Şeytan bunun neresinde?SÜREYYYA EVRENSık sık duyuyoruz: "Fantastik edebiyat patladı". Sanki Pandora’nın kutusundan kötülükler fışkırdı, der gibi... İnsan tedirgin oluyor. Kaşlar kalktığı zaman, fantastik edebiyata yöneltilen en yaygın eleştiri, toplumun gerçeklikten kaçmasına hizmet ettiği yönünde oluyor. Bir tür altına hücum gibi tasvir edilen fantastiğe hücum toplumsal analizlerde karşımıza apolitikleşmenin göstergesi olarak çıkabiliyor. Gerçeğin bu şekilde basitleştirilmesi ve eğreti bir zemin olarak tasavvur edilmesi bende hep şu neşeli merakları uyandırır: Gerçekten kaçmak o kadar kolay mı? Gerçekten edebiyatla kaçılabilir mi? Gerçekten kaçarsan gerçek seni kovalar mı? Gerçek kendisinden kaçanları kovalamıyorsa biz neden kovalıyoruz?
Annemlerin zamanında, yetiştiği küçük kasabada, genç kızların roman okuması bir tür hafiflik olarak görülürmüş. Bir genç kızın romanlar aracılığıyla gerçekten kaçmasını tehlikeli gören bakış, zamanla bir toplumun romanlar aracılığıyla gerçekten kaçmasını tehlikeli görmeye yönelebiliyor.
"Fazla Doğu’ya giden Batı’ya düşer" sözü bu macerada bize rehberlik edebilir. Gerçeğin bu dünyadaki temsilcisi olarak kendini görenler kendilerini gerçeğin fark edemeyecekleri kadar uzağına düşmüş bulabilirler. Fantastik çılgınlığına kapılanlar da bir de bakarlar ki gerçeğin tam ortasına düşmüşler!
İnsanın aklına takılıyor, gerçekten kaçmak bu kadar kolaysa ne diye gerçek hayatta bir ütopyanın peşinden koşalım ki? Hobbit’i alan Üsküdar’ı geçiyor!
Hem cinsel fantezilerden hoşlanan insanlar sevişmekten kaçıyorlar mı? (Bana hep esas sağlıklı seks peşindekiler sevişmekten kaçıyorlar gibi gelmiştir doğrusu.)
Maupassant, hiç sevmediği Eyfel kulesinin lokantasında sık sık
yemek yermiş. "Paris’te Eyfel Kulesi’ni görmediğim tek yer burası," diyerek... Gerçeği göremeyeceğimiz tek yer de gerçeğin dibi olmaz mı bazen... Gerçekten bu denli kolay sıyrılmanın mümkün olduğunu düşünmek onu hafifsemekle beslenir. Gerçeği avucunun içinde hissedenler, bir taslakla onun bütün sırlarını ele geçirdiğini düşünenler, hoşlarına gitmediği zaman onu cezalandırmak da istiyorlar.
Başka bir şey daha var ki hayati: Edebiyatta nasıl gerçeği "gerçekçilik" adlı bir türün içine hapsetmek imkânsızsa fantastiği de ‘fantastik’ adlı bir türün içine hapsetmek imkânsız. Gogol’dan Poe’ya, Dostoyevski’den Kafka’ya, Salman Rushdie’den John Barth’a edebiyat zaten gerçek ile fantastiğin sınırlarını kaba çizgilerle tarif etmeyen, gerçeği hep fantastiğin alanından dolanarak kucaklayan yazarlarla örülü.
KÜLTÜR & SANAT