Kültür SanatGüneydoğu romanları

Güneydoğu romanları

12.03.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

Güneydoğu romanları

Güneydoğu romanları







30 bin cana ve bir ülkenin 15 yılına mal olmuş bir savaşın filmi çekilecek, romanı yazılacak, belgeseli yapılacaktı elbet... Ama silahlar susalı epey olduğu halde, tuşların sesi henüz duyulmamıştı. Geçen Kasım ayında çıkan bir kitap bu sessizliği deldi:
1993-95 yılları arasında Hakkâri Dağ ve Komando Tugayı ve Güvenlik Komutanlığı yapan General Osman Pamukoğlu'nun 'Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok' (Harmoni 2003) kitabıydı bu... Pamukoğlu 'Hakkari ve Kuzey Irak Dağlarındaki Askerler'i anlatıyordu. Kitabının ay yıldızlı kapağı şehitlerin isimleriyle yazılmıştı. Pamukoğlu'nun kitabı 4 ay içinde tam 22 baskı yaparak, 'unutuldu' sanılanların 'unutulmadığı'nı kanıtladı.
Bunun üzerine, geçen ay yine Güneydoğu'da tim, takım ve bölük komutanlıkları yapmış ve çatışmada yaralanmış bir subay olan Abdullah Ağar'ın roman tadında kaleme alınmış anıları yayımlandı.
Komutanlığını yaptığı birliklerden 11 şehit ve 25 gazi vermiş Ağar'ın 5. Tim adlı kitabının (Otopsi, 2004) kapağında da ay yıldızlı bayrağa yüzünü dönmüş, G-3 taşıyan bir asker silueti vardı.
Aynı günlerde 'karşı cephe'nin kitapları da çıktı ortaya...
İlginç bir şekilde, onların çoğunun kapağında da güneşi arkasına almış, 'gerilla siluetleri' vardı.
Geçen yıl Ram yayınlarından 'Gerilla öyküleri' adı altında yayımlanmaya başlayan bu kitaplarda, dağda savaşan PKK'lıların anıları yer alıyordu.
'Güneydoğu kitapları' bir arada okunduğunda, 15 yıllık savaşın dehşeti daha da iyi anlaşılıyor.
Operasyonlar, harekâtlar, nöbet anıları, tuzaklar, gaziler, şehitler, zaaflar, endişeler, korkular çıkıyor ortaya...
Asıl şaşırtıcı olan ise, anlatımlarındaki benzerlik...
Anlatılan olaylar peş peşe okunduğunda bir dağın iki cephesinden cesur, korkak, aciz, acımasız, müşfik, yılgın, kahraman insan manzaraları dökülüyor ortalığa...

OHAL'deyken yazılan anılar
Dağ Nöbetinde
"Gecenin 1'inde sigara içmek elbette doğru bir şey değildi. Ancak bu zafiyeti yaşamak zorunda kalırdık. Sigaranın bizi kendimize getirdiğini bilirdik. Zaman sadece beklemekle bitmezdi. Uyumaktansa, topraktaki küçük taşları bile sayarak vakit geçsin diye uğraşırdık. İşte sigara, anların bile geçmekte zorlandığı dağ saatinde yaşadığımız tek lükstü. Onun kötü bir dost, hatta sinsi bir düşman olduğunu bilirdik. (..) Sigaranın korunu ne kadar saklarsak saklayalım, işi sağlama almamışsak yerimiz belli olurdu." (Ağar)
"Emin nöbetteydi. Uyumamak için kendini zorluyor, uykusunun kaçmaması için o an aklına geleni yapıyordu. Ama uykudan çok sigara içememek canını sıkıyordu. (..) 'Elimi yakarsam uykum kaçar' diye fikir yürüttü. (..) Montunu siper ederek sigarasını yaktı. Derin bir nefes çekti. Bir daha, bir daha çekti. Sigara ısınmış, ucu korlaşmıştı. Hiç tereddüt etmeden sol elinin üzerine bastırdı. İrkildi. Bir acı duydu içinde. Uykusu dağıldı. Ateş eline değdikçe irkiliyor, yanık acısı yüreğinin derinliklerine vuruyordu. Fakat acıyı duydukça disiplini çiğnemiyormuş gibi bir duyguya kapılıyor, kendini haklı görerek rahatlıyordu." (Delibaş)

