Kültür Sanat Hayat atölyesi

Hayat atölyesi

28.02.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

Hayat atölyesi

Hayat atölyesi

Hayat atölyesi

MURATHAN MUNGAN

Chomsky’yi dinledim
Hayat atölyesi
Bazı şeyleri dünya gözüyle görmek gerekir. Osman Hamdi’nin "Kaplumbağa Terbiyecisi" sergilenirken de bir koşu gidip görmüştüm. Chomsky’nin birçok kitabını okudum, üç aşağı beş yukarı söyleyeceklerini tahmin edebiliyordum. Olsun, gene de buralara kadar gelmiş adam, neler söyleyecek diye merak edip, Bilgi Üniversitesi’ndeki söyleşisine gittim. İyi ki de gitmişim. İçim açıldı. Adamın söylediklerinin pek iç açıcı bir yanı yok; içimi açan şey, adamın tutumu, söz alış biçimi, zihin berraklığı, olgular arasında bağlantı kurma yeteneği, kendiyle ilişkisi... Adama baktığınızda, hayatta bilmeyeceği şeyler de olabileceğini düşünüyorsunuz. Yani yanıtını bilmediği bir soruyla karşılaştığında, rahatlıkla "Bilmiyorum," diyebilecek bir adam. Bir de hayatta bilmeyeceği hiçbir şey yokmuş gibi davranan, her çeşit soruya bir an bile düşünmeden çat çat cevap veren bizimkileri düşünün!
Chomsky’nin özellikle Ortadoğu ile ilişkili olası senaryolar üzerinde söz alırken geliştirdiği dikkat, bu olasılıkları, paranoya düzeyine varmadan konumlama ve çözümleme yeteneği bende hayranlık uyandırdı. Çoğunuzun bildiği gibi, Türkiye’deki aydın ikliminin en büyük özelliği, akıl yürütmenin birkaç adım sonra hemen "paranoyaya" ulaşmasıdır. Meseleleri açıklığa kavuşturmaktan çok, kimselerin akıl edemediği şeyleri akıl etmeye, kuramadığı bağlantıları kurmaya çalışarak zekalarını bir gösteri sanatına dönüştüren, bunu yaparken de, aklın serin ve derin sularından uzaklaşarak, politik önseziler ve görüşler adı altında sayıklamalara, sabuklamalara ulaşan bizdeki birçok arızalı örneği düşünün. Bence bazı konularda "Batı hayranı" olmanın hiçbir mahzuru yok!
Chomsky’nin duygularına ilişkin en son soruya verdiği yanıt çok şıktı: "Duygularım beni ilgilendirir," dedi. "En fazla ailemi. Duygularım bana ait bir şeydir." Benzer bir durumda ‘Samimi hisleri’ sorulduğunda, gözleri nemlenmeden, sesi kısıklaşmadan yanıt verebilen kaç Türk aydını tanıyorsunuz? Medeniyet, mesafe bilgisidir.
Chomsky, 1984-1997 arasında Amerika’nın Türkiye’ye yaptığı silah yardımının 1950-1984 arasında yaptıklarından bilmemkaç kat fazla olduğuna vurgu getirirken, Amerika’nın bu tutumuyla, günün birinde Irak’a saldırması durumunda, sırtında bir Kürt sorunu taşıyan Türkiye’yi arkasına almak hesabının yattığına değindi. Bugün alınacak olan kimi kararlara, Amerika tarafından nasıl bir "geçmiş" oluşturulmaya çalışıldığına dair verdiği örneklerden biriydi bu.
Güleryüzlü, sakin, dingin biri olarak da "anarşist" olunabileceğinin şık bir örneği Chomsky. Görüşlerinin sertliğine uygun sertlikte hırçın bir profille karşılaşacağını umanlar, bol sloganlı, azıcık hamasi söylev bekleyenler, Türkiye’ye geldi diye kitaplarındakilerden daha fazlasını söyleyeceğini sananlar azıcık hayal kırıklığına uğradılar tabii. Eh artık o da onların hayalleri!
Chomsky’yi karalamaya çalışan bizim bazı köşe yazarlarının "sağ liberal" olmak için bile ne denli "geri"; nasıl sığ, nasıl güdük olduklarını bu vesileyle bir kez daha görmüş olduk. Gerçi onlar bunu göstermek için hiçbir vesileyi kaçırmıyorlar ama ne yazık ki, eskisi kadar eğlenceli de değiller. Chomsky’yi dinlemeye gelememiş olabilirsiniz ama Türkçe’de yeterince kitabı var adamın. Henüz tanışmamışsanız (yukarıda) kapaklarına yer verdiğim kitaplarından biriyle başlayabilirsiniz.
Salonda Türk entelejensiyasının seçkin simaları vardı. Say say bitmez. Her zaman olduğu gibi edebiyatçılar azdı. Arka sıramda Pınar Kür oturuyordu. Nilgün Cerrahoğlu gerçek bir kör. İğne atsan yere düşmez salonda bir tek benim yanımdaki koltuk boştu. O kadar el - kol ettim görmedi, gitti yere oturdu. Epeydir görmediğim ve özlediğimi fark ettiğim Aydın Uğur’u gördüm. Sayfamı överken söylediği, "Dinler bile dedikodu üzerine kuruludur," cümlesi hoşuma gitti. Zaten şu sıralar, ya bu sayfa konuşuluyor ya kırmızı saçlarım, Allahtan geçen gün Ayşe Arman telefonda, "Bütün kadınların elinde senin "Divan var," dedi de hatırladım.

