Kültür Sanat Hayat atölyesi

Hayat atölyesi

05.04.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

Hayat atölyesi

Hayat atölyesi

Hayat atölyesi

MURATHAN MUNGAN

Kapitalist tanımı
1997’deki 16. İstanbul Kitap Fuarı’nın, "İfade Özgürlüğü" başlıklı açılış paneline, bu alanda uluslararası bir isim olan Peter Porter, yazar Michel del Castillo, yayımcım Müge Gürsoy Sökmen ve ben katılmıştık. Bu başlıkta bir panele Türkiye’nin ev sahipliği yapmasındaki ironiye değinerek başlamıştım açılış konuşmama. Michel de Castillo ise konuşmasında, iyi kapitalisti şöyle tanımlamıştı "Yüzünüze tükürüldüğünde, bu tükürüğü küçük bir şişeye koyup, şık bir biçimde ambalajlayıp iyi bir fiyata size geri satan adama kapitalist denir."
Ne zaman Türkiye’nin hâlâ burjuvasını yetiştirememiş olmasına değinilse aklıma bu söz gelir. Geçenlerde Meral Tamer’in evinde verdiği yemekte, bir ara Adnan Ekşigil, Faruk Eczacıbaşı, Osman Ulagay bir köşeye çekilip ekonomiden konuşmaya başladık. Ekşigil, Türkiye’de varsayılan oligarşinin aslında yokluğuna ironik bir biçimde hayıflanırken, gene bu sözü andım. Bu arada yemeğe çağrılılar arasında, Mehmet Y. Yılmaz ve eşi, Sevin Okyay, Perihan Mağden, Deniz Alphan, Tuğrul Eryılmaz vardı.
Michel del Castillo’yu gündeme getirmemin nedeni, İspanya tarihinin son derece karışık bir dönemini konu alan yeni kitabı "Utanç Gömleği". Yazarın daha önce "Başına Buyruk Bir Kadın", "Gitar", "İspanyol Kanı" kitapları Can Yayınları’dan çıkmıştı. Benim gözdelerimse, her ikisi de soluk soluğa okunan "Karar Gecesi" ile "Şairin Ölümü"dür. "Karar Gecesi"nden başlayacaksanız, aynı zamanda bir gerilim romanı olarak tasarlandığı halde "kitabın sonunu söyleyen" çevirmen önsözünü atlamanızı salık veririm. Ayrıntı’dan yayımlanan "Şairin Ölümü" ise, eşcinsel ve anarşist bir şairin, totaliter bir baskı rejiminde kıstırılması üzerine politik bir gerilim kitabı.

Oyunculuk büyüsü
Oyunculuk, benim için çok büyülü bir sanat. İyi bir oyunculuk karşısında her seferinde bir şaman "imanıyla" büyülenirim. Yıllardır en anlamaya çalıştığım sanatların başında gelir. Bu hafta Lasse Hallsrörm’ün "Çok Özel Haber" filmini gördüm, parlak bir film değil, izleniyor yalnızca. Ama bu çeşit filmler parlak olmasalar da, Hollywood şablonlarından usanmışlar için bir "terminal" oluyorlar. Fakat filmde bir oyunculuk performansı var ki, sırf bunun için görmeye değer. Oyunculuk eğitimi alanlar, özellikle ders diye görmeliler. Film, her zamanki gibi, "İyi romanlardan iyi film yapmak zordur" ilkesini doğruluyorsa da, Kevin Spacey, Cate Blanchett, Judi Dench, Julianne Moore, Pete Postlethwaite tam bir takım oyunculuğu gösterisi sergiliyorlar. Tamamen duygusal nedenlerle Jason Behr’i görmeye gittiğimi de itiraf etmeliyim. Kalkıp Amerika’ya gitmediğime şükredin.
Lasse Hallström’ün "Çikolata"sını sevmiş, eğlenmiştim.O filmde gene Judi Dench ile çalışmıştı. Postlethwaite, "Babam İçinöden bu yana hep büyük. Benim bu yılki Oscar’ım Spacey’e gidiyor. Oyunculukta "Doğru bakmak" diye bir söz vardır. Bu söz Spacey için söylenmiş olmalı.

