Filiz Aygündüz
Uzmanlar deprem sonrası yaşadığımız stresin ardından, bugünlerde libidoyu yaşam enerjisine yönlendirip aşkla ilgili sorularla haşır neşir olmamızı öneriyor. İşte iki şair: Yılmaz Odabaşı ve Ataol Behramoğlu da, birbirlerinden habersiz kaleme aldıkları iki şiirde, tematik değişimlere direnen en değişmez tema olan aşkı "Kaç kişiliktir?" sorusuyla irdeliyorlar.
İnsanlar, 17 Ağustos depremiyle birlikte ortaya çıkan post travmatik stresin getirdiği sorunlarla uğraşırken `aşk'tan kime ne?' diye düşünüyor olabilirsiniz. Ama uzmanlar böyle düşünmüyor! Psikolog Sevhan Akben'e göre "Aslında şimdi tam aşk zamanı!" Depremin yaralarını manevi açıdan sarmak adına aşkın büyük güç olduğunu söyleyen Psikolog Sevhan Akben'in görüşleri şöyle:
"Freudyen analitik teoride libidonun iki yönlü işlevi vardır: Biri ölümü ve öldürmeyi içeren yıkıcı içgüdü, diğeri yaşam enerjisi de diyebileceğimiz yapıcı içgüdü. Depremle birlikte ölüm içgüdümüz güçlendi. Aşk, yaşama içgüdümüzü çoğaltıp, panik ve endişelerimizin nispeten azalmasına neden olur. Aşık olunduğunda, kişiler yapıcı enerjilerini birbirlerine aktarır. Bu enerji katlanarak büyür. İnsanlar kendilerini aşka kapamamalılar. Belki de şu ara sevgiye ve aşka her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Aşkla birlikte deprem korkusunu yenip geleceğe umutla bakmanın önünü açmış oluruz."
Belki de gerçekten libidoyu yaşam enerjisine yönlendirip aşk'la, aşka ait sorularla haşır neşir olma zamanıdır. "Depremle yaşamayı öğrenmek" için, önce
kendi içimizdeki depremlerle başa çıkmayı öğrenmemiz gerekir belki de... Aşk da onlardan biri olduğuna, korku ve endişeleri tolere edebilmenin yolu, yaşama içgüdüsünden geçtiğine ve aşk bu içgüdüyü palazladığına göre...
İşte bugünlerde iki şair, iki şiirle, aşk'ın en çok tartışılan sorularından birine yanıt arıyor: Aşk kaç kişiliktir?
"Tek kişiliktir" diyor Yılmaz Odabaşı:
"Tek kişilik kalabalıktır aşk.
aşk tek kişiliktir; ikinci kişiye bilet yoktur.
kendinin yayasıdır aşkta ikinci kişi, kendinin mayası;
herkes kendi sevgisini sever..."
Ataol Behramoğlu ise aşkın iki kişilik olduğunu yazıyor dizelerinde. Şaire göre ölümdür tek başına yaşanan... Ölümü ise şöyle anlatıyor :
"Değişir yönü rüzgarın
Solar ansızın yapraklar;
Şaşırır yolunu denizde gemi
Boşuna bir liman arar;
Gülüşü bir yabancının
Çalmıştır senden sevdiğini;
İçinde biriken zehir
Sadece kendini öldürecektir"
Ve ekliyor:
"Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir."
Yirminci yüzyılın
son yazını, saniyeler içinde "insan olmak"tan "enkaz olma"ya giden talihsiz bir yolculuğu izleyerek kapattık. "Görece" kavramı, bireysel ve kurumsal kimliklerde ifade ettiği anlamları bütün karmaşasıyla yaşadı. Şimdi ise iki şairin, aşka bakışında sürdürüyor hükmünü... Ama bir şey çok net: Kaç kişilik olursa olsun, aşk insanın içindeki yaşamı ateşliyor. İş ki beyinde başlayan harı dışarı çıkarmaya cesaret edebilelim. İçsel depremleri göze alabilene bazen bir
telefon uzaklığında olan, en yarınsız gözükenlerin yarınsızlığında bile yepyeni ve daha öncekilere hiç benzemeyen "yarın"lar vadeden aşkı bekletmemeli!