Manfred Beilharz’la akşam yemeği
Hayat atölyesi
Salı gecesi Beşinci Kat’ta, dünyadan tiyatro örnekleri sunan Bonn Bienali’nin iki seçicisiden biri olan Manfred Beilharz ve asistanı ile ben ve Barbaros Altuğ akşam yemeğindeydik. Bu yılki şenliğe oyun seçmek için İstanbul’a gelmiş. İzlediği dört oyundan birini Bonn’a götürecek. Beşinci Kat’ın yeni halini beğeniyorum. Renkleri, boncukları, alacalı kumaşları falan.... Mart ayında "Max" dergisinde yayımlanacak olan söyleşimin fotoğraf çekimleri de geçen hafta orada yapıldı. Kendisiyle ilk kez çalıştığım ama ününü duyduğum Mehmet Werner çekti fotoğrafları.
Beşinci Kat, benim her zaman beğendiğim, rahat ettiğim bir mekan olmuştur. İşletmecisi olan sinema ve tiyatro oyuncusu Yasemin Alkaya o gece ortalıkta görünmüyordu. Gazanfer Özcan ile birlikte oynadığı yeni bir televizyon dizisi için setteymiş.
Beilharz ile ahbaplığımız iki yıl öncesine dayanıyor. 1999’da Berlin’de yapılan "Theater der Welt"e (Dünya Tiyatro Festivali) Türkiye, Mustafa Avkıran’ın yönettiği Ankara yapımı "Geyikler Lanetler" oyunum ile katılmıştı. Ben de konuktum. Manfred Beilharz, oyunu çok beğendi ve Bonn Bienali’nin Almanya’da gösterim yapan herhangi bir oyunun Bonn şenliğine çağrılamayacağı kuralına karşın, yönetimi ikna etti oyunu programa aldırdı. Bu arada Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin görevden alınmış yerine başka biri atanmıştı. Yeni yönetim çeşitli habaset oyunlarıyla oyunu Bonn’a göndermediği gibi, repertuardan da kaldırdı. Bonn, şenliği izlemek üzere beni çağırdı.
Beilharz, Bonn’da beni basına ve diğer yazarlara tanıştırmak için yaptığı konuşma sırasında, sırf "Geyikler Lanetler"i sergilemek için Bonn Bienali’nin en temel kurallarından birini çiğnediklerini, buna karşın Devlet Tiyatroları genel müdürünün ısrarla başka bir oyun göndermeye çalıştığını, bu duruma bir çözüm bulması için bağlı bulunduğu tiyatro meslek kuruluşunun, kendisi de bir yazar olan Türkiye temsilcisini aradığında, "Murathan Mungan’ı zaten burada pek sevmezler, biz size başka bir yazara gönderelim," dediğini anlattı. Sabahtı, daha uyanamamıştım, karşımda dünyanın birçok yerinden gelmiş yazarlar ve bir sürü basın temsilcisi vardı ve orada bulunan benim, neden oyunumun bulunmadığı dünyaya böyle açıklanıyor, ben de salonda bulunan herkesle birlikte öğreniyordum. Türkiye’den Sibel Arslan Yeşilay da oradaydı; dönünce bu hikayeyi Radikal’e yazdı.
Beilharz’ın ağabeyi yıllar önce Alman Hastanesi başhekimiymiş, ta o zamanlardan beri Türkiye’yi ve Türkleri seviyor. Yani asla bizi küçük düşürmek için yapmıyor bu konuşmayı, her zaman olduğu gibi biz, kendimizi küçük düşürecek malzemeyi ellerimizle veriyoruz dünyaya.
Dünyanın birçok yerinden birçok oyunun yanı sıra, tiyatro yazarlarını da buluşturuyor Bonn Bienali ve ne yazık ki bu yıl sonuncusu yapılıyor. "Ay Tedirginliği", "Efrasiyab’ın Hikâyeleri", "Sahte Kimlikler" ve İzmit yapımı "Bir Şehnaz Oyun" seçilmesi için Beilharz’ın tercihine sunulan oyunlarmış. Gelecek yıldan itibaren Wiesbaden - Frankfurt tiyatro örgütlenmesinin başına geliyor ve mutlaka bizlerle çalışmak istiyor.