Parola
"Hafif bir hışırtı duydu. Durup dikkat kesildi. Karanlıkta duvarın dibinden, birinin yavaşça kendine yaklaştığını fark etti. Ani bir refleksle silahını doğrultup bağırdı:'Kartal nerede?' 'Atmacanın yuvasında!' Parola tamamdı." (Delibaş)
"Parola ve işaretinin 11'e tamamlama olduğunu söyledim. Yani parolayı soran 3 dese, karşı tarafın 'şayet dostsa' 11'e tamamlamak için '8' demesi gerekiyordu. Her zaman tek rakam söylemeye dikkat ederdik. Çünkü çift rakamlarda kimi kere çuvallandığını bilirdik. Asker kolayına geldiğinden mi, yoksa yaşadığı anın heyecanından mı bilinmez, bazen parola olarak belirlediğimiz rakamın yarısını sorardı. Karşı tarafın da aynı rakamı söyleyebileceğini düşünmezdi. (..) İş böyle rakama dökülünce zaman zaman askerle teröristin yarı yarıya parolayı paylaştıkları, böylece anlaştıkları olurdu. Bu, heyecanın, gerilimin, bilinmezin ve apansızlığın eseriydi." (Ağar)

Operasyona giderken
"5. Tim'imin hali artık iyi değildi. Yaşadığım her zorluk, fazlasıyla onların başında da vardı. Hele o ağır silahları ve mühimmatları taşıyan Mehmetlerin hakkını kim ödeyebilirdi? Yorgunluk sınırını çoktan aşmışlar, iradelerini ortaya koyarak mesafeleri aşmaya çalışıyorlardı. Alaaddin bile, nadir gördüğüm kadar asık yüzlüydü. Gözlerinden haşinlik ve kararlılık okunuyordu. (Ağar)
"Küçük grubumuz ilk firesini vermeye hazırlanıyordu. Polat'ın durumu kötüye gidiyordu. Şen şakrak, hareketli Polat değişmişti. Yüzünden bir umutsuzluk okunuyordu. Bir kişinin gözbebeklerine umutsuzluk yerleşirse, o artık değişmiştir, eskisi gibi değildir. O tanıdığınız gerilla artık yoktur. Sürekli geride kalıyordu; yürüyemiyor, hasta numarası yapıyordu." (Hasan Uşak)

Pusuda
"Kayalıklı patikadan yürümeye devam ettik. Dağlar bizi seyrediyor, biz de dağları... Meydan okuyor gibiler. (..) Olası çatışma alanının içinde yaklaşık 20 saattir yürüyoruz. Çatışmanın başlayacağını biliyoruz da, bunun ne zaman ve şekilde olacağını kestiremiyoruz. İstediği yer ve zamanda temasa girme inisiyatifini terörist elinde bulundurduğu için, her an dikkatli ve tedbirli olmaya çalışıyoruz. (..) Onların bizi gözetlediğini, takip ettiğini, tedbir aldığını biliyoruz. Ancak nerede, ne yaptıklarını tam bilmiyoruz." (Ağar)
"Askerler avcı kolu biçiminde ilerliyordu. Mevzilendik. Ellerimiz tetikte bekliyorduk. Askerler ilerliyorlar, ama oldukça da zorlanıyorlardı. Kara bata çıka, bazen bir yamaçtan yuvarlanarak yürümeye çalışıyorlar, bekliyorlar, çevreyi gözetleyip tekrar ilerliyorlardı. Bizdeyse sessizlik hakimdi. Askerler gittikçe yaklaşıyorlardı. Nefesimizi tutmuş ateş emrini bekliyorduk. Bir dal kımıldasa, bir yaprak düşse kıyamet kopacaktı." (Seyfi)

Çatışma
"Ateş...!" Askerler şaşkınlık içinde kendilerini yere attılar. 'Ateş' sözcüğü sessizliğin büyüsünü bozmuştu. O şaşkınlık anı geçirildikten sonra askerler sağa sola ateş ederek geri çekilmeye başladılar. Çatışma başladı. Askerler iyice uzaklaştıklarında sadece birkaç tarama sesi ve yer yer yaşanan temaslar kaldı. (..) Kıvırcık Hasan 'Askerler geri çekildiklerinde içlerinden biri yaralıymış. Kan izleri gördük. Takip ettik, yürüdük, baktık; askerin biri karın içine yüzüstü yığılmış, kalmış. Herhalde yeni ölmüştü. Silahını alıp geldik' dedi." (Seyfi)
"Silah sesleri öyle yoğundu ki, bütünmüş gibi duyuluyordu. Kısacık bir zaman diliminde bütün bunları algılayıp, kendimi güvenli bir yere atmaya çalışırken askerlerime bağırıyordum: 'Mevzilenin, mevzilenin...!'
Bugüne kadar bu çoklukta merminin yakıldığını ne gördüm ne de duydum. Hatta abartılı filmlerde bile bu manzaraya tanık olmadım. (..) Ne olduğuna ilişkin haber apansız geldi. Haberi aldığımız an, mecalimizin kesildiği andı. Üzüldük; hem de çok üzüldük. Üç atımlık silah sesiyle gelen haber, uçup giden mermilerin semaya çizdiği kader mesajıydı. En önde giden üç yiğidin şehadet müjdesini taşıyorlardı." (Ağar)