Düşük hisseli harikalar
Yapı Kredi’de koleksiyon meraklılarını yakından ilgilendirecek bir sergi var. Çok hoş parçaların yer aldığı, düşüncesi doğru, heyecan verici ama bağlamlandırmada zaaflar taşıyan bir sergi olmuş. Sergileme aritmetiğinin dengesizlik içerdiğini düşünüyorum. Koleksiyonu yapılan nesne, süreklilik esasında biriktirilip çoğaltılıyorsa bir meraka işaret eder. Bu yüzden kimi koleksiyon konusu nesnelerden yalnızca bir tane sergilenmesindeki minimalist tutum, koleksiyon mantığı açısından bana hatalı geliyor. Örneğin, bir tek derviş asası, bize hem koleksiyoncunun tutku derecesi hakkında bilgi vermiyor, hem de koleksiyonu yapılan diğer derviş asalarıyla arasındaki farkı, konuya yabancı gözlere söylemiyor. Murat Morova’nın evindeki elli küsur asanın tümünün oraya taşınması gerekmezdi ama en azından farklı formlarda birkaç asanın yan yanalığından daha sağlam bir profil çıkardı ortaya. Aynı biçimde, kimi tek sergilenen nesneler, onların bir alışveriş hatırası mı, yoksa biriktirilmesi süreklilik gösteren bir merakın örneği mi olduğu konusunda kuşku uyandırıyor. Bu anlamda trabzan topuzları, mekanik aletler, Çanakkale işleri, baykuşlu ya da horozlu nesneler gibi toplamlar benim için çok daha doyurucu düzenlemelerdi ve konusu koleksiyonculuk olan bir serginin çoğul ruhuna daha uygun düşüyordu. Burçak Evren’in sergilenen afişleri nedeniyle, neyin koleksiyon, neyin arşiv sayılması gerektiğinden pek emin olamadım. Ben, bu sergide en çok Hulki Aktunç’un koleksiyonunun yer almamasının noksanlığını duydum.
Yapı Kredi sergi salonlarından ayağınızı eksik etmeyin, her zaman bakılacak şeyler oluyor.

Kalbime söyledim ki
Suriyeli müzisyen Abed Azrie’yi hiç dinlediniz mi? Benim için muhteşem bir ses. Plaklarını Fransa’da yapıyor. "Seuerte" adlı albümü benim için çok önemli. Şu etnik müzik rüzgârında göz gözü görmezken, mutlaka keşfedilmesi gereken bir müzisyen Azrie. Arapça ve İspanyolca düetler biçiminde XIII. yy. Endülüs şiirlerini Pedro Aleo ile birlikte okuyor.
Hiçbir yerde bulamazsınız Tünel’de Lale Plak’a uğrayın. Hakan’a "Bizi Murathan gönderdi," deyin. Bugüne kadar en az on tane almışımdır oradan. "Suerte"yi severseniz diğerleri de var bende.

Gözden kaçan kitaplar
Haftalar süren bir yazı dizisi olabilir bu başlık tabii. Ne yazık ki, birçok kitabın kaderi bu oluyor. Bunun uzun uzadıya konuşulacak birçok nedeni var tabii. W.G. Sebald’in İletişim Yayınları’ndan çıkan "Göçmenler" kitabını atlamayın derim. Belleği yoklamada ve anıları biçimlendirmede yazıya yeni ufuklar açacak kitaplardan. Ne yazık ki az bilinen, az tanınan bir yazar Sebald. Geçen akşam arkadaşım Fatih Özgüven beni görmeye geldiğinde, konuşurken andık Sebald’ı, oradan aklıma geldi. Bu arada Fatih’in yeni bir çevirisi çıkmış, onu getirdi. Karen Blixen’in "Ehrengard" adlı kitabı. Daha önce de "Ölümsüz Oyun" adlı başka bir kitabını çevirmişti.

Kitabevi’nden iki kitap
Beni bu hafta heyecanlandıran iki kitap, Basiretçi Ali Efendi’nin "İstanbul Mektupları" ile Tanpınar üzerine yazılan yazıların derlendiği "Bir Gül Bu Karanlıklarda" oldu. Her iki kitap da "Kitabevi" yayımı. İlkini Nuri Sağlam hazırlamış, ikincisini ise Abdullah Uçman ile Handan İnci. Her ikisi de titiz birer emek verimi. Özelikle Tanpınar üzerine dağınık yayınlarda kalmış yazıların bir tek toplamda buluşması, okurun işini kolaylaştırdığı gibi sağlam bir başvuru kaynağı da oluşturuyor.

Beş dakika ara
Bu perşembe on birinci haftamız. Sizden beş dakika ara istiyorum. Bu beş dakika ara şu anlama geliyor: Nisan ayı boyunca evime kapanıp, sonuna gelmiş olduğum romanımı tamamlamak, son düzeltmelerini yapmak istiyorum. Döndüğümde kaldığım yerden daha zenginleşmiş ve yenilenmiş bir içerikle sürdüreceğimden emin olabilirsiniz.
Bu arada mayıs ayından itibaren Milliyet Sanat Dergisi’ndeki yazılarıma yeniden başlayacak, kuramsal bir çerçeve içinde kaleme alınmış daha kapsamlı, kuşatıcı denemelerimi orada sürdüreceğim. Nisan ayı boyunca arada bir "Sinema Günleri"nde karşılaşırsak, işi astığımı düşünmenizi istemem. Bir gün hepsi size geri dönecek biliyorsunuz.

e-posta kitlesine teşekkür
Birlikte olduğumuz bu süre içinde bana gösterdikleri yoğun ilgi, sevgi, verdikleri destek nedeniyle okurlara teşekkür ederim.
Her şey bir yana, yazdıklarınızın bir yerlerde birilerine derman olduğunu bilmek, edebiyatın en büyük ödüllerinden biridir. Örneğin, "Brooklyn", birçok benzerinin de duygularını yansıtan e - postasında şöyle diyor:
"Dört yıl önce, on dört yaşındayken tanıştığım şiirlerinizle tanımlayabildim yaşadıklarımı. Kimsenin beni anlayamadığı, en yakınlarımın hislerimden bihaber olduğu zamanlarda beni anlayan tek kişiydiniz siz, sızılarımı kâğıda döken, derinlerimi en iyi bilen tek kişi... Beraber yaşıyorduk bu hayatı aslında... Başlarda beğendiğim cümlelerin altını çizerdim, sonradan bu tekniğin sizin kitaplarınızda aslında pek de işe yaramadığını öğrendim. Nice ruh krizleri atlattım kitaplarınız eşliğinde, nice ecza dolaplarına uzandı elim her seferinde aklıma gelen "denemeseniz de bilirsiniz hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar" cümlesiyle... ama hayattaydım işte! Sonraları aslında haz aldığım bir çok şeyde sizin emeğiniz olduğunu öğrendim."
"Brooklyn"e yürekten teşekkür ederim.
"Yanılmıyorsam 1998 yılında daha bir lise öğrencisiyken sizin Diyarbakır’da imza gününüze katılmış o güne kadar bir roman okuru olan ben o günden sonra şiiri de tanıma fırsatına eriştim. İmzaladığınız "Metal" kitabınızı sürekli okuyor ve o sıralar o şiirlerde saklı olan tılsımı algılayamıyordum ama, zaman içinde gerek bendeki şiir beğenisinin artması gerekse edebi birikimimin ilerlemesiyle şiirinizin o büyülü dünyasında korkmadan ve elimde harita olmadan yürüyebiliyorum," diyen Mardin, İdil’den "Lezgin"e de teşekkür ederim.
Aralıksız yazdığı e-postalara bakılırsa, zaten şimdiden yazar olmuş Aynur Kulak’a, kuracağı rock topluluğunda bir gün şarkı söyleyeceğim Ödemiş’ten Abdullah Mustafa Aydoğdu’ya, Mehmet Ali Çelik, Makbule Aras, İnci Ay, güz bulutu , Şöhret Doğruyol, Gözde Demircan, Aslı Orhan, Rahşan Işılak, Yasin Yasak, Osman Onur Kazanasmaz, Ezgi Bostancı, Günay Sezgin, Sabriye Y. Kesici, nurhayat 333, kader yedikule, Gökşen Deniz Aydemir, Eda Budak, İrem Dağaşan, Ayhan Kiriş, Elifcan, Yeşim Altınkalem, Seda 19 Denizel, Selin Altan, Kübra Derya Saatçi, Burcu Erdem, Apollon Yalom, Güzide Diker, Zeliha Demirel, Özlem Elgun, Nurdan Kasap, Nurgül Bostan, Burak Çiçek, Ankara’dan Burçak, mirror mirror, Demet Akan, Diyarbakır’dan Suar Bengin, Bergama’dan Tuğba Tosun, Lüleburgaz’dan Dinçer Şahin, Antalya’dan Şayeste, Batman’dan Emrah Barış, Kırklareli’nden Erkan Gökçen, Van’dan Mehmet Emin, Turhal’dan Aykut Özmen’in şahsında herkese bir kez daha teşekkür ederim.

Dağınık yanıtlar
• Bütün kurum ve üniversite söyleşi programları için, danışmanım Barbaros Altuğ ile bağlantı kurmalısınız. Yayınevimden kendisine ulaşabilirsiniz.
• "Bir Garip Orhan Veli" içinde olmak üzere tüm oyunlarım ve senaryolarım Metis Yayınları’dan yayımlandı.
• Yazdıklarınızı içeren bir dosyayla, yerli yazar basan, kendi çizginize yakın bulduğunuz yayınevlerine başvurmak, kitap yayımlatmanın bugüne kadar bulunmuş en iyi yoludur. Ne olursa olsun, iyi bir dosyaya hiçbir yayınevi kayıtsız kalamaz.
• Kitapları hakkında araştırma ya da tez hazırladığınız bir yazar hakkında, kendi üzerinize düşeni yaptıktan sonra gerektiği durumlarda yazara başvurmanızı salık veririm. Biraz emek ve zaman harcayarak herhangi bir kütüphanede bulabileceğiniz bilgileri yazarın kendisinden istemek, her biri uzun bir makale konusu olabilecek kapsamı geniş sorular sormak, en hafif deyişle, işinizi ona yaptırmaya kalkışmaktır. Ciddiye alınmak istiyorsanız, kendi işinizi ciddi yapacaksınız.
• Hiçbir zaman kalabalık karşısında şiir okumadığım için, o tür etkinliklere katılmıyorum. Bu kişisel bir tercih, ben şiirin mahrem bir şey olduğunu düşünenlerdenim.







KÜLTÜR & SANAT