Kültür Sanat suz - i dilara'dan 'Saz - ı Dilara'ya

suz - i dilara'dan 'Saz - ı Dilara'ya

11.11.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

4 CD'lik, alışılmış formatın dışında ambalajlanmış ve "Saz - ı Dilâra" adıyla sunulmuş bir 'klasik Türk saz müziği seçkileri' yayınlandı; gönül telini gerçekten titreten.

suz - i dilaradan Saz - ı Dilaraya






III. SELİM döneminde yaşamış olan Tamburi Zeki Mehmed Ağa, vadalaşmak üzere gittiği İstanbul kadısı Müderris Arif Efendi'yle "Hacca gidiyorum, orada saza tövbe edeceğim ve bir daha çalmayacağım," der. Aldığı cevap şudur: "Çal evladım çal, böyle çaldıktan sonra Arafat'ta bile çal!"
Klasik Türk müziği estetik ve zevkini duyuran tambur, ney gibi enstrümanlar ile onlara oranla başka üslûplara açılımı daha alışılmış olan kanun ve ud, geleneksel müziğin en yaygın sazlarıdır. Klasik kemençe ve daire, kudüm, bendir gibi farklı tını ve işlevdeki ritm aletleri de eklenerek yüzyıllar boyunca çeşitli kombinezonlarla saz müziği dediğimiz icra türü ve formları ortaya çıkmıştır. Genelde eğitim (talim) ve icranın bir arada aktığı enstrüman geleneğimiz kendine özgü bir repertuvar oluşturmuş; peşrev, saz semaisi, aranağme, oyun havası, longa, sirto gibi bestelenmiş formlarla, taksim gibi spontan - doğaçlamaya dayalı çalış biçimlerinden müteşekkil bir zenginliğe ulaşmıştır.
Türk müziğinde enstrüman çalmanın, o sazı "teknik olarak çalabiliyor olmanın" ötesinde bir anlam ve derinliği vardır. Üslûp dediğimiz ve bireyselliğin önem kazandığı, yorumun öne geçtiği bir aşamadır sazendeliğin gerek şartı. Bu müziğin kendine özgü, asırlardır yazılmaya direnen seslerini (ki perde sözcüğüyle ifade edilirler), makam - usul - geçki (transpozisyon) bilgisi gibi temel meseleleri "mesele olmaktan" çıkarmış olmak zaten önkoşuldur. Tüm bunlardan geriye kalan ve esas "mesele" olan ise sazendenin, söyleyecek sözünün olup olmadığıdır.
İnsanın bir konuda söyleyebileceği sözleri, konuya hakimiyeti ve sözleri aracılığıyla karşısındakine iletmek istediği şeye olan inancı belirler. Sazende için de böyledir. Elinde enstrümanıyla, bilgi ve birikimini yeteneğinin itici gücüne teslim ederek sözlerini söylemeye başlar. Ne kadar çok sözü, mahfuzatı, görmüş - işitmişliği varsa o derecede mümkündür karşısındakine ulaşması. Dili kaç sözcükle, hangi vurgu zenginliğiyle kullandığımız gibi. Toplam 500 sözcükle konuşan bir insanın meramını anlatması gibi, bir sazende de örneğin taksim yaparken sadece makamın dizisiyle, alışılmış motifler üreterek o makamı tanımlayabilir. Müzik evrenimiz böyle vazife kabilinden yapılmış, kimsenin ruhuna, yüreğine değmeden uçup gitmiş milyonlarca icra ile doludur. Bir yandan da, diyelim Niyazi Sayın ile Necdet Yaşar'ın karşılıklı yaptığı bir doğaçlamayı yıllarca önce dinlemiş de olsa bir insan, aynı ürpertiyle anımsayabilir. (İşte o ürpertinin adı sanattır.) Bu anımsayışın gerisinde ise, yazının başından beri saymakta olduğumuz özellikler yatar.
Taşplaklardaki kayıtlarıyla günümüze seslerini ulaştırabilen pek çok usta, geleneğin kırılma belirtilerinin ciddi ciddi görülmeye başlandığı 20. yy. başlarından bize işitsel bir hazine bıraktılar. Pesendide ve süz - i dilara taksimlerini, plağa kaydeden Tamburi Cemil Bey, bu makamların mucidi III. Selim'i - aralarındaki bir asırlık farkı hatırlarsak - tanımadı, duymadı. Ama III. Selim dönemi bestekârlarından meşhur Dede Efendi ve onun talebeleri kanalıyla ulaşan eserler üzerinden bu terkibleri kavrayıp yeniden yorumladı. Cemil Bey gibi bir müzisyenin varlığının bu gelenek için ne kadar önemli olduğunu söylemeye gerek var mı? Necdet Yaşar da Tamburi Cemil Bey'e yetişemedi ama oğlu Mesut Cemil aracılığıyla zincire halkalandı.
Sayıları sınırlı müzisyenler kanalıyla, nazik şartlarda zar zor devam eden bu aktarım biçimi, radyoların ve birtakım özel cemiyetlerin etkisiyle kısmen de olsa değişmeye başlamış ve son 30 - 40 yılda oldukça genişlemiştir. Özellikle yeni sazendelerin yetişmesi açısından, konservatuvar yapısı içinde verilmeye başlanan klasik Türk müziği eğitiminin çok kalıcı katkılarından söz edebiliriz.
Yazının, bu hayli uzunca giriş bölümünü hak eden 4 CD'lik, alışılmış formatın dışında ambalajlanmış ve "Saz - ı Dilâra" adıyla sunulmuş bir "klasik Türk saz müziği seçkileri" yayınlandı. Kapakta büyük harflerle yazılmış olan "gönül titreten tınılar" deyimini görünce, bu baygınlık getirmiş kalıbın kastettiği titreyen Gönül'ün benim olabileceğimi bile düşündüm. Benim bu deyişle, bu deyişin bıraktığı ilk intiba ile ilgili hassasiyetimi bir yana bırakacak olursak, albümlerde yer alan müzisyenlerin yetkinliği, ilgili müzikseverlerin zaten hemen fark edeceği gibi her biri kendi alanında yıldızlaşmış isimler oluşu, bu çalışmayı oldukça değerli kılıyor. Her birinin sevgi ve hayranlıkla izlenen müzisyenler olması, klasik repertuvara ve makamata hakim olmakla birlikte yeni ifade biçimlerine de açık çalışmaların, iyi ve ciddi her işin içinde bulunabilecek kapasiteleri, bu özgün toplamı hazırlayan Beyza Müzik'i kutlamamızı gerektiren hususlar.
Bir profesyonel deformasyon olarak, günlük hayatında - eğer daha önce duymadığım eski veya özel bir icra olmazsa - "Türk müziği" dinleyemeyen bir kişi olarak, bu özel durumumu kıran, daha ötesi beni gökyüzüne doğru alıp tekrar yere bırakan bu sanatkârlar ve CD'leri için ayrı ayrı birer paragraf yazmak istiyorum. Çünkü her birinin özgün ve iyi işlenmiş ayrı bir fikri var bu CD'lerin.

