THE ROLLING STONES
THE ROLLING STONES İLE 40 YIL
The Rolling Stones’un beyni (Mick Jagger), ruhu (Keith Richards) ve ritmi (Charlie Watts) bir araya gelince ortaya çıkan müziğin bir benzeri daha yapılmadı. The Rolling Stones’u sevmiyorum mu diyorsunuz? Teşhisiniz kolay. Siz rock sevmiyorsunuz, ki bu The Rolling Stones’un 40 yılı yazısının dışına taşıyor. Tanrı şifalar versin.
Yoksul bir gencin elinden ne gelir, Bir rock grubunda söylemekten başka.
("Street Fighting Man")
AYLARDAN temmuz. Yıl: 1962. Yer: Londra’nın ünlü Marquee. Sahnede kendilerine The Rolling Stones diyen birkaç delikanlı var. Ünlü İngiliz blues’cu Alexis Corner aniden BBC’de bir programa gidince, Marquee Club bu gençlere bir şans tanımış. İlk ciddi sahneleri. Yaptıkları müzik Muddy Waters’ın Chicago blues’uyla Chuck Berry’nin pop - blues’u arasında gidip geliyor. Yarısı, kendi deyişleriyle, "düşman snobölar yarısı dost "modölardan oluşan seyirci karşısındaki ilk deneyim kazasız belasız atlatılıyor. İşte o günden bugüne taşlar yuvarlanıp duruyor. Bu yıl yapacaklarını duyurdukları dünya turu bir süre daha yuvarlanacaklarını gösteriyor. Dile kolay 1962’de Mick Jagger 19 yaşındaydı. Keith Richards da... Brian Jones 20, Charlie Watts 21’di. En yaşlıları Bill Wyman (bas) ise 26. Yaşayanlar ve kalanlar için şimdiyi de siz hesaplayıverin. Artık Ronnie Wood var grupta.
1994’teki Voodoo Lounge ve 1997’de İstanbul’da bitirdikleri Bridges to Babylon turları pop müziğin şimdiye dek gördüğü en çok para kazanılan ve harcanılan turları oldu. Köprünün hareketlenerek Ali Sami Yen’in ortasına gelmesi her yaştaki hepimizi keyiften çıldırtmamış mıydı? Michael Jackson’dan Madonna’ya bütün izlediklerimiz The Rolling Stones’un yanında neredeyse müsamere gibi kalmamış mıydı?
Kötü çocuklar The Rolling Stones imajı, yani çocukların bayıldığı, anne ve babaların ödünün patladığı tipler, menajerleri Andrew Oldham’a atfedilir ama onlar başlangıçta da uslu çocuklar değildiler. Bir tür şeytandılar. Sokağın sert sesi olmaya kararlı bir biçimde Bo Diddley, Little Richard, Muddy Waters, Chuck Berry dinleyen Allen Ginsberg ve Jack Kerouac okuyan bohemlerdiler. 60’lardaki çekirdek kadro çok ilginçti. Jagger ve Jones rahat orta sınıf ailelerden geliyorlardı. Keith Richards’ın ailesinin bütün derdi alt orta sınıftan bir üste geçebilmekti. Mick Jagger o dönemde Türkiye dahil bütün solcu öğrencilerin rüyası olan London School of Economics’te okuyordu. Şimdi bazılarınızın "Peki bu Sir Mick muhabbeti ne oluyor?" dediğini duyar gibiyim. N’aparsınız, kaçımız sağlam kaldık ki. Yaşlanmanın gözü kör olsun.
Oldham’ın stratejisi belliydi. Temiz tipli ve uyumlu The Beatles’a saldırgan ve edepsiz bir antitez yaratmak. Yarattı da: "Buram buram cinsellik yayıyorlardı ve ben bunu farkettim." The Rolling Stones’un aynı dönemden iyi müzisyenler olan The Kinks, The Who ya da The Animals’ı fersah fersah geride bırakıp The Beatles’ın tek ciddi rakipleri olacağı başından belliydi. The Beatles’ın keyifli ama iç bayan şurup tadı onlarda sert viskiye dönüşüyordu. Temiz ve sert. Ama yine de ilk Top 20 şarkılarının The Beatles’tan aldıkları "I Wanna Be Your Man" olduğunu söylemeden geçmeyelim.
1962 ve ‘63’te "Brian Jones, Mick Jagger ve The Rolling Stonesötular. 1965 yılı geldiğinde ise "Mick Jagger, Keith Richards ve The Rolling Stones" olmuşlardı bile.
Tatmin sorunu The Rolling Stones 60’ların ortalarına kadar bir sürü hit çıkarmıştı ama grubun Amerika ve tabii Türkiye dahil bir bir dünya markası olması için "Satisfaction"ın duyulması gerekti. Dünya gençliği "I Can’t Get No" deyip başka bir şey demiyordu. Tatminsizlik diz boyuydu ve sanki iki üç yıl içinde patlayacak öfkenin öncülerinden biriydi bu göreli olarak optimist şarkı. ‘70 ortalarına kadar sürecek ‘68 patlamalarının müzik ayağını The Rolling Stones oluşturmuştu demek fazla abartı olmaz. Gençlik isyanına katılmış savaş ve sonrası çocukları için popüler kültür rock’n roll’du, rock’n roll da The Rolling Stones demekti. 1968’de çıkardıkları muhteşem "Street Fighting Man"i bir daha dