Kültür Sanat Herkesi yenen "Türk"

Herkesi yenen "Türk"

25.04.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

Bu ay Walker and Company yayınlarından piyasaya çıkan, Tom Standage’ın yazdığı "Türk: Onsekizinci Yüzyılın Ünlü Satranç Makinesinin Hayatı ve Zamanı" adlı kitap, Kempelen’in yarattığı olağanüstü otomatın hikâyesi. Ve daha birçok şeyin...

Herkesi yenen Türk

Herkesi yenen "Türk"

Bu ay Walker and Company yayınlarından piyasaya çıkan, Tom Standage’ın yazdığı "Türk: Onsekizinci Yüzyılın Ünlü Satranç Makinesinin Hayatı ve Zamanı" adlı kitap, Kempelen’in yarattığı olağanüstü otomatın hikâyesi. Ve daha birçok şeyin...

ŞEBNEM ŞENYENER/New York

Herkesi yenen Türk
Sırtında bir kürk kaftan, başında mücevherinin büyük kırmızı taşı pırıl pırıl parlayan bir türban, ayağında şalvar ile ilk kez seyirci önüne geldiğinde sene 1770, Viyana’da bahar vaktiydi. Sol eliyle kolu üzerinde yatık duran nargileden sanki yeni nefes çekmiş gibi bir hali vardı. İnsan ebatındaki tahta vücudu, sahte bıyıklarına rağmen bir buçuk metre uzunluğunda, yetmiş beş santim genişliğinde, bir metre yükseliğindeki masanın üstüne doğru hafif eğilerek, önünde sıralanmış beyaz satranç taşlarıyla ilk hamlesini yapmak üzere hareket ettiğinde sessizlik içindeki salondan hayret nidaları yükseldi. Avusturya - Macaristan Kraliçesi Maria Theresa’nın sadık kulu Wolfgang von Kempelen kendi buluşu olan bu tahta mankeni "hiç hata yapmadan satranç oynayan harika Türk" sözleriyle tanıttı herkese.
Bu ay Walker and Company Yayınları’ndan piyasaya çıkan, Ekonomist dergisinin teknoloji yazarı Tom Standage’ın yazdığı "The Turk: The Life and Times of the Famous 18th Century Chess Playing Machine / Türk: Onsekizinci Yüzyılın Ünlü Satranç Makinesinin Hayatı ve Zamanı" adlı kitap, Kempelen’in yarattığı bu olağanüstü otomatın hikâyesi. Wired dergisinin son sayısında anlatılan bu kitap sadece bir tarihi değil, o günden günümüze, yani Kasparov ile bir türlü yenişemeyen, IBM’e ait "düşünen" satranç bilgisayarı "Koyu Mavi"ye varışın hikâyesi. Kitap, sadece Türk’ü değil, bilgisayarın babası Charles Babage’in, 18. yy.’da "Türk"e karşı iki oyun oynayıp kaybettikten sonra ilk bilgisayarı nasıl düşündüğünü anlatıyor. Babage’in insanı bir makine olarak görmesini sağlayan ilk şey "Türk". Kempelen’in yarattığı, ilk bakışta, içindeki kayışlar, silindirler, çemberlerle sözde karmaşık bir makine izlenimi veren Türk, Babage’in insanı bir makine olarak görmesini sağlayan ilk ilham kaynağı. Yani bugün "Koyu Mavi" ile geldiğimiz nokta, Babage’in başladığı nokta, çemberin mükemmel bir daire ile tamamlandığı nokta. Bu nedenle Türk’e olan ilgi son zamanlarda yeniden artış gösterdi. İki yıl önce yayımlanan "The Turk Chess: Automation" adlı Gerald M. Levitt’in yazdığı kitap da aynı tarih üzerine. Los Angeles’ta otomat müzesi olan sihirbaz John Gaughan, Kempelen’in Türk’üne çok benzeyen bir kuklayı kısa bir süre önce gösterilerine ekledi.
"Türk", Viyana’daki ilk gösterisinden itibaren karşısına çıkan rakipleri hızla, saldırgan taktiklerle tek tek yendi. Kempelen’in Türk’ü yaratmasındaki esas ilham kaynağı 18. yy.’da Avrupa’daki otomat patlaması. Türk de Viyana’daki ilk gösterisinden sonra diğer otomatlar gibi Fransa, İngiltere, Hollanda ve Almanya’da gösteri turuna çıktı. Bu tur sırasında, satranç fanatiği olarak tanınan Benjamin Franklin ve Napoleon Bonaparte Türk’e karşı yenilenler arasındaydı. Avrupa’nın en iyi satrançısı olarak bilinen Philidor dışında Türk rakip tanımadı. Öyle büyük bir sansasyon haline geldi ki, hakkında kitaplar, makaleler yazıldı, nasıl çalıştığı tartışıldı. Kimileri sahtekârlık olduğunu iddia etti, kimileri içinde satranç bilen bir maymun ya da bir cüce saklandığını düşündü. Kempelen’in uzaktan cebinde tuttuğu bir mıknatısla Türk’ü yönlerdirdiğini dahi düşünenler oldu. Fakat kimse Türk’ün sırrını tam çözemedi. Kempelen öldükten sonra, müziği otomatikleştiren, metronom’un yaratıcısı Johann Maelzel Türk’ü satın aldı. Maelzel Türk’ü Amerika’ya getirdi. Türk bu sayede, New York’ta, Boston ve Philadelphia’da hatta Havana’da bile seyirci önüne çıktı.
1835 senesinde, o sırada 26 yaşında olan Edgar Allen Poe, Türk’e karşı iki oyun oynadıktan sonra Türk’ün sırrını çözdü. Bir yıl sonra yayımlanan yazısında, Poe, Türk’ün masanın içinde saklı birinin yönettiği kukla olduğunu açıkladı. Türk’ün dünyayı yenmesinin sırrının sihirde, yani izleyenlerin inanma arzusunda yattığını anlayan ilk kişinin Poe olması tesadüf değil tabii. Aynı şekilde tesadüf olmayan bir başka şey, Poe’nun bu makalesinde keşfettiği stili ile yazdığı gizem ve dedektif hikâyeleriyle ünlü bir yazara dönüşmesi, buna karşın sırrı çözülen Türk’ün gördüğü ilgiyi ve ünü kaybetmesi, Philadelphia müzesine atılıp bir yangınla yok olması ve sonunda 21. yy.’da Los Angeles’ta bir sihirbazın gösterisine dönüşmesi... Gördüğünüz gibi hayat bir tesadüf değil, hiç değil.






KÜLTÜR & SANAT