Hayat atölyesiMURATHAN MUNGANSezen’in aynasıCumartesi gecesi, Efendy’ye Sezen Aksu’yu dinlemeye gittik. Akşamüstü telefonda konuştuğumda, yorgunluktan sesi neredeyse çıkmıyordu, maşallah sahnede gümbür gümbür! Sezen evinin yanına stüdyo yaptırmış, düzenlemecisi Kıvanç K.’yı stüdyoya kilitlemiş, albüm bitmeden kimseye hayat yok anlaşılan. Yeni albümü adını Şehrazat’ın şarkısından alıyormuş: "Su Gibi".
Efendy, tam bir müzikhol olarak tasarlanmış. Büyük müzikal projelere de uygun bir mekân. Sezen üç saat kalıyor sahnede, yalnızca şarkı söylemiyor, şov da yapıyor.
Yıllar önce Müjde Ar götürmüştü beni Sezen’e. Bebek sırtlarında bir evdi. Oğlu daha yeni doğmuştu. Orhan Gencebay ile de o gün Sezen’in evinde tanışmıştım. Egemen Bostancı’daki "Sezen Aksu Aile Gazinosu" adlı şovunu seyretmeye gittiğimiz günü hatırlıyorum. "Efendim gözünüze ilişmiştir afişler, ilanlar..." diye başlayan o müzikaldeki şarkıları nasıl hatırladığıma şaşırır. Şener Şen’li, Adile Naşit’li, Ayşen Gruda’lı eğlenceli bir kadroydu. Sonra ben askere gittim. Yeni çıkan "Firuze" albümü Erzincan çarşısında çınlıyordu.
Biribirimizle sık görüşemesek de, birbirimizi uzaktan uzağa çoğalttığımızı biliyorum.
Birkaç yıl önce önce Ece Bar’da doğum günüm kutlanıyordu. Sezen hasta olduğu için gelememiş, elinde güzel bir kadife kese tutan oğlu Mithat Can’ı göndermişti. Kesenin içinde hikayesi olan güzel, küçük bir ayna vardı. Tibet’e gittiğinde bir rahibin elinde görüyor bu aynayı, artık nasıl bir hayranlıkla baktıysa, rahip tutup Sezen’e hediye ediyor; bir bakışla ayna el değiştiriyor. Sezen de sonra bir kese içinde bu aynayı bana doğum günü armağanı olarak gönderiyor. Yeni doğduğunda bir kundakta hatırladığım Mithat Can, hem koskocaman hem güpgüzel bir genç olmuş, şimdi karşımda bana "iyi yıllar" diliyor, Tibet’teki rahibin elindeki ayna, bu kez de bir duyguyla el değiştirmiş olarak şimdi beni görüyor. Böyle kendi sihriyle derinleşen anlarda hayat bambaşka bir parıltı kazanıyor.
Tahmin etmişsinizdir, "Üç Aynalı Kırk Oda" yılıydı.
Efendy’de onu seyrederken bunları anımsıyorum. Sezen, sahnedeyken bütün salon bir ağızdan söylüyor şarkılarını. Sezen, "aramızda şarkıların kardeşliği var," diye seslendiği seyircilerine, yaptığı işi "hayat tamirciliği" olarak gördüğünü söylüyor. Bana sık sorulan sorulardan biri, "Sanatçı kime denir?ödir. Duruma göre yanıtladığınız birçok tanımı vardır elbet. Bence sanatçı, çocukluğundan sanat yapabilen insandır. Hem herkesin çocukluğu bir değildir, hem de herkesin çocukluğundan sanat çıkmaz. Aslında herkes bir yerinden kırılır hayata, ama öyle bir yer vardır ki, ancak oradan kırılan insanlar büyüyünce "star" olurlar. Sezen de onlardan biri. Hâlâ hepimizden aferin bekliyor. Aferin Sezen!
Kaç yıldır, kaç aşkın haritasında, kaç kalbin hatırasında Sezen Aksu şarkıları var. Az şey değildir. Bir toplumun ruh ve kalp iklimini belirlemede şarkıların izini sürmek gerek. Şarkılar ikinci dilimizdir bizim. Ne kadar söylesek de, bir türlü öğrenemediğimiz yabancı dilimiz.
Bu arada sahnede yaptığı bir espriyi buraya almadan geçemeyeceğim: "Uzun boylu sokakta, kısa boylu yatakta," diyor. Bir bildiği olmalı!
Yürekten fırlayan kalp Kalbim yüreğimden fırlayacakmış gibi oldu!"
Geçen gece bir TV kanalında yayınlanan "Türkçe seslendirilmiş" bir filmde bu cümleyi duydum. "Kulaklarıma inanamadım," diyemeyeceğim, bu kulaklar nelere inandı! Türkiye’de hiçbir zaman "Artık bu kadarı olamaz" diyemiyorsunuz. Oluyor. Şimdi, bu işi yaptığına göre en az iki dil bilmesi gerektiğini varsaydığımız bu cümleyi çeviren, seslendiren, seslendirmeyi yöneten kişiler hiçbir rahatsızlık duymadan bu ülkede bizlerle birlikte kardeş kardeş yaşıyorlar. Bizim de kalbimiz yüreğimizden fırlayacakmış gibi oluyor!
