Hiçbiryerde"de başrolü kimseyle paylaşmadınız! Böyle bir teklif geldiğinde nasıl oldu tepkiniz. Sevindiniz mi, korktunuz mu?İkisi de. Hem çok sevindim hem çok korktum. Bu çok güzel bir mücadele. Filmin içinde dikkati koparmadan ve o matematiksel grafiği çizerek sürdürmek benim için hoş bir deneyim olacaktı. Tiyatroda bunu çok yapıyoruz ama sinemada çok daha iyi matematiğini hesaplamak zorundasınız, çünkü çok karışık. Biliyorsunuz baştan çok iyi kurmak gerek duygusal grafiğini. Gerçekten yönetmenle yaklaşımımız tutuyordu. Karakterin bütün duygusal tepkileri konusunda hemfikirdik. Olayları algılayış biçimi ve onlara verdiği tepkiler konusunda çok örtüştük. Dolayısıyla bütün bu çalışmalar aşamasında ben düşündüklerimin sağlamasını onunla yapıyordum, "Demek ki doğru yoldayım" diye. O da bir şekilde bana bakarak düşündüklerinin sağlamasını yapıyordu. Çok güzel geçti çalışmamız. Korkutuğum gibi olmadı, aksine çok zevkli geçti.
Çekim sürecinde sizi zorlayan etkenler olmadı mı? Yolculuk, mekân değişimi. Hayır, olmadı. İlginç bir şey: Ben başta çok çekindim. 40 gün çekim, her sahnede varım, acaba yorulacak mıyım, Mardin’de ne yapacağım, o yolculuk nasıl geçecek -çünkü ben bir tren kazası geçirmiştim, onun korkusuyla bir daha trene binmemiştim diye çok korkuyordum. Ama film başladı ve gitti, bitti. O kadar yumuşak bir süreçti. Çok kaptırdım kendimi. Her anında filmin içindeydim. Sanki 40 gün kendi yaşamımdan çıktım, Zuhal’in yaşamı durdu, 40 gün kadar bir yerlerde bekledi. Filmin içine girdim derken Şükran olmadım, tabii. Ama Şükran karakterini oynarken, set, yapımcı, arkadaşlarımla tamamen onun atmosferinde yaşadım. Bu denli yoğun bir şey her zaman olmaz. Bir de yıllar önce "Gecenin Öteki Yüzü"nde yaşamıştım.
Şükran’ın özdeşleşebildiğiniz yönleri var mı?Ben karakterle özdeşleştim diyemem. Şöyle bir şey bu karakteri çok iyi anlamaya çalıştım. Ve anladığımı zannediyorum. Empati kurdum. Onunla birlikte gerçekten acı çektiğim anlar oldu. Ama hiçbir zaman Şükran olmadım. Öyle bir şey olmamasında fayda var. Oynadığınız karakteri çok iyi hissedip zaman zaman kendiniz kadar onun içine girmenizde fayda var, ama bir problem çjzmek gibidir bir karakteri tanımak. Hep mesafeli durup o mesafeden yaptığınız ya da yapacağınız şeylere bakmanız lazım. Yoksa ağlayan, bağıran bir kadın olur. Ya da Zuhal olarak vereceğim tepkiler neyse onu veren bir kadın olur. Biz, bir durumu başkalarına anlatmak zorundayız. Hissettiklerinizi, hissetmekle kalmayacaksınız bir yerlere geçireceksiniz. O geçirme aşamasında çok matematiksel, çok düşünerek hareket etmek lazım. Sinemada yönetmene teslim oluyorsunuz, onun gösterdiği, işaret ettiği yönlerde ona yardımcı oluyorsunuz.
Çekimin ilk günlerinde yönetmenle çok anlaştığımızı fark ettim. Ondan sonra da müthiş bir güven geldi. Çünkü yönetmene güvenmek gerçekten çok önemli. Zaman zaman içine girerek, zaman zaman mesafeleri koruyarak Şükran ile birlikte bu yolculuğu tamamladık.
Tayfun Pirselimoğlu ile yeniden çalışmayı düşünür müsünüz?Tabii, seve seve. Tayfun çok iyi bir yönetmen. Sette genel tavrı açısından da çok rahatlatıcı. Lüzumsuz gerginlikler yaratmayan, çok profesyonel davranan, sakin... Ama sakinlikten de iç tempoyu düşürmeyi kastetmiyorum!
