Bir dönem yazmaya başlayıp
yarım bıraktığım oyunlarımdan biri "Başkentte On İkinci Gece" adını taşır. Shakespeare’in "On ikinci Gece"siyle, 12 martların 12 eylüllerin Ankara’sı arasında döşenmiş bir karakomedi hattı diye tanımlayabilirim bu eski çalışmayı. Bu oyunu çok sevmiş olan birkaç arkadaşım, yıllardır takipçisi oldukları halde bir türlü arkasını getirememiş, bitirememişimdir. Okuyanlar anımsarlar: "Kırk Oda" kitabımda yer alan "Stelyanos Hrisopulos Gemisi" adlı öyküde "Başkentte On İkinci Gece" diye bir oyun oynanır. Kendime yapılmış edebiyat içi bir şakadır bu.
Gerçeküstücü bir atmosferde kurulan bu oyunda, politik paranoyanın kol gezdiği bir ortamda çeşitli grupların içinde elden elde dolaşan bir parmak vardır. Kimilerince "CIA parmağı" diye yorumlanır, kimilerince "yabancı mihrakların parmağı" diye. "Şeriatın kestiği parmak" olduğunu söyleyenler çıkar. Bu parmak içinde yer aldığı oyunun sayfalarını karıştırır.
Geçenlerde ilkin TV kanallarının birinde, Recep Tayyip Erdoğan’ın adaylığını reddeden YSK kararlarına ilişkin görüş belirtirken Tarhan Erdem kullandı: "Şeriatın kestiği parmak acımaz," diye. Laiklik kaygısı taşıyan sosyal demokrat birinin ağzından böyle bir söz duymak not düşülesi bir şeydi. Demeye kalmadı, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cumhur Asparuk’tan, geçtiğimiz günlerde basını meşgul eden açıklaması geldi: "Şeriatın kestiği parmak acımaz!"
Sorun her ne kadar, gündelik dilde verilen örnekler bağlamında bir yanıyla masum görünüyorsa da, bir sosyal demokratla, bir askerin, adalet tasavvurunu hâlâ şeriat imgeleriyle dillendirmesi bakımından ilginç, hatta hazin. Ayrıca Orgeneral Asparuk’un şeriatla kıyasıya mücadele eden bir kurumun üyesi olduğu düşünülürse, verdiği örneğin çok daha talihsiz bir durum yaratmış olduğu ortada.
Düşüncenizin haklılığını kanıtlamak için geleneksel mecazların şiddetine yaslanmak, her zaman iyi sonuç vermeyebilir. Örneklerle düşünmek, çoğu kez yanıltır insanı. Kimi durumda "cuk" diye oturan bir söz, bir başka durumda önemli yanlışlara yol açabilir. Demokratik bir toplumda adaletin üstünlüğünden söz ederken, şeriat söyleminin dışından konuşmak gerektiğini, belki bu talihsiz örnekle bir kez daha anlamış olur ve gündelik dil üzerine daha derin düşünme gereksinimi duyarız.
Gündelik sinsidir. Zalimdir.
