Murat Beşer - Milliyet Pazar
Rock müziğini Echo&the Bunnymen öncesi ve sonrası diye ikiye ayırmak yanılgı olmaz. Her ne kadar U2, The Cure ve The Smiths kadar ağızlara sakız olmasalar da, ödül törenlerinde boy göstermeseler de indie dinleyicileri karşısında en önemli post-punk mabedidir bu topluluk. Onlara bir kez dahi kulak vermiş olanlar kadrini iyi bilir. Çok satan albümler listesinden ziyade gönüllerde taht kuran bu efsane topluluk, Ford sponsorluğunda yapılan Neo-Discotheque kapsamında 10 Mart Cuma akşamı Balans'ta olacak.
New wave'in rönesansı
Liverpool'un post-punk ikliminde doğmuşlardı. Müzik için kafayı kıran üç kafadar, The Bunnymen adını taktıkları davul makinesine dördüncü eleman muamelesi yapıyorlardı. Ta ki, 1979'da davulcu Pete de Freitas'ı alana kadar.
İsim önceleri başlarına bela oldu. Radyolar, uzun ve zor isimden dolayı bilinçli olarak onları görmezlikten geliyor; bu isimdeki topluluğu çalmayacaklarını söylüyorlardı. Kefeni yırtmak için en büyük kozları "estetik dogma" olarak yorumlanan özgün imajları ve cool görünüşleriydi. Ha bir de rakiplerine oranla müstesna bir istikrara sahiplerdi.
Minik minik fikirleri işleyen, sempatik oyunlarla bezenmiş şarkılarıyla adeta muzip bir melekti her biri. Bu görüntüyü her daim muhafaza ettiler.
Muhafaza ettikleri bir diğer şey güçleri ile ünleri arasındaki ters orantıydı. Tepeden palmiye gibi sarkan saçlar, gülkurusu tonunda büyük dudaklar, yalnızlık duygusunu abartan Anton Corbijn imzalı siluet fotoğraflardan oluşan imajları ile müzikleri kusursuz bir uyum içindeydi.
Liverpool'un new wave rönesansını sersemletici ilk albümle açtılar. "Crocodiles" senfonik müziğe olan aidiyetlerini hissettiriyordu. 1983 tarihli "Porcupine", onların en iyi kayıtlarından biri olarak kabul edilir.
"Heaven Up Here", bir ampul parlaklığında temsiliyet gücüne sahipti. Topluluğun ikna gücünün kantarı olarak değerlendirilen albüm, kudretlerini kırılgan ve depresif duygu yoğunluğu ile perçinlendi.
Jim Morrison'ın ruhu
Gitarcı Will Sergeant'ın Siouxsie tarzı, bir torbanın içindeki çakıl taşlarının sallandığında çıkardığı seslere benzeyen ahenksiz gitar tınılarıyla yapılmış kibar melodileri, Freitas'ın yumuşamaya meyil vermeyen davulu ve Les Pattinson'un doğrusal bir hat üzerinde yürüyen bası, şarkıcı Ian McCulloch için kusursuz birer destekçiydi.
Rengarenk kolaj misali görüntüsüyle, zamanın trend dergilerinin en sevilen figürlerinden biri haline gelen şarkıcı, sanki Jim Morrison ruhunun 1980'lerde ele geçirdiği vücuttu. Merhumun hayaleti olarak tabir edilen bu ses, basit bir aşırma ile açıklanabilir olmaktan uzaktı. Taklit değil; dönemin ruhuna uygun olarak yeniden yaratmaktı McCulloch'un işi. O yeni kuşağın geçmişten miras kalan sorunlarını yeni bir 10 yıla tahvil ediyordu. Morrison'a göre tek noksanı şehvetti.
Echo&the Bunnymen'e gönül verenler, 10 Mart'ta sahne önünde hazır kıta olsun.