Kültür Sanat'fosiller' er meydanına

'fosiller' er meydanına

11.11.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

30 yılın Kurtalan Ekspres'i ilk Manço'suz albümlerini yayınladı: "3552". Hâlâ çok genç, dinamik ve hevesliler.

fosiller er meydanına




fosiller er meydanına


DÖRT adamın olduğu masaya oturunca bir anda mahkemede ifade veriyormuş havasına girdik ama neyse ki aklımızı başımıza çabucak topladık. Onlar değil, bizdik sorguyu yapacak. Ne de olsa suçlu onlar. "3552" adında yeni bir albüm çıkarmışlar, üstelik ilk Manço'suz albümleri. Dile kolay, Kurtalan Ekspres 30 yıldır müzik yapıyor ama hep Barış Manço ile anıldılar. Şimdi tek başınalar diyemeyeceğiz, Ahmet Güvenç (bas gitar), Bahadır Akkuzu (eletrik ve akustik gitar, vokal), Cihangir Akkuzu (davul) ve Eser Taşkıran (klavye) olmak üzere dört başınalar. Kendilerine yekten "fosil" diyebilecek kadar keyifleri yerinde. Zaten bizim sorgumuzu da yaptıkları espriler ile sabote ediyorlar, ki bizce harika.
3552 nedir?
Eser Taşkıran: Ara Güler ile çalıştık kapak için; Güler aynı zamanda Ahmet Bey'in babası. Fotoğrafımızı Haydarpaşa'da raylar üstünde çekti. Ama bizi anlatan bir tren bulamadık. Ya elektrikliydi ya dizeldi. Biz buharlı tren aradık. O da kendi arşivinden bir tren fotoğrafı bulmuş, o trenin seri numarası 3552'ydi. Müzisyenlerin deyişiyle analog bir albüm. Her şeyin canlı çalındığı... Hiçbir komputürize ses yok. Eski trenler tamamen insan gücüne dayanır, bizim albümümüzde de sadece ve sadece insani sesler var.
Bahadır Akkuzu: Buharlı bir lokomotif bizim grubu daha iyi anlatıyor. Lokomotif de tarihe geçti, biz de, yaş itibarıyla!
Meltem Taşkıran grupta bir beşinci kişi gibi çalışmış.
Ahmet Güvenç: Söz yazdı, Bahadır'a şarkı söyleme konusunda yardımcı oldu.
Niye beceremiyor muydu ki?
B. A.: 70'lerin sonuna kadar şarkı söylüyordum. Barış Abi ile birlikte olduğumuz sürece vokal yaptım. Mümkün olduğu kadar vokalden kaçıyordum ama. Bu albüm öncesinde, yani Barış Abi'nin vefatından sonra birkaç şarkıcı arkadaşla çalıştık. Ancak insanlar Barış Manço'nun yerine sanki birini koymuşuz ya da ihanet ediyormuşuz gibi hissediyor. Eser ile Ahmet baskı yaptılar bana. Önceleri hiç keyif almadım sahnede. Çünkü bölünüyorsunuz, tam konsantre olamıyorsunuz. Şarkı söyleyenin seyirciyle direkt irtibatta bulunması gerek. İlk zamanlar biraz zorluk çektim ama Meltem yardımcı oldu. Gerek şarkı söylememde, gerek sesimi eğitmemde, gerekse de sahne performansında. Albümde okumalara da yardım etti.
Neredeyse 30 sene oluyor, solo albüm için niye bu kadar beklediniz?
A. G.: Yedi - sekiz sene önce aklımıza gelmişti bir albüm yapmak. Barış Manço'yla olan konseptimizin dışında hepimizin müzikal düşünceleri vardı ve bunları bir şekilde kanalize etmemiz gerekiyordu. Zaten bunu Barış Manço ölmeden düşünüyorduk. Ölümünden sonra durum çok değişti.
Nasıl değişti?
A. G.: İki üç sene hiçbir şey yapmadan Barış Manço'yu anma konserlerinde söyledik. Bir de rant elde ediyor gibi gözükmemek için hiçbir şey yapmadık. Tam albüme sıra gelmişti ki Saddam Hüseyin meselesi çıktı, sekiz aydır da onu bekliyoruz.
Barış Manço ve Kurtalan Ekspres. Grup olarak hep bir adım daha geride durdunuz sanki.
B. A.: Kurtalan Ekspres'in birkaç kademesi var. İlk kurulduğu zamanları pek bilmiyoruz. '72'de kuruldu, '75'te Ahmet girdi, '77'de de ben. İkinci kuruluşu yaptık diyebiliriz. "Dönence" ve "Gülpembe"lerin olduğu albümlerde biz çok aktif olarak içindeydik müziğin. Barış Abi sonra televizyon programlarına başladı. İster istemez mesaisini ikiye ayırmak zorunda kaldı. Ve dolayısıyla müzik hayatındaki işleri biraz daha sentetik ve elektronik noktalara getirdi. Bizim yerimizi biraz daha geriye çekti. Albümde çalıyoruz ama üç beş parçada, ihtiyaç dahilinde. Dolayısıyla çıkan parçalar Kurtalan Ekspres'in müzikal düşüncesini tatmin edecek albümler değildi. Barış Abi ile konuştuk; o da hak verdi.
30 senelik bir grubun ilk kez bağımsız albüm çıkarıyor olması biraz riskli değil mi?
