir Aksoy, tam da bu süreçte halk, Bektaşi, Mevlevi sanatlarına dair çalışmalar, belgeseller, danışmanlıklar gerçekleştirdi, filmler ve resimler yaptı. Yaşadığı çevreyi, doğayı, kenti, kasabayı, mekanları, olayları naif bir bakışla boyadı. Naif sanatı, sanat tarihi ve estetik tarihi  içinde düşündü ve yazdı.
1990’da Ak Yayınları, Kültür ve Sanat Kitapları dizisinden çıkan “Naif Sanat ve Türk Naifleri’ kitabında Aksoy, “Estetik ve Gerçeklik Açısından İnsite Sanata Yaklaşım” başlığı altında, 'naif sanat’ sorunsalını estetik ve gerçeklik açısından Platon, Aristoteles, Baumgarten ve  Kant’a ulaşan bir eksende tartışır.

Resmin hesabını vermek
Modern bilimsel estetiğin kurucusu Kant’ın çizdiği sınırları sorgulayan, yeni görüş ve öneriler getiren Hegel, Marks, Leibniz, Kagan, Ziss, Lukacs, vd. düşünürlerle hesaplaşmaya girişir. Kısaca Aksoy, yaptığı resmin hesabını vermeye çalışır. Türkiye’de, çoğunluğunu formalist sanatçı yazarların, kendi sanat anlayışları doğrultusunda  oluşturduğu bir okumayla klişeleştirdiği modern sanat tarihi yazımını yeniden düşünme ve sorgulama gerekliliği Aksoy’la bir kez daha gündeme getirilebilir.
 “Oktay Rifat, bir şiirinde 'Hatıralar da dal istiyor/ Kuşlar gibi konacak’ der. Artık çoklukla, hatıralar, Ölüm Ağacı’nın dallarına konuyorlar. Ölümler, taşıyor hatıraları...” diye başlamış Hilmi Yavuz, 9 Ocak 2008 tarihli “Fahir Aksoy İçin” başlıklı yazısına. Ben de hatırlatmak istedim.