Trablus'a İtalyanlar'ın saldırması, Genç Kalemler'de toplanan, İttihat ve Terakki güdümünde -ve Gökalp gözetiminde- genç edebiyatçıların şiddetli bir şovenizme dalmalarına yol açmıştı. Ömer Seyfettin'in Primo, Türk Çocuğu adlı korkunç hikâyesi bu tepkiyle yazılmıştır, ama içeriğini bu tepkiyle sınırlı görmek mümkün değildir. Entelektüel yanı olmayan bir ırkçılık yapıyordu ve yapmaya devam edecek, başkalarının bunu yapmasına da önayak olacaktı: ilkel bir 'kan' edebiyatı yapıyordu ve tabii yalnız değildi.
Bu derginin yayınında görülen ikinci ciddi -ve tehlikeli- eğilim de İtalya'ya duydukları öfkeyi bir medeniyet düşmanlığına dönüştürmesiydi. 'Sevgi - nefret' diyemeyeceğim, çünkü orada herhangi bir zamanda bir sevgi olduğuna inanmak güç; ama Batı'ya karşı duyulan hayranlık nefrete dönüşüyordu. 'Temeddün'e karşı 'vahşet'i yardıma çağıran Mehmet Ali Tevfik bunun en parlak örneğidir ama o da yalnız değildir.
Mantığa göre, Batı, medenidir; ama Batı bize kötülük yapmaktadır; o halde kahrolsun medeniyet!
Kurtuluş Savaşı sırasında Maarif Vekili olduğu zaman Anadolu'da bulduğu Yunan-Roma kalıntılarını parçalamayı iş edinen Rıza Nur bunun radikal örneklerindendir. Bunu yaparken muhtemelen Genç Kalemler'den veya Türk Yurdu'ndan öğrendiklerini uyguluyordu.
Trablus derdi bitmeden Balkan Savaşı patlak vermişti. Bunun birinci ve ikinci rauntları arasında Enver Babıali Baskını'nı yaptı ve İttihatçılar iktidarlarını perçinlediler. Bu durum 1911'de kurulan Türk Yurdu Cemiyeti ve onun yayın organı olarak çıkan 15 günlük Türk Yurdu dergisinin yerini de sağlamlaştırdı. Savaşta Selanik de elden gidince Genç Kalemler dergisinin ortalıkta kalan yazarları (örneğin Ömer Seyfettin Yunanistan'da harp esiriydi) Türk Yurdu'na katıldılar. Bu da öncelikle bir edebiyat ve kültür dergisiydi ama daha başından oldukça politikti de.
Derginin özellikle şiirlerinde militarizm sürekli öne çıkarıldı. Askere, orduya çeşitli biçimlerde övgüler yağdırılmayan bir sayı yoktur. Örneğin Mehmet Emin'in Küçük Mektepli Çocuğu "Ben bir küçük askerim" diye söze başlar ve okutulduğu askerliğin bir türevi olarak tanımlar. Şiirlerin başlıkları Ya gazi ol ya şehit, Ordunun Andı, Ordudan bir ses şeklindedir. Bu dergi Genç Kalemler'e oranla hem daha politizedir hem de yaptığı işi daha deneyimli ve tutarlı bir biçimde yürütmektedir.
Dünya Harbi'nin sonuna doğru geldiğimizde şöyle bir gelişme olur: Rıza Tevfik, anı kitabı Serab-ı Ömrüm'de bu gelişmeyi Cenab Şehabettin'in bir mektubunu sunarak aktarır. Cenab mektubunda şunları söylüyor:
"Muhterem üstad,
Dün bendenizle Hamid ve Nazif beyefendileri (yani Abdülhak Hamid ile Süleyman Nazif) Harbiye Nezaretine çağırdılar. Nazır Paşa'nın (yani Enver) selamı ile birlikte şu ricasını tebliğ ettiler: 'zabitan ve asakiri teşvik ile teşçi edecek âsar-i edebiye yetiştiriniz.' Bu sırada zat-ı alilerinin de dasitan vadisinde bir silsile-i nefais yetiştirmeniz, Nazır Paşa'ca, pek ziyade bais-i şükran olacağı söylendi ve bunun zat-ı üstadanelerine iblağı bendenize havale olundu. Dasitanlar hamasiyata ait olacak.
Yazılacak asara gayet vâsi, ama gayet vâsi! vaad buyuruluyor. Taraf-ı alilerinden dergi inayet buyurulmayacağı hepimizin cümle-i tahminatından oldu. Baki müveddet ve hürmet üstadım efendim.
Cenab Şahabeddin."
Bu mektubun tarihi 11 Temmuz 1917. Bunun ertesi günü Yeni Mecmua adında bir dergi yayın hayatına girmiştir. Bu yeni ('yeni' olduğu söylenebilirse) 'hamasi edebiyat'ın kanalı, bundan böyle, bu dergi olacaktır. Derginin ilk sayısında Ömer Seyfettin'in sonradan Rıza Bey'in bir parçasını oluşturacak Sivrisinekler'i de yayımlanır.
İttihat ve Terakki'nin iktidar olduğu, aslında pek de uzun sayılamayacak süre içinde, oldukça ciddi bir propaganda merkezi kurduğu, hamasi ve şiddetli milliyetçi bir ideolojik kampanyayı sürekli bir biçimde pompaladığı görülüyor. Cenab'ın mektubu bağlamında adı geçen, o zamana kadar Fırka'nın Gökalp gözetimindeki genç milliyetçi kanadıyla başka dil konusu olmak üzere polemiğe girer, yani Türkçülük akımına uzak duran daha yaşlı kuşakla, parayı da içeren bir anlaşma ve yakınlaşma zemini yaratıldığı da anlaşılıyor.
Bu kampanya bir hayli kaba saba. Ürünler tek-tip ve sıkıcı, ortaya konan ideoloji sığ ve bağırkan... Böyle birçok şey söylenebilir. Ama proje ve uygulanışı yeterince bilinçli ve örgütlü. Bu yıllarda bu küçük kadronun yaptıkları bundan yirmi yıl sonra Almanya'da Goebbels'ın Propaganda Bakanı olarak yaptıklarından nitelikçe farklı. Rietenstahl veya onun uyarında kadrolar yok; ama olanı olabileceği kadar iyi kullanıyor. Ayrıca, propagandanın alıcısının kim olduğunu da düşünmek gerekiyor. Rietenstahl gibi birinin propagandasını alıp sindirecek bir kitle olmadığına göre, sonuçta, alan da satan da duruma razı.
Üstelik, erişilen sonuçların devamlılığına bakınca, olay daha da başarılı görünüyor. Goebbels'in kurduğu mekanizma 1944'te durdu ve orada kaldı. Enver'in mekanizması hâlâ çalışıyor, hâlâ etkili oluyor.
POPULER KÜLTÜR