A. G.: Barış Manço'nun parçalarını sahnede çalarken, onların orkestrasyonlarını değiştirip 'Biz bunları böyle çalarız,' diyorduk. Bizim sahnemizle, Barış'ın albümleri çok farklıydı. Albümler açıkçası daha sulandırılmış bir müzikaliteye sahipti. Bizim inandığımız bir müzik var, onu gerçekleştiriyoruz şimdi. Ne yaptığımızı biliyoruz, bir endişe yok içimizde. Barış'ın vefatından sonra Anadolu turnesi yaptık, bütün o parçaları biz seslendirdik. Aldığımız tepkiler de bize yol gösteriyor. Bu arada 30 sene önce yaptığımız müziği nostaljik bir şekilde çalmıyoruz.
'70'lerdeki o Anadolu turneleri ne oldu da bitti?
B. A.: Türkiye'nin ekonomik durumu... Kabaca, maliyet ve biraz da insanlara kalacak parayı hesaplandığınızda, bilet kişi başına 10 milyon TL.'ye geliyor. 10 milyon liraya Anadolu'da dört kişilik bir aile konsere gelemez.
Eskiden nasıl gelebiliyorlardı?
B. A.: Türkiye bu kadar ekonomik bunalım atlatmamıştı. Şimdi işi sponsorlarla götürüyorlar. Bu da pek iyi değil aslında. Bedava olunca konser dinlemek isteyen de geliyor, laf olsun diye de gelen oluyor. Bir de o zamanlar sinemalarda konserler verilirdi. En fazla bin kişilik. İnsanlarla iç içesiniz. Herkes azıyor filan. Şimdi ise spor sahasının ortasına sahneyi kurmuşsunuz, tribünlerde insanlar oturuyor. Gözgöze olamadığınız sürece elektrik alışverişi yok.
A. G.: Tabii eskiden televizyon da yoktu. Konser alanları vardı, çalmak ve söylemek zorundaydınız, orası er meydanıydı, şimdi artık değil.
Gençler artık farklı müzikler dinliyor, hip hop, elektronik gibi... Bu gençlere nasıl ulaşacaksınız?
A. G.: Daha önce rap vardı mesela. Artık o kadar dinlenmiyor. Rock '60'lardan beri dinleniyor. Rock'la hip hop'ı mukayese etmeyin. Biz bu albümde koyu bir rock yapmadık. Gençlerin kolaylıkla ulaşabilecekleri bir rock yaptık. Bir de devamlı çalıyoruz. Gençler bizim müziğimizden nasıl etkileniyor, nasıl bir irtibat sağlanabilir, bunları biliyoruz.
B. A.: Klasik müzik, caz, rock bunlar artık değişmez kalelerdir. Ahmet'in dediği gibi hard rock yapmadık. Daha çok soft rock, armonik ögelerin biraz daha yüksek olduğu, biraz Anadolu'dan, biraz bu civarlardan makamsal ögeleri kullandık; Batı'ya yönelik birkaç parçamız da var.
'75'ten bu yana müziğin içindesiniz, Anadolu rock'ın durumu nedir şimdilerde?
B. A.: Üç dönem ayırt etmek lazım. '70'ler, '80'ler ve '90'lar. '80'lere kadar ilk dönemde, ciddi bir rock potansiyeli vardı. Ama felsefi rock. Çok ciddi bir müzikal zenginlik vardı. Müzisyenler birbirini tanırdı ve ortam son derece samimiydi. '80'lerde Türkiye'deki darbelerle insanların 'gruplaşma'dan uzaklaştırılması söz konusu oldu. Beş kişi bir arada toplanamazdı. Müzisyenler birbirini göremez hale geldiler. '90'lara kadar ciddi kopuşlar yaşandı ve insanlar pasifize edildi. Müzik üretimi durdu. '90'lardan itibaren de yavaş yavaş bir toparlanma dönemi başladı. '80'li yıllarda, boşlukta doğan çocuklar maalesef boş işlerle biraz daha fazla ilgilendiler. '90'larda televizyonun sunduğu neyse onları aldılar. O çocuklar onu öğrendi. Belki bundan sonra daha iyi olacak.
A. G.: Gerek müzikte gerek dansta inanılmaz şekilde deneysel hareketler başladı. Bu gençlerin çoğu mutlaka bir gün güzel bir yere gelecekler.
Bir de sizin '90'ların başında Japonya konserleriniz vardı. Nasıldı o konserler?
A. G.: Biz Japonya turnesini yaptıktan sonra Türkiye'nin Japonya ile ilişkileri fazlalaştı. İşadamları 'İyi ki gittiniz, ticaret arttı,' dediler. Biz mesefayi kısalttık. '91 - '95 arasında sekiz televizyon programı, 17 konser yaptık.
B. A.: Türkiye'den bir rock grubunun geldiğini ve kültürel rock yaptığını biliyorlardı. Ellerindeki kâğıtlarda şarkıların hem Türkçesi hem de Japoncası vardı. İnsanlar bizim söylemlerimizi takip edebiliyorlardı. Evrensel müziğin içinde onlara sunuyorduk. Çok da eğlendiler.
Cihangir Akkuzu: Biz de onların müziğini ilgiyle dinliyorduk. Onlar, başlarda dokuz sekizlik ölçüye alışamasalar da bir süre sonra, tempo tutturmayı başardılar.