Yeni bir polisiye yazarı:Marcia Muller / Bizim için yeni bir yazar: John Fante
Polisiye merakımı biliyorsunuz. Bu hafta, "Sessizliği Dinle" adlı romanıyla Muller ile tanıştım. Dedektifin kadın olması, bu da yetmiyormuş gibi, bu kez araştırmak zorunda olduğu şeyin düpedüz kendisi ve ailesi olması romanı ilginç kılıyor. Ben bir solukta okudum. Meraklılarının aklında bulunsun.
Söz kitaplardan açılmışken, Parantez Yayınları’nın arka arkaya yayımladığı John Fante’den haberdar etmek isterim sizi. "Toza Sor", "Bunker Tepesi Düşleri", "Gençliğin Tatlı Şarabı", "Hayat Dolu" arka arkaya okuduğum kitapları. Hakkında bir fikir verebilmek adına, Bukowski’nin, Jack Kerouac’ın bir çeşit ruh akrabası diyebilirim onun için. Bir yazarın kitaplarını arka arkaya yayımlamak, yazarın serüvenine inandırıcılık ve güvenilirlik getirir; izlenme hevesini artırır. Öteden beri yayımcılarımızın en önemli hatası, her yazardan bir kitap çıkarıp, arkalarından şöyle bir bakmak olmuştur. Son yıllarda bu eğilimin kırıldığı, yayımcıların yazarları konusunda daha ısrarcı oldukları görülüyor. Bu iyi bir gelişme.Yazarların kendi akrabalarını yaratmalarına fırsat tanımak gerekiyor.

Firuzağa kahvesi çaktırmadan sezonu açtı galiba
Güneş yüzünü azıcık göstermeye görsün, mahalle kahvemizin masaları hemen şenlenmeye başlıyor. Yeğenim Ali’yi pembeleşmiş burnu ve içinde kaybolduğu anorağı ile etrafa gülücükler saçarken görebilirsiniz orada. Geçen hafta ilkin Sevda Ferdağ’ı gördüm, ardından Umay Umay’ı. Sevda Ferdağ nihayet anılarını yazmaya karar vermiş: "Yeşilçam’ın Kötü Kızı". Ben bu adı çok sevdim. Sevda, kendinden önceki birçok örnekte olduğu gibi, fazla ayıklanmış, fazla ütülü bir hava istemiyor kitabında. Ben de aynı görüşteyim. Adam gibi oturup anlatamıyorsanız birçok şeyi, niye vaktimizi alıyorsunuz, "Anılarımı yazdım, falan" diyerek? Yeterince konuşamıyorsanız, yeterince susmayı öğreneceksiniz.
Umay Umay ile fazla konuşamadık. Epey kilo vermiş gördüm. Neşeli, sağlıklıydı. Dişlerine "ışıltılı taşlar" taktırmış, parıldayıp duruyordu.