Yakup gecesiGeçenlerde Elçin Yahşi
telefon etti. Yakup’un Meyhanesi’ne gidiliyormuş. "Emel tepine tepine perşembeleri tutturdu," dedi. Bu yüzden artık her perşembe bir yere gidiliyormuş. Diğer Emellerle karıştırmamak için kendisine, "Hiç Emel" diyorduk. "Hiç" adlı bir mobilya mağazası vardı çünkü. Geçen ay, hem mağazasını hem evini Fazıl Say’a satınca, "Sen artık bir hiç bile değilsin," diyerek, adını derhal "Eksiemel" diye değiştirdim. Fazıl Say, mağaza bölümünü de eve katacakmış, "Katmasın, o da orada piyano satsın," diye tutturdum. Eksiemel -bitişik yazılıyor- iyi bir edebiyat okurudur ama, sizleri ilgilendirecek asıl özelliği "Leyla Tuna" adıyla yazdığı şarkı sözleridir. Ben onun yazdığı şarkıları çok severim. Zeki, esprili, özgün buluşları olan şarkılardır bunlar. Bunca pop fırtınasında neden hiçbir şarkıcı, canım arkadaşımın kapısına dayanıp, "Bana da yaz, bana da yaz," demiyor, anlamıyorum. Yeşim Salkım’ın söylediği "Ben yoldan gönüllü çıktım / Memnunum buna ben / Kaç yıldır bu yoldayım ben / Aman uyma bana sen", Zuhal Olcay’ın söylediği " Belki de ben sıradan biriyim / Sen bana fazla iyisin", Zerrin Özer’in söylediği "Evli olup bekar kalsam / Çalışmadan zengin olsam / Çok yiyerek zayıflasam / Bana hep bana bana" şarkılarını müzikseverler anımsayacaklardır. Gene de hayatımda müzikle ilgilenip de, onun kadar kulaksız olan başka bir insan tanımadım. Hiçbir parçayı müziğinden tanıyamaz, ille de sözlerinin başlaması gerekecek. Yıldırım, onun kulaksız değil, düpedüz sağır olduğunu iddia ediyor.
Yakup’un Meyhanesi, birçok edebiyatçının, sanatçının, ressamın hatırasında yeri olan önemli bir Istanbul mekânıdır. Asmalımescit’tedir. 70’li yıllarda çok daha renkli olduğu söylenir. Her gittiğinizde masalarda Türk kültür hayatından çeşitli yüzler görmeniz mümkündür. O gece biraz sönüktü. Kanal 7’den Ahmet Hakan, Radikal’den Nuray Mert ve Kürşat Bumin bir masada, Ali Sirmen bir başka masada gözüme çarpanlar arasındaydı.
Hafta içi yayımcım Semih Sökmen’le Zencefil’de öğle yemeğindeydik. Kurutulmuş patlıcanla yapılan içine bulgur ve mercimek konan nefis bir "Halep dolması" yedik; aklınızda bulunsun! Benim gibi "lakto vejateryenler" için uygun mönüleri var. Mekân sahibi Ferda arkadaşımız da oradaydı. Kendi ekmeklerini kendileri yapıyorlar. Semih’le yeni çıkardıkları inceleme kitapları ve yayımcılığın sorunları ve etiği üzerine konuştuk.
Akşamına danışmanım Barbaros Altuğ ile Viktor Levi’deydik. Daha çok gençlerin, öğrencilerin gittiği bir şarap evi. Beyaz şarap sevenlerin aklında bulunsun, "Emir" adlı nefis bir şarapları var! Beyoğlu’ndaki Şarabi ve Pano ile birlikte bu üç şarap evini de seviyorum.
Bu arada yarısında çıktığım tiyatro oyunlarından, okuyamayıp elimden fırlatıp attığım kitaplardan, birkaç resim sonra arkasını getiremediğim sergilerden söz etmiyorum. Ben buraya hoş şeylerden, güzel şeylerden söz etmek için geldim.
