Özden Çetin
Sevgiliye yazılan her mektup tutkuyla dile gelir. Bu çok özel ve güzel yazı türü çeşitli kereler kitaplara konu oldu. (Yani yıllar geçince mektubu okuyan yalnızca 'O' olmuyor. Malum her aşk dikizlenebilir, her aşk kamuya maledilebilir.) Ölümsüz aşkların kanıtları olan; tutku, itiraf, sevecenlik, şefkat ya da şehvet, aşkın binbir halini anlatan o mektuplar yüzyılları aşıp bu günlere aktı. Bir yenisi de Ronald Tamlin'in derlemesi ve Şemsa Yeğin'in çevirisiyle Doğan Yayınları'ndan çıkan 'Aşk Mektupları' olarak.
İki kişi arasında gidip gelen bir sürü denge üstüne kurulu aşkların herbirinin sırrına vakıf olmak için, mektuplara gözatmak iyi bir yol. Çünkü herbir mektup yazanın en denetimsiz, en coşkun, en şiddetli ya da en hırçın anının harika bir dışavurumu. O mektubu yazan her ne olursa olsun, isyankar bir devrimci, kral, ozan, soylu, işçi, serüven düşkünü, artist her kim olursa, kağıt ve kalem önünde yalnızca bir duygu yumağından ibaret. Ayrılık, ihanet, pişmanlık, isyan, özlem, arzu. İçinde asla sükunet ve tevekkül taşımayan, bir sürü yüksek duygu durumu. Müsekkini yalnızca karşı taraf olan iki kişilik bir delilik. "Yara tutkumun yarasıdır ve ona olan aşkımın yarattığı ısdırap. Beni iyileştirebilecek tek insan darbeyi indiren kişidir" der Joseph Campbell. Aşk hakikaten bir darbe midir?
Gelmiş geçmiş en tutkun aşklardan biri olan Napolyon ve Josephin'e bakalım. Savaşta müthiş usta ve hesaplı, gönül işlerinde fazlasıyla romantik olan Napolyon daha ilk görüşte, bir başkasının sevgilisi ve dul bir kadın olan Josephine'e tutulmuştu. Evlendiler. Kadın ondan 6 yaş büyüktü, 33'ünde. "Onu görmeliyim, yüreğime bastırmalıyım, onu çılgınlık ölçüsünde seviyorum. Artık beni sevmiyor olsa yeryüzünde hiçbirşeyim kalmaz" diyordu. Karısı neredeyse bütün seferlere katıldı ve 1804'de imparatoriçe olarak taç giydi. 1797 baharında şöyle yazmış Napolyon: "Artık sizi sevmiyorum, tersine nefret ediyorum sizden. Bir cadısınız siz, tam anlamıyla yoldan çıkmış gerçek bir Sindirellasınız. Sizi sadık sevgilinize yazmaya vakit bulmaktan alıkoyacak denli yaşamsal bir uğraş içinde misiniz? Bakın, söylüyorum Josephine; güzel bir gece kapılar kırılacak ve karşınızda beni göreceksiniz. Çok yakında sizi kollarıma almayı, sizi ekvator güneşi gibi kavurucu bir milyon buseye boğmayı ümit ediyorum." Hırçın ve ateşli bir aşık şu Napolyon. Durum böyleyken 1809'da boşandılar, birkaç yıl sonra da Josephine öldü zaten. Napolyon'un Josephine'den yedi yıl sonra ölene dek, onun mezarından topladığı taze menekşeleri bir madalyon gibi boynunda taşıdığı bilinir.
Bir bakış ya da öpüş boyutsuzdur belki. Ama mektup aşkın üç boyutlu ifadesidir. Aşkı ifade yollarının en kalıcısı. En azından, sonra durum ne olursa olsun, aşk mektuplarını yokeden bir kişi bile yoktur herhalde. İyi ki. Yoksa böyle bir 'güzel yazın' türünden mahrum kalırdık. Söz tutkulu aşk mektuplarından açılmışken Beethoven'dan "Ölümsüz Sevgili"ye yazılanlara bakalım bir de. Ludwig van Beethoven hiç evlenmedi ama ciddiye aldığı bilinen en az üç kadın vardı. 1827'de ölümünden sonra çekmecesinde üç bölüm halinde yazılmış bir mektup bulundu. Mektup "Ölümsüz Sevgili"ye yazılmıştı, ama anlaşıldığı kadarıyla hiç gönderilmemişti. "Yataktayken bile düşüncelerim üzerinize üşüşüyor ezeli sevgilim, zaman zaman sevgiyle sonra yine üzüntüyle yazgının duamızı işitmesini bekliyorum; yaşama göğüs germek için ya tümüyle birlikte sizinle yaşamalıyım ya da sizi hiç görmemeliyim. Evet, kollarınızda uçup, bağrınızda gerçek yuvamı bulduğumu söyleyene ve kollarınız arasında ruhumu kutsal ruhlar alemine sürüklenmeye bırakana dek yaban ellerde bir avare olmaya karar verdim. Sakin olun, beni sevin." 1811'de yazılmış. Ölümsüz Sevgili'nin kim olduğu hiç anlaşılmadı ama bütün ihtimaller arasında en güçlü aday Antonie Brentena idi. Evliydi ve bestecinin yakın arkadaşıydı. Bu mektubu almamış olması ise tam bir şanssızlık ve haksızlık doğrusu, neyse! Bu konu romantik bir
bilmece olarak kaldı.
Bir de kadınların yazdığı mektuplara bakalım. 9. yüzyılda Japon Prenses'ten aşığı Narihira'ya yazdığı şu dizeye... "Narihira, Dün gece ben de / Huzursuz bir yüreğin / Karanlıklarında yitik dolaştım / Düş müydü yoksa gerçek mi / Gel bu gece anlayalım" Kadınlar galiba yüzyıllardır, gayet cüretkar ve bir o kadar davetkar mektuplarında.
Aşk Mektupları kitabında yüzyıllar öncesinden bugüne uzanan 34 aşk mektubu var. Tutku, ihanet, sevinç, kıskançlık, özlem sözcükleriyle dile gelmiş onca mektupta ortak bir tek sonuç yok. İnsan sayısı kadar çok hali olan bu duygunun tek bir ortak yanı olamaz zaten, en büyük yükseltici güç olmasından gayrı.
Kimbilir, belki de en güzel aşk mektubu hiç yazılmamış olandır.
Yoksa sizin, ne yazdığınız ne de aldığınız bir tek aşk mektubunuz bile yok mu?