"Neyistan" / Sadrettin Özçimi
Albümün en klasik, ağırbaşlı, geleneğin içinden ve neyin içinde yer aldığı tekke - tasavvuf ortamının ruhunu yansıtan çalışması. Bugün çok uzağımızda kalan, başka boyutlara taşınmış olan ortamların müzikal yansıması. "Perde kaldırma" dediğimiz, ana seslerin üzerinde, adım adım yükselerek yaptığı taksimler silsilesi ile Özçimi, temiz sonoritesi ve uzun soluklu cümleleri aracılığıyla nefes kesici bir dev eser ortaya koymuş. Aralıksız 30 dakikaya yakın bu eserle, hiç içinde bulunmamış olsak da bir zikir ayini resmi, günümüzün gerçeğine yaklaşıp, zihnimize çiziliyor. Bir müzik dergisinde yazıyor olsaydım, ana dizi ve perdelerle ilgili vurgulayacağım pek çok inceliği içeren bu icra ve CD'deki diğer eserler, ney repertuvarının gelmiş geçmiş ustalarına selam ediyor.

"Hayal gibi" / Göksel Baktagir
Kendine özgü bir tarz, her çalış stiline uyan bir kıvraklık yakalamış olan kanuni Göksel Baktagir'in özgün tınısını yansıtan bir CD. Onu çalarken gördüğünüzde, sazının üzerine kapanıp bütünleşerek başka bir boyuta geçtiğini hissedersiniz. Sazıyla ve sazı aracılığıyla sizinle konuşuyordur. Kendi melodilerinden oluşan özgün repertuvarı, piyano gibi farklı saz eşlikleriyle açılımları, yeni, arınmış bir ruhu yansıtıyor bu CD'de. "Yalnız Sen" gibi adeta terapi müziği yumuşaklığında icralar da var, "çılgın" icralar da. Ortaya "hayal gibi" bir kayıt çıkmış.

"Hisleniş" / Yurdal Tokcan
Eski deyişle "tannan" bir çalış üslûbu olan udi Yurdal Tokcan, serbest ve doğaçlama icrasını "tasviri" bir tasarım halinde sunuyor. Serbest ve doğaçlama olmakla birlikte düşünsel arkaplanının güçlü olduğu sezilen parçalarla kendi zihin dünyasının ve yeteneğinin de panoramasını çiziyor. "Ustaya Saygı" adlı taksimde, ajilitesi bol, tanıdık melodi iztifleri, meyan açış ve vurgularıyla eskiyi olduğu gibi bugüne taşıması örneğin. "Bad - ı saba"da kaçınılmaz olarak koyu koyu saba makamı kullanması yanında, "Uzaklar"da dokunup geçtiği evcara makamı var. Dinleyeni "hisleniş"lerine sürüklüyor Yurdal Tokcan.

"Gençlik Hülyaları" / M. Salim Tokaç
Oldukça klasik bir tat bırakan ve Cemil Bey, Refik Fersan, Necdet Yaşar gibi tambur üstatları ile hayattayken çok yakınında olduğu Cinuçen Tanrıkorur'a vefa borcu ödeyen bir CD. "Tarla Dönüşü" adlı eseri, hocasından "el almış" bir tarzda, klasik taksimlerini gayet yalın ve açık cümlelerle, "Arazbarbuselik semai"nin çetinceviz entervallerini gayet ustalıkla çalmış Salim Tokaç. CD'deki ney eşlikleri de son derece doyurucu.
Uzun zamandır bu kadar olumlu baktığım bir icra, ilham verici bir çalışma dinlememişim. Yazıyı yazarken beste yaptığımı, harflerin neredeyse notaya dönüştüğünü hissediyorum. Galiba gerçekten "gönül telim titredi"!