Kültür SanatEnis Batur’un engin dünyası

Enis Batur’un engin dünyası

05.01.2011 - 17:46 | Son Güncellenme:

Enis Batur’un “Doğu-Batı Divanı III”teki şiirlere çoğu kez öylesine yalın kılıç bir ustalık egemen ki, bir klasisizm hazzı duyarak okunuyor.

Enis Batur’un engin dünyası

2010’un önemli şiir olaylarından biri, Enis Batur’un “Doğu-Batı Divanı”nın, nisan ayında yayımlanan III. cildiydi. Ancak, adı böyle olan iki yapıt var artık Türkçede. İlki, yapıtın tek cilt olarak yayımlandığı 1997’den bu yana, Enis Batur’un. İkincisi ise Johann Wolfgang von Goethe’nin ünlü “Divan”ı.
Goethe’nin 1819 tarihini taşıyan “West-östlicher Divan” adlı yapıtı Türkçede daha önce “Divan-ı Şarki”, “Şark-Garp Divanı” gibi adlarla anılıyordu. Daha yakın zamanlarda sözünü edenlerin, yapıta Almancadaki sözdizimine uyarak “Batı-Doğu Divanı”
dedikleri görülüyor. Enis Batur da Goethe’nin divanının adını bu sözdizimiyle düşünüyor ve kendi yapıtını ona bir karşılık ya da selam olarak, “Doğu-Batı Divanı” diye adlandırıyordu.
Batur’un kitabının ilk yayımlanma tarihi, Senail Özkan’ın çevirisinden de, Goethe’nin 250. doğum yılı olan 1999’da Edward Said ile İsrailli Daniel Barenboim ve Arap müzisyenlerin kurdukları ve yine “West-östlicher Divan”a göndermeyle adlandırdıkları “Doğu-Batı Divanı Orkestrası”ndan da önce.
Her durumda Batur, Goethe’nin büyük iltifatına karşılık verircesine yazıyor. İltifat şöyle: “İtiraf et! Şarkın şairleri,/ Büyüktür biz Batınınkilerden.” (Senail Özkan çevirisi, s. 232)

“Ben şiirselim”
Dünyada seçtiklerimin ne kadarını yaşatabilirim? Yalnızca coğrafya olarak değil, ruh hali olarak, kültürel tarihsel durum olarak? Bunu sormuşçasına bir metin içi yaşam/ metinsel yaşam kurulu Enis Batur’un yapıtlarında ve özellikle “Doğu-Batı Divanı”nda.
Batur’un bu son kitabında ulaştığı ustalık düzeyi öyle ki, iç dünya dediğimiz şeyin bu kadar hem kırbaçlanmış hem de en keskin bir dikkatle terbiye edilmiş olmasını düşünmek neredeyse trajik bir üzüntü veriyor insana. Şiirde konuşan kişi(ler), bir yandan düz bir dilden ayrılmamaya çalışırken bir yandan da ısrarla ‘ben şiirselim’ diyor, bütün denk düşürmeler, iç ve dış uyaklarla.
Ahmet Oktay şiir için Octavio Paz’-dan aldığı bir adlandırmayla “evrenin ikizi” diyordu (“İsrafil’in Sûr’u” adlı kitabı, s. 51). Belki de, Batur’un üretim süreçlerine ‘opera’ ve ‘divan’ gibi büyük hacimli formların girmesinin nedeni böyle bir ihtiyaçtır.
Goethe ‘Doğu’yla bir kaynaşma yaratmaya çalışıyor: Enis Batur da zaten baştan beri ‘Batı’yla, daha doğrusu en geniş coğrafyayla ve en derin tarihle iç içe olmaya yönelmişti.

Bütün haşmetiyle ölüm
Batur’un şiirleriyle ilk kez, 1973 tarihini taşıyan “Bir Ortaçağ Yalnızlığı”nda karşılaşmıştım. Oradaki iki şiir, “Prolog” ve “Epilog”un gölgesinde kalmıştı. Zaten bu ikisini de sayarsak toplam dört şiirdiler ve kitap 16 sayfadan ibaretti. Şair o zaman da bütün haşmetiyle ölümle, “romen duvarları”yla, “yalnız bir keşiş”le haşir
neşirdi. “Doğu-Batı Divanı” pek çok açıdan o dört şiirin çok uzağına düşmüyor.
Enis Batur’un “kendi öznesinden yola çıkmayan” (Mehmet H. Doğan) olduğuna hiç katılamıyorum ben. Her ‘ben’ gibi, Enis Batur’un divanlarındaki ‘ben’ler de, ne kadar vurgulanmış olursa olsun, kendisinden daha büyük bir varlığın/ varoluşun parçası konumuna işaret. Boyuna genişletilmesi, geliştirilmesi, ayrıntılandırılması gereken bir metin-dünyada yığınla yakın ruhla özdeşleşiyor bu ‘ben’.
Ve “Doğu-Batı Divanı III”teki şiirlere çoğu kez öylesine yalın kılıç bir ustalık egemen ki, bir klasisizm hazzı duyarak okunuyor. Beş adet “ders” şiiri içinde ise bence zirve “Küçük Teologya Dersi”dir...