Oyununuz çok beğenildi. Siz ne düşünüyorsunuz?Beğendim. Rolü doğru yorumlamış olduğumu gördüm, öyle söyleyeyim. Çok doğru, çok dozunda olduğunu düşünüyorum. Bıçak sırtı bir ruh hali içinnde Şükran, bunun birazcık fazla altını çizmek, onu merhamet dilenen bir noktaya getirebilirdi ki asla böyle biri değil Şükran karakteri. Tam tersine başından sonuna kadar oğlunun bir şeklide hâlâ hayatta olduğuna ve onu bulacağına inanarak o kadar inatla gidiyor. Her şeye rağmen, bütün olumsuzlukları inkâr ediyor ve onun yaşadığına inanıyor. Bu kadar inanmış bir insanın birkaç çözüldüğü an var...
Bu filmden önce ve sonra kayıp annelerine bakışınızda farklılık var mı?Hayır, yok. Ben bundan önce de durumun vahametinin farkındaydım. Birini kaybetmek çok klostrofobik bir duygu. Ben bunu çok iyi bilirim kapalı yerde kalmanın çaresizliğini. Hiçbir şey yapamıyorsunuz, hiçbir yere gidemiyorsunuz. Bu çok korkutucu bir duygu. Film boyunca ister istemez bunu çok yoğun hissettim. Gerçekten katlanılması çok zor. Asıl dehşet verici olan insanların bunu kanıksamış olması. İki tane pop starın birbirleriyle kavgalarının hangi boyutta olduğuna ilişkin ayrıntılı bilgiye herkes sahip. Ama kayıplarla ilgili
bilgi sorduğunuzda insanların çok fazla haberi yok. Bence vahim olan bu.
Artık Cumartesi Anneleri’ne oturma eylemi yapma izni bile verilmiyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?Zaten hiçbir zaman onların eylemlerine "Aa, ne güzel hoşgeldiniz, buyrun eylem yapın," diye yaklaşılmadı. Sanatın, sanatçının görevi burada çok önemli. Sanatın çarpıcı, düşündürücü, didikleyici gücü burada çok daha yoğun biçimde devreye girmeli. Dikkat ederseniz ‘sanatın’ diyorum, bu konuları ele alan yetersiz ve kötü işlerin hiçbir faydası yok. Binlerce haberin, binlerce eylemin yapamadığını çok çarpıcı, sanat değeri olan bir filmle, bir kitapla yapabilirsiniz. İnsanların, sanatçıların bu ülkenin sanatçısı olduğunu hissetmeleri gerekiyor. Hiç kimseye bunu dikte ettiremezsiniz, bu sanatın ruhuna aykırı ama sanıyorum biraz daha sorumlu davranmamız gerekiyor.
Bu kadar inandığınız bir işi yaptığınızı düşünürken ilk gelen sansür haberi sizi nasıl etkiledi?Feciydi. Çok üzüldük, çok sinirlendik. Şaşkınlık, kızgınlık... Şaşırmadık aslında, beklenen bir şey, ama üzüntü ağır bastı. Sonra Allahtan sağduyu ağır bastı. Ama hâlâ bu gerçeğin yanı başımızda durduğunu görmezden gelemeyiz. Böyle bir ortamda sanat ne kadar yeşerir ki, ne kadar özgür olabilir ki?
"Hiçbiryerde"yi geride bırakırsak, yeni sezon açılıyor. Projeleriniz neler?Haluk Bilginer ile Nisan’da
Oyun Atölyesi’ni açtık. Ben "Siyah Beyaz" diye bir dinletiyle Haluk da "Ermişler ya da Günahkârlar" adlı oyunla başladı. Her ikisini de 2003 başına dek sürdüreceğiz. Sonra ben yeni bir oyunun provalarına başlayacağım. Ama hangisi olacağı belli değil.
Sinema projesi var mı?Sinema yok. Ama Haluk ile birlikte bir televizyon şovu hazırlıyoruz. Ti - Show diye. Cumartesi akşamları ATV’de ana
haber bülteni sonrası yayınlanacak. İçinde beşer onar dakikalık, dört beş sitcom’un, müzikal bölümlerin olduğu bir eğlence programı olacak. İki temel sitcom’umumuz var. Biri Uğursuzgiller biri de Gelecek Ailesi. İlki tamamı hırsız ve dolandırıcılardan oluşan bir aile. Diğeri geleceğin Türk ailesi! Can Barslan ile Atilla Atalay yazıyorlar. Altı yedi kişilik bir oyuncu kadromuz var. Müziği Aykut Gürel yapıyor. 28 Eylül’de başlıyoruz.