Yazı masamda oturduğum yerde başımı sola çeviriyorum. Yanımdaki kitaplığın rafında dizili duran Roland Barthes kitaplarına bakıyorum: "Göstergebilim İlkeleri" (Çevirenler: Berke Vardar Mehmet Rifat, Kültür Bakanlığı Yay.,1979), "Yazı Nedir, Yayına haz.: Enis Batur, Hil Yay., 1987), "Anlatıların Yapısal Çözümlemesine Giriş" (Çevirenler: Mehmet Rifat Sema Rifat, Gerçek Yay., 1988), "Yazının Sıfır Derecesi", Çeviren: Tahsin Yücel, Metis Yay., 1989), "Yazı ve Yorum", Hazırlayan ve Çeviren: Tahsin Yücel, Metis Yay., 1990) "Çağdaş Söylenler", Çeviren: Tahsin Yücel, Hürriyet Vakfı Yay., 1990), "Camera Lucida", Çeviren: Reha Akçakaya, Altı Kırkbeş Yay., 1992), "Bir Aşk Söyleminden Parçalar", Çev.: Tahsin Yücel. Metis Yay., 1992), "Göstergebilimsel Serüven", (Çevirenler: Mehmet Rifat Sema Rifat, YKY, 1993), "Eiffel Kulesi", (Çevirenler: Mehmet Rifat Sema Rifat, İyi Şeyler Yay., 1996), "Göstergeler İmparatorluğu", (Çeviren: Tahsin Yücel, YKY, 1996), "S/Z", (Çeviren: Sündüz Öztürk Kasar, YKY., 1996), "Ara Olaylar", (Çeviren: Sema Rifat, Kaf Yay., 1999), "Roland Barthes", (Çeviren: Sema Rifat, YKY, 1998).
Herkes benim gibi düzenli bir kitaplığa sahip olmayabilir ama internet sitelerinden birine diyelim ki, "İdeefixe.com.tröye girdiğinizde daha eksikli olmakla birlikte benzer bir liste yapabilirsiniz. Bu dökümü şunun için yaptım: Don Kişot Yayınları, iki uzun makaleden oluşan bir kitapçık yayımladı geçende. Ian Watt ile Roland Barthes’ın roman sanatı üzerine iki uzun makalesinden oluşan "Roman ve Gerçek Etkisi" adını taşıyan, yararlı bir kitap bu. Kitabın sonunda ise "Türkçede Roland Barthes" başlığıyla iddialı bir biçimde güya döküm yapılmış; ama bu listede yukarıda saydığım şu kitapların yalnızca beş tanesi var. Son yıllarda yayıncılık dünyasında "pozör" bir eğilim belirdi; yapmadıkları şıklığın rantını
yemek istiyorlar. Kitabın sonunda, hem böyle bir servis yapıyormuş gibi yapıp Batılı bir editörlük gösterisine kalkışacaksınız, hem de beş kitap adı çırpıştırıp geçiştireceksiniz. Don Kişotluk daha ciddi bir iş. Keşke hatırlatmak bana düşmeseydi.
Cem Akaş’ın hazırladığı "20. Yüzyıl Düşünürleriyle Söyleşiler" alt başlığıyla yayımlanan, "Kavramlar ve Bağlamlar Arasında" adlı kitap YKY’den çıktı. Bir çeşit seçki mantığıyla hazırlanmış, çeşitli düşünürlerin, yazarların görüşlerini ve söyleşilerini içeren bu çeşit kitapları özel bir ilgiyle sever, yararlı bulurum. Sizi farklı düşünürler, yazarlar ve dünyalarla tanıştırır; size yeni bilgiler, ufuklar kazandırır, yeni yaklaşımlar ve bakış açıları esinler. İlk kez burada tanıdığınız birine ilgi duyduğunuzda, onun izini kendi kitaplarında sürmeye devam edersiniz.
Frederic Jameson, Terry Eagleton, Slavoj Zizek, Jurgen Habermas, Michel Foucault, Jacques Derrida, Felix Guattari, Alain Touraine, Edgar Morin, Umberto Eco, Claude Levi - Strauss gibi yüzyılımız düşünce dünyasını belirleyen ağır toplarının, çeşitli konulardaki görüşlerini içeren yazılar ve söyleşileri bir araya getiren "Kavramlar ve Bağlamlar Arasında" sağlam çatılmış bir çalışma. Düşünmeyi sevenler için.