Oyuncu - yazar İletişim Yayınları’ndan Osman Yener, gönderdiği e-postada yakında yayımlanacak olan Jeanette Winterson’ın "Powerbook" kitabıyla, yeni bir Barbara Pym çevirisinden söz ediyor. Sevdiğim yazarlar oldukları için bu nedenle yeniden hatırlatmak istedim. Ayrıca yazarlığın mutfağından daha sık söz etmemi istiyor Yener. Geçenlerde kötü bir gece geçirdim. Aniden hastalandım. Sabaha kadar hiç uyuyamadım, sürekli kustum. Bütün o sıkıntının ortasında, baktım kafam romanı yazmayı sürdürüyor. Kahramanım olan Nermin’in, hayatını anlamada ve anlamlandırmada bazı rastlantıların nasıl kaba metaforlar oluşturduğuna dair sürekli kusarak geçirdiği kötü bir geceyi yazmaya başladım. Ben oyuncu-yazarlardanım derken, biraz da bunu kastediyorum. Benim gecemle Nermin’in gecesi bir değil elbet. Ama sanırım benim gibi yazarlar değil gecelerini, her anlarını kahramanlarıyla birlikte yaşıyorlar. Kendi kendilerinin ikizleri oluyorlar. Benim gecemin kayda değer bir yanı yok, ama Nermin’in gecesini "Yüksek Topuklar" çıktığında, hepiniz biliyor olacaksınız.
Kayıp KışHürriyet gazetesinde yayımlanan "Yataş" reklam filmindeki kedinin ölümüyle ilgili olarak gazeteye yaptığım açıklama, anlam azalmasına uğrayarak yayımlandı; bu yüzden sözlerimi burada yinelemek gereği duyuyorum:Kar kadar beyaz olduğu için, "Kış" adını taktığım, eski evimin arka bahçesine gelen beslediğim mahalle kedilerinden biriydi. Çok güzeldi. Penceremin altına gelir, miyavlayarak beni çağırır, çok sevdiği kuru mamalardan isterdi. Bir ara görünmez oldu. Baktım diğerleri de yok. Beni durumdan ilk üst sokağımda oturan Hale Soygazi haberdar etti. O sıralar mahallemizde, açılımı "Kaçırdığınız Filmler Kahvesi" olan "KaFiKa"diye bir kahve açan Sinan Çetin ekibinin, kedilerden rahatsız oldukları için, hepsini çuvallara koydurup götürdükleri söyleniyordu. Mahalle ayağa kalktı tabii. Zeki Demirkubuz’un, Deniz Türkali’nin bizzat kahveye gidip, yetkililerle görüştükleri söylendi. Sinan Çetin’in muhasebe işlerine bakan birinin kendi başına yaptığı kişisel bir iş olarak anlatıldı. Özür dilendi. Konu kapandı. Bize kaçırdığımız filmleri vaat eden kahve, kedilerimizi kaçırdığıyla kalmıştı. Ben "Kış"ımı kaybetmiştim; kendi adıma, o kahveden bir daha adımımı içeri atmadım. "Kış", bana güzellikler yaşatmış benim için özel bir kediydi. Bunca yıldır onca çırpınmasına karşın, bir tek filmiyle olsun bana hiçbir güzellik yaşatamamış olan Sinan Çetin ve ekibinden çok daha fazlasını yaşatmıştı.
Hürriyet’te yayımlanan
haber benim için bu yüzden inandırıcı. Ardından konuyla ilgili birçok e-
posta aldım. Başkalarından duyduklarım da, sicillerinin bu kadarla kalmadığını gösteriyor. Kimse hayvan sevmek zorunda değil. Bizler de, sevmiyoruz diye birilerini çuvallara koyup bir yerlere atmıyoruz.
Film ekibinin de, reklam sahibi YATAŞ’ın da ciddi birer açıklama yapması ve bir özür dileme yolu bulması gerekiyor. Bize her akşam bu acıyı hatırlatan reklamın bir an önce yayından kaldırılmasını istemenin hayvanseverlerin hakkı olduğunu düşünüyorum. Dilerim konu, bizatihi YATAŞ’ın protestosuna giden bir zinciri başlatacak kadar uzamaz. Hayvanseverlerin en büyük özelliği sadık olmalarıdır ve bazı hayvanların ölüsünü, bazı insanların dirisine yeğ tutarlar.
HaftaMın......çiçekleriBirhan Keskin’e "Yeryüzü Halleri", Süreyya Berfe’ye "Nâbiga" şiir kitapları için, Yaşar Çubuklu’ya "Kovulanın İzi" deneme kitabı için, (ayrıca Orhan Koçak’ın bu kitap üzerine "Virgül" dergisinde yayımlanan yazısını okumanızı da öneririm), Mitos Boyut Yayınları’na tiyatro kitapları yayımlamayı sürdükleri için...
...notuGösterdiğiniz yoğun ilgiye yürekten teşekkür ederim. Bana gelen sorularınız içinde, burada yanıtlaması uygun olanlara önümüzdeki haftadan itibaren yer vereceğim. Bir kez daha yinelemek gereği duyuyorum: Lütfen bana ürün göndermeyin. Açıkçası okuyamıyorum. Bu arada her hafta mutlaka bir sonrakine sarkan malzemeler oluyor. Tazeliğini koruyorsa yeniden gündeme almaya çalışıyorum.
Bu arada benim bütün hayatımı bu kadar sanmıyorsunuz değil mi?
KÜLTÜR & SANAT