e-posta için tık’lar
• Gazete ile ilgili bütün dilek ve görüşlerinizi lütfen Tuğrul Eryılmaz’a bildirin. Ben bu yazıları evimden gönderiyor, gazeteye uğramıyorum bile.
• Yanıtlanması gereken e-postaları yanıtlıyorum ama hepsine yetişmem mümkün değil. Ve bir kez daha söylüyorum: Lütfen ürün göndermeyin, okuyamıyorum.
• Yıllardır hiçbir ödüle katılmıyorum. Şiirlerimin bestelenmesine, öykülerimin filme alınmasına izin vermiyorum. Kendi kurallarınızı koymazsanız, kendi serüveninizi başkalarının kurallarının insafına terk etmiş olursunuz.
• Bu yıl Mayıs’taki Diyarbakır Şenliği’ne katılacağım. Ayrıca Mardin’de düzenlenmesi planlanan Mezopotamya Festivali gerçekleşirse eğer, Eylül’de mutlaka orada olacağım.
• "Bir söyleşinizde demişsiniz ki..." diye başlayan hiçbir soruyu ciddiye almıyorum. Bu "kulaktan kulağa" oyununa girer. Kimin neyi, nasıl anladığı, nasıl aktardığı ile ilgili, ucunu asla yakalayamayacağınız bir sarmala dolaşırsınız.
• Internet sitelerinde başkalarının yazdığı ama benim imzamla dolaşan şiirler bulunduğuna dair kimi okurlarım tarafından bilgilendirilmiştim. Sonradan ben de rastladım. Şiirlerim kitaplarımdadır. Dergilerde yayımlanmayan, kitaplarımda yer almayan hiçbir şiir benim değildir.
• "Canasta" oynamak için girdiğim Yahoo sitesinde kullandığım nick name’i merak edenler, bırakın bari orada "anonim" kalayım. Ama iyi bir "canasta" oyuncusu iseniz, işte size üç ipucu: Kazandığım partiler, kaybettiklerimden üçte bir fazla. Nick’imde rakam yok. Nick’imi şiirlerimden birinden aldım. Tıpkı "Naylon Timsah" gibi.
• Sinan Saraçoğlu, "Üç Aynalı Kırk Oda"da yer alan "Aynalı Pastane" öyküsünün yazarı olan karakterin adıdır. Merak etmeyin "Yüksek Topuklaröda yeniden karşınıza çıkacak.


Kendini kapatan Defter
Artık herkes biliyor 45. sayısı ile birlikte "Defter" kendini kapattı. Benim için bir derginin kapanması, aynı zamanda eski sayılarından başlayarak koleksiyonunun yapılması demektir. Size de salık veririm. Neyse sağlık olsun. Bir defter kapanır, başka defter açılır. Bu son sayısında gene ilginç yazılar var. Özellikle Adorno’nun "Biçim Olarak Deneme" yazısı kafa açıcı. Çok az fikir, sıfır özgünlük, yarım Türkçe ile çok fazla denemenin yazıldığı bir ülkede mutlaka okunması gereken bir yazı. Bu arada aile içi bir haber: Latife Tekin, Metis’ten ayrılıp, Everest’e geçti. Bu kez bir öykü kitabı çıkarıyormuş.

Gay ve lezbiyenler için önemli kaynak
"Hidden from History", Batı’da çok bilinen kitaplardandır. Çevrildiğini bilmiyordum. Geçen gün Adam Yayınları’nda görünce hemen aldım. Martha J. Vicinus, Martin Bauml Duberman, George Chauncey Jr. imzalı "Tarihten Gizlenenler" Phoenix Yayınevi tarafından yayımlanmış.


HaftaMın...
...çiçekleri
Berrak bir siyasal bakış, derinlemesine bir dikkat, eğlenceli kıldığı bir söylemle parlak, ışıklı yazılar yazan Milliyet’ten Ece Temelkuran ile, nüfusun sessiz çoğunluğuna, hayatın kıyısına itilmişlere, haber değeri düşürülmeye çalışılan büyük sorunlara gösterişsiz bir saygıyla tercüman olan Radikal’den Murat Çelikkan’a...

...hayatımı karartan iki kişisi
Her sabah güne başlarken, R. Hakan Kırkoğlu ve Yasemin Boran... Kaç aydır gün yüzü göstermediniz bana. Onu yapma! Bunu yapma! Gitme, gelme, oturma, kalkma! Aman dikkat et! Kimseye güvenme! Kimseyle tanışma! Para harcama! Sert açı, dik açı! Hayatımı kararttınız. Sizin yüzünüzden hiçbir şey yapamaz oldum. Ne istiyorsunuz benden?







KÜLTÜR & SANAT
















































Yazarlar