21.12.2020 - 07:00 | Son Güncellenme:
GÜLİN DEDE TEKİN
Kumbaracı50 bu sezona iki edebiyat uyarlamasıyla “Merhaba” diyor. Önce Gaye Boralıoğlu’nun metinlerinden uyarlanan “Muamma” perde açtı. Şimdi sırada Yiğit Sertdemir’in Oğuz Atay’ın “Demiryolu Hikâyecileri”, “Beyaz Mantolu Adam” ve “Unutulan” öykülerinden uyarladığı “Demiryolu Hikâyecileri” var. Altıdan Sonra Tiyatro ile 20 yıldan uzun süredir kolektif ruhla işlerine imza atan Yiğit Sertdemir ile kendi uyarladığı, yönettiği ve sahnede tek başına nefes verdiği “Demiryolu Hikâyecileri”ni konuştuk. “70’li yılların sonunda yazılmış olmasına rağmen hâlâ günümüze ışık tutan hikâye, DOTOrmanda’da kasım sonunda seyirciyle buluşacaktı ancak Kumbaracı50 salgının yoğun yaşandığı bu süreçte çalışmalarını bir süreliğine durdurma kararı aldı.
Demiryolu Hikâyecileri’ni sahneye taşıma serüveni nasıl başladı?
Pandemi ile beraber hikâyelere yönelme meselesi galiba zaruretten de doğdu. Uyarlama, edebiyatla buluşma fikri bir süredir vardı aklımızda. Aramızda konuşurken “Muamma”nın da yönetmeni olan İsmail Sağır, “Hikâyelerden bir şey yapsak mı?” dedi. Oğuz Atay’ın hikâyelerini hatırlattı sonra. Aslında fikir İsmail’in diyebilirim gönül rahatlığı ve gururla. Hikâye anlatıcılığı zaten bir süredir tiyatro üreticilerinin tercih ettiği bir şeye dönüştü.
Peki ya ormanda oynama fikri?
Orman meselesi sonra çıktı ortaya. Murat (Daltaban) Ağustos gibi daha fikir aşamasında olan DOTOrmanda’dan bahsetti. “Demiryolu Hikâyecileri” şöyle başlıyor; “Biz üç hikâyeciydik, yan yana üç kulübemiz vardı.” Ormandaki alanda da üç kulübe yan yana. Orman, ıssızlık... Terk edilmiş bir istasyonda hâlâ var olmaya çalışan bir yazar. İlk olarak böyle bir örtüşme oldu. İkincisi, haliyle Oğuz Atay’ın metni olduğu ve böyle bir memlekette yaşadığımız için o kadar örtüşüyor ki bu dönemle. Bir sanatçı hikâyesi anlatıyor. Sanat üreten kişiye nasıl bakıldığını, memleketteki durumunu çok temiz, zarif ve mizahi bir yerden anlatıyor.
Sonundaki “Ben buradayım sevgili okuyucu, sen neredesin?” cümlesi sanki bugünü işaret ediyor.
O cümle bayağı bir çarptı beni. Yıllar önce okuduğum hikâyeyi tekrar bu koşulda okuyunca başka bir yerden vuruyor. Bir yandan öyküdeki yazarı da eleştiren bir yanı var. Biz onunla da çok ilgileniyoruz. Yazar o trene binip gitmeyi göze alamamış. Kabullenmiş ve cesaret edememiş. “Her iş tek bir adamın üzerindeydi” diyerek bahsettiği istasyon şefinin konumlanması, temsil ettiği mekanizma daha iyi anlatılamazdı. Bir sürü noktasıyla çok içerden. O açıdan beni çok zorladı başlarda. Fazla içselleştiriyordum. Mesafe koymakta güçleştim. Şimdi hallettik onu.
Edebiyatla tiyatronun buluşması fikri bir süredir aklımızda var, dediniz. Nasıl görüyorsunuz bu buluşmayı?
Sadece biz değiliz. Diğer tiyatrolar arasında da çokça var bu yönelim. O yönelim de bana bir arada duralım gibi bir çağrı hissi veriyor. Oğuz Atay bizi çağırıyor, biz Oğuz Atay’a el ediyoruz. “Muamma”da Gaye Boralıoğlu’nun hikâyelerini oyunlaştırıyoruz mesela. Beraber neler yapabiliriz gibi bir fikrin de dayanışması var bence.
Yazarın okuyucuyu oyuncunun seyirciyi araması...
Hangi hikâyeler var uyarlamada?
Başka hikâyeler de olabilir mi diye bakarken “Unutulan” ve “Beyaz Mantolu Adam”ı tekrar okuduk. “Demiryolu Hikâyecileri”nin kahramanı olan yazar iki kişiden daha bahsediyor. Genç Yahudi ve genç kadın... Genç Yahudi’nin hasta ve zayıf olmasından, genç kadının da yorgun ve bezgin olmasından dolayı onların yerine yazmaya başladığını anlatıyor. Ben de dramaturjik olarak yazarın, “Beyaz Mantolu Adam”ı genç Yahudi adına, “Unutulan”ı da genç kadın adına yazdığını öngörerek metne yerleştirdim. “Beyaz Mantolu Adam”da bir meczup gibi gözüken aslında toplumun içerisinde bir kuklaya dönüştürülüp ötekileşmiş bir karakter var. Sonu da genç Yahudi’yle aynı. “Unutulan”da da çatı katına çıktığında eski sevgilisinin ölüsüyle karşılaşan, “Ben seni unutmuştum, ne ara öldün?” diyen bir kadın var. O da bir sabah istasyonu terk eden genç kadınla uyuşuyor ve unutulan bizim hikâyemizdeki yazar oluyor. “Demiryolu Hikâyecileri”nin finalinde ise delirmemek, ölmemek, direnmek ve en önemlisi unutmamak için, belleğinde bunları saklayabilmek için hikâyesini biriyle paylaşma gereği duyan bir adamı görüyoruz. Yazarın okuyucuyu aramasıyla, oyuncunun seyirciyi araması. Biraz oradan okumaya çalışıyoruz.