Yaralı
"Mermiler havada uçuşuyordu. İlk mevzii düşürdük. Önümde cesetler vardı ama dönüp onlara bakacak zamanım yoktu. Diğer mevzie doğru ilerliyorduk ki bir ses duydum. Dicle arkadaş beni çağırıyordu. (..) Tarama sırasında G-3 mermileri 3 parmağını koparmıştı. 'Xalıt arkadaş sanırım yaralıdır. Arkadaşlara geri çekileceğimizi söyle' dedi kesik kesik. Mevzilere doğru koştum. (..) Mermiler üzerimizden geçiyordu. Xalıt arkadaşı sırtlayamazdık. Yarasının ağır olmasına rağmen belli bir yere kadar sürüklemek zorundaydık. Kıpırdattıkça inliyordu. Yüreğim parçalanıyordu. (..) Olabildiğince hızlı oradan ayrılmamız gerekiyordu. Hemen savunmadaki arkadaşların denetimindeki güvenli alana girmeliydik. Ama yaralımızın olması tempomuzu düşürüyordu. Çok ağır ilerliyor, mermi yağmuru altında yol almakta zorlanıyorduk." (Berivan Hergule)
İsmail'imizin durumu iyi değildi. (..) Onu tahliye edebilecek en ufak bir imkân dahi yoktu. Normal koşullar altında böyle bir yaralıya hemen gelebilecek helikopter her zaman olurdu. Ancak helikopter ağır silahların kullanıldığı bu tür bir çatışma ortamına, emniyet sağlanmadan kesinlikle gelmezdi. Bunun kısa ve net bir ifadesi vardı. Ya bölgenin emniyeti sağlanacak ya da helikopter gelmeyecekti. Çaresizlik içinde kıvrandım. Ağlayacağım, ama askerden kaçamıyorum. Kendimi bir şeyler yapmak zorunda hissediyorum. Yoksa askerim ölecek. (..) İsmail oracıkta korunmaya muhtaç bir bebek gibiydi. Usluydu. Birlik ruhum ve komutanlığım yeni bir mücadelenin içindeydi." (Ağar)

Ölüm
Az kaldı heval Xalıt, diren, iyileşeceksin' diyordum kimsenin duyamayacağı bir sesle... Çok acı çektiği, gerilmiş kaslarından belli oluyordu. 5 dakika içinde, savunma grubu ile gelen doktor arkadaş karşımıza çıktı. Aceleyle ilaçlarını çıkaran doktor arkadaş Xalıt arkadaşın yarasına bakıyordu. (..) Az sonra yanımıza geldiğinde soru dolu bakışlarımızdan gözlerini kaçırarak, kısık bir sesle:'Xalıt arkadaş şehit düştü' dedi.'Hayır' diye atıldım. 'Daha şimdi yaşıyordu, teni sıcaktı' dedim inanmak istemeyerek. Yanına koştum. Yüzüne dokunmam ile elimi çekmem bir oldu. Soğumuştu yüzü... Ölüm soğuk bir gerçeklikti. Kaçamazdım. Sonra saçlarına ve gülen gözlerine yakışmayan soğuk yüzüne dokundum yeniden... Gözyaşlarıma engel olamıyordum." (Berivan Hergule)
Haberci burnunu çekiştirip duruyordu. Alçak sesle konuşmaya başladı: 'Komutanım' dedi, 'İsmail'i de kaybettik.' Yüreğim buruldu. Bitkinliğim ve çaresizliğim derinleşti. Bir yeis benliğimi kuşattı. Yutkunmaya çalıştım, olmadı. 'İsmail'im! Benim zayıf, içine kapanık, küçük onbaşım! Seni göndermeyi beceremedik. Gönülden istemiştik oysa...' Beş yiğidimiz, beş şehidimiz olmuştu. Allah ruhlarını şad etsin." (Ağar)

