10.04.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:
Pek çok filmi festivallerde gösterilen, seksenli ve doksanlı yıllardaki yapıtları, biri hariç ülkemizde vizyona giren Bertrand Blier’nin “Un, deuks, trois, soleil! / Bir, İki, Üç, Tıp!” adlı filminde bir sahne vardır: Marsilya’nın yoksul göçmen mahallelerinden birindeki Afrikalı çocuk, çaresizlikten, yaşlı bir adamın evine küçük hırsızlıklar yapmak amacıyla girer. Çocuğun eve girdiğini ve aç olduğunu bilen yaşlı adam, ortalıkta hep biraz para ve yiyecek bırakır. Bir gün çocuk, yaşlı adamın yanına gidip neden o kadar iyi davrandığını sorar. Adam da ona, “Karnını iyice doyur, büyüyüp sağlıklı bir adam ol. Sonra sarışın bir Fransız kadın bul. Ondan bir sürü çocuk yap. İnsanlık ancak böyle kurtulur” der.
Metrodaki tek beyaz
Avrupa’da bu anlayışın terk edildiğini ve faşizmin hortladığını anımsattığımızda ise hemen itiraz etti Blier, biz de geri adım atıp zenofobiden dem vurduk:
“Faşizm çok sert bir tabir oldu. Benim kuşağım hakiki faşizmi gördü. Zenofob deyin, embesil deyin. Eski Yugoslavya’da faşizm var biraz. Büyük zorluklar yaşanıyor. Avrupa çok yaşlı bir kıta, işler zor yürüyor. Ama yapımız çoktan değişti. Paris’te Afrikalıların ve diğer göçmenlerin çok olduğu bir mahallede yaşıyorum. Bazen metroya bindiğimde tek beyaz ben oluyorum. Bu harika bir şey. Sorunları yapay olarak yaratıyorlar. Örneğin Fransa’da başörtüsü sorununu çok abarttılar. Sonra karikatür krizi yarattılar. Cevap bile vermeye değmez.”
Blier’nin yeni filmi “Beni Ne Kadar Çok Seviyorsun$”un kahramanı onun bizde de çok sevilen filmi “Erkeğim”de olduğu gibi bir fahişe: “Erkeğim karanlık bir filmdi, bu güneşli bir film. Hem duygu hem içerik olarak. İtalyan bir kadın ve İtalya’da geçen sahneler var.”
'Sinema aynadır’
Sürekli silahların patladığı Amerikan filmlerinden sıkıldığı için fazla sinemaya gitmeyen, daha çok kitap okumayı tercih eden Blier, ülkesinin sinemasını yakından takip ediyor. Gerek vizyondan gerek festivallerden tanıdığımız bir kuşağı beğeniyor:
“Hep genç Fransız sinemasını soruyorlar. Gaspar Noe ilginç bir yönetmen. Anne Fontaine de öyle. Bruno Dumont olağanüstü. Jacques Audiard özgün filmler çekiyor. Cedric Klapisch’in bütün filmleri değilse de çoğu çok iyi. Fransız sineması da Fransız politikası gibi. Ülkenin bir aynasıdır sinema. Her şeyin yansımasını onda görebilirsiniz.”