Yakınlarda yine Necmettin Kamil Sevil’in hazırladığı, YKY arasında yayımlanan "Zamanların Sonu Üstüne Söyleşiler" adlı kitapta Jean - Claude Carriere, Jean Delumeau, Umberto Eco ve Stephen Jay Gould ile yapılmış söyleşiler kitaplaştı. Jean - Claude Carrirere, özellikle benim için önemli bir ad. Can Yayınları tarafından yayımlanan "Mahabbarata" kitabını özellikle salık veririm. Eski bir Hint söylencesini yeniden yazdığı bu kitabıyla Carriere, çağdaşlaştırmanın, eski bir metne yeni bir ruh ve dil kazandırmanın ne demek olduğu konusunda sağlam bir anıt dikiyor. Bu metin, ünlü İngiliz yönetmeni Peter Brook ile birlikte çalıştığı "Mahabbarata" adlı oyunun zeminini oluşturuyor. Oyun daha sonra filme de alınmıştı.
Nathan Gadels’ın editörlüğünde "Büyük düşünürler çağımızı yorumluyor" üstbaşlığıyla Türkiye İş Bankası Yayınları’ndan çıkan "Yüzyılın Sonu" ile Raoul Mortley’nin İmge Yayınları’ndan çıkan "Fransız Düşünürlerle Söyleşiler" adlı kitaplarını özellikle bu bağlamda anmak gerekiyor. İnsanı zenginleştiren, yüzyıl ile arasındaki düşünce dengelerini yeniden düzenlemesinde katkısı olan bu çeşit kitapları baştan sona okumak gerekmiyor. Şöyle bir göz gezdirdiğinizde bile, arkasına takılacağınız birkaç cümle birden size büyük kapılar açabilir. Kendi payıma Monieque Schnedier ve Luce Irigaray’nin söyleşilerini okumak benim için yararlı ve zevkli oldu.
70’lerin ünlü arabesk şarkısıdır hatırlarsınız; bir Kamuran Akkor klasiğidir. Yakın bir tarihte Bülent Ersoy bir albümünde yeniden okurken, Nalan da disko ritmine alınmış "cover"ını yaptı. Ben, bir tarihte "Zalimin Zulmü Varsa Cahilin Cüreti Var" diye kültür ve sanat ortamımızı hicveden ironik bir metin yazmıştım.
TKP’nin
seçim sloganı "Paranın saltanatı varsa halkın TKP’si var" sloganıysa, sanırım bana olduğu gibi, birçok kişiye de bu arabesk şarkıyı hatırlatıyordur. Nâzım Hikmet mirasına sahip çıkan bir parti, duyarlık kaynaklarını arabesk şarkı formatında sloganlarda arayacağına, Nâzım’ın mirasına nasıl sahip çıkılacağını bize duyarlık katında gösterme imkanını kullanabilirdi.
Bu konuda sahne alması gecikmiş de olsa, TKP’nin seçimlere katılmasını, anlamlı ve önemli buluyorum. Partinin genel başkanı Aydemir Güler’i katıldığı TV programlarında izliyorum. Kendinden emin, sakin, serin, uygar bir tonla konuşarak, halkın kafasındaki "komünist" imgesini zorlayan bir portre çiziyor. Propaganda bir bütündür. İnandırıcı olmak için, parçaların birbirini tutması gerekir.
Nihayet beklediğim film geldi: "Azınlık Raporu". İlk gün gittim, gördüm ve beğendim. Spielberg, her zaman bir iyi, bir kötü film yapar. Bence bu iyilerden. Benim gözde yönetmenim Ridley Scott’ın şimdiden bir klasik sayılan, Philip K. Dick’in "Androidler Uykularında Mekanik Koyunları mı Sayarlar?" adlı kitabından yaptığı "Blade Runner" ("Bıçak Sırtı", Kavram Yayınları) ile başrolünde Arnold Schwarzenegger’in oynadığı, Paul Verhoveen’in bir başka kült film sayılan "Total Recall"u, "Philip K. Dick" adının sinema için nasıl bir güvence olduğunun kanıtıdır. Yukarıda adını saydığım bu filmlerin yanı sıra, birçok Dick öyküsü filme alınmıştır. Son yıllarda arka arkaya birkaç kitabı yayımlandı dilimizde. Metis Yayınları’nın bilimkurgu dizisinde "Yüksek Şatodaki Adam", "Vulcan’ın Çekici", "Gökteki Göz", "Alfa Ayının Kabileleri"; Sarmal Yayınları’dan "Suikastçi" ve "Dr. Gelecek"; Altıkırkbeş Yayınları’ndan "Mars’ta Zaman Kayması", "Karanlığı Taramak" ve "Ubik" adlı kitaplar bunlar.