Öldürme
Tecrübesizliğim beni zorluyordu. Kendimi nasıl savunacağımı bile bilmiyordum. Her şeyi savaşın içinde öğrenecektim. (..) Heval Yado bombanın pimini çekip, 'Alın namussuzlar' diye stratejik mevziin tam orta yerine doğru fırlattı. Diğerini de ben attım. Atmış olduğum ilk bombaydı. Uzun süredir üzerimde taşımama rağmen, bir türlü atma cesaretini bulamamıştım. Henüz askeri eğitim görmediğim için de kendime güvenemiyordum. (..) Ertesi gün gittiğimiz stratejik tepede mermi veya top parçasının değmediği tek bir yer bile kalmamıştı. (..) Yado arkadaş ile fırlattığımız son bomba mevzii kan gölüne çevirmişti. Mevzi, pansuman bezleri, uyuşturucu iğne, sargı bezi ve serum şişeleriyle doluydu. Hepsi düşmana aitti." (Agit Suruç) "İsmail'in vurulduğunu duyunca (..) toprağı ezdim, kayalara bastım, taşları yerinden oynattım. (..) Yanaklarım ıslandı. Endişem benliğimi kapladı. Yeisim kabardı. (..) Bir kayadan öbürüne atlarken altımda kalan teröristi gördüm. Onu gördükten sonra başlayan an, verdiğim bütün tepki; sanki her şey, kendi kendine oldu: Bir tek şey yaptım. Ayağım öteki kayaya daha erişmeden iki el ateş ettim. Tam göğsüne, göğüs kafesinin olduğu yere... "Namlu, yerde yatan adamın iki omuz arasını gördü, ateşlendi. İçimde hiçbir şey hissetmemiş, ne öfkelenmiş, ne acımış, ne de sevinmiştim. Sadece vurmuştum. İşte hepsi bu kadardı. Bunun nedenini bilemedim. Zaten bilmeye de uğraşmadım. Belki İsmail'in acısı, belki daha başka bir hissediş. Ya da kalbe konulmayan bir his. Belki dağın acımasızlığı, belki başka bir şey..." (Ağar)

Şehitlik
"Karla kaplı merdivenlerden yukarı çıkıyorum. Ortada duran mezarın üzerinde bir yıldız. Üzerinde 'Şehit Şerif' yazıyor. 41 arkadaşım disiplinli dizilmiş bekliyor. Hepsinin mermer taşlarında birer yıldız ve isimleri kazınmış. Ön sıralara bakıyorum: Berivan, Botan, Nugilhan, Cemal, Karker, Rezan, Zilan... (..)Yamaçlar kar altında. Bu sonsuz beyazlık içinde 41 can. Sanki dünyanın ayrımcı, kirli sistemine inat, hiçbir fark gözetilmeden bayan-erkek, hiçbir parça ayrımı yapılmadan, aynı sırada ve rütbesiz uzanmışlar." (Çavreş Serhat)
"Şehitlerimizi yad etmek için tabur binasının en güzel yerine bir şeref panosu hazırlanıyordu. Bir nebze vefa borcu da olsa, bir kırıntı hatıra da olsa, her görüşte yad etmek adına da olsa, orada bir 'ders' oluşturuluyordu. Orası 'şeref panosu'ydu. Şehadet panosuydu. Şehitlerin isimlerini, resimlerini, şehadet tarihleri, şehit düştükleri yerleri gösteren bir ibret anıtı gibiydi. Hazırlayanların bir sıkıntıları vardı. O da yer darlığıydı. Şehidimiz o kadar çoktu ki..." (Ağar)

Güneydoğu kitaplığı
Hollywood nasıl yıllar yılı Vietnam Savaşı'nı anlatan filmleri taşıdıysa perdelere; Türkiye kitapçılarının raflarında da artık Güneydoğu kitapları için ayrı bir raf açılacağı anlaşılıyor. Öncü kitapların çoğu, tüfeğini sırtına vurmuş, günışığını arkasına almış savaşçıların kapak fotoğraflarıyla yayımlandı. İçerik ise hemen hemen aynıydı: Savaş; içinde insan..!

POPULER KÜLTÜR


Güneydoğu romanları
'Ne var porno çektiyse' diyebilir miyiz?
'Fatih Hoca' popstardı!
İşçi Rozi, artık emekli!
Büyük Birader halka afyon vaat ediyor
Kadınlar ülkesi
Gay'ler başgöz olma derdinde
Popun Yarım Asrı / 1974
Patlayıcı ideoloji
Geçen hafta seçilenler
Yemek paylaşıldıkça artar

EN ÇOK OKUNANLAR

KEŞFETYENİ

İlgili Haberler