Filmin, ödün verdiği birkaç temel Hollywood klişesine, kovulduğu emniyet binasının belleğinden ona serbest giriş sağlayan retina tarama kaydının nasıl silinmemiş olduğu gibi mantık aksamalarına takılmadığınız sürece, su gibi akıp giden bir film yapmış Spielberg ve bence filmin "düşünceye" tanıdığı ağırlık göz önüne alınırsa, Ridley Scott’ın soluğunu ensesinde hissetmiş. Şimdiden sinema tarihine geçecek birkaç sekansı var. Yönetmene inandırıcı ve güçlü bir atmosfer kurmada yardımcı olan serin renkler kullanılan çevre düzeni ve görüntüler çok iyi. Özellikle kâhinlerin görülerinin kayıtlarının tutulduğu sahneler çok etkileyici. John Williams’ın müziğiyse bence kendisi gibi eski. "Kaderimize nasıl müdahale edebiliriz? Gelecek ne kadar öngörülebilir? Olacaklar değiştirilebilir mi?" gibi filmde kullanılan kâhinler kadar arkaik ve güçlü temalara katman ve derinlik kazandırarak ilerleyen dramaturjisi sağlam çatılmış hareketli bir senaryosu var. Filmin sürprizleriyse tahmin edilemez cinsten değil.
Filmi Profilo Alışveriş Merkezi’ndeki Odeon Sinemaları’nda seyrettik. Sonuna kadar açılan klimalar yüzünden sağlam girdiğimiz filmden hasta çıktık. Dünyayla aramızdaki teknolojik açığı, seyrettiğimiz filmden değil, yaşadığımız deneyimden çıkardık. Hayatında hiçbir şey icat etmemiş, teknolojiye küs bir ırkın ahfadı olarak şofbenden otomobile varana dek eline teknoloji adına ne geçerse geçsin, kaza ve ölüm kusturan aziz milletimiz, adına "klima" denilen, normalde temiz hava ve serinlik sağlaması gereken araçtan, bir "soğuk algınlığı yayma aygıtı" yaratmayı becermiş. Şık salon, geniş ekran, iyi bir ses düzeni, üniformalı çalışanlarınız ve adınız "Odeon" olsa ne fayda!
TRT 1’de yayınlanan Erendiz Atasü, Talat Sait Halman ve Mustafa Şerif Onaran’ın sundukları "Sözün Büyüsü" programının bu denli yaygın biçimde seyredildiğini ben de bilmiyordum. Anadolu’nun çeşitli kentlerinde katıldığım söyleşi ve imza günlerinde yapılan konuşmalardan anladım ki, bir kültür sanat programı için biçilen tahminlerin çok üstünde geniş bir seyirci kitlesi tarafından izleniyor bu program. Benim katıldığım bölümü gelen istek üzerine birkaç kez yayınlanmış ve hiç ummadığım insanlar tarafından ilgiyle seyredilmişti.
TRT yeni yayın döneminde "Sözün Büyüsü", "Ve Sinema" gibi kültür - sanat programlarını yayından kaldırma gereği duymuş. Umalım ki, TRT özel televizyon kanallarıyla yarışırken, nelerden ödün verdiğinin ve yayından kaldırdığı kültür - sanat programlarının yerine ne koyacağının hesabını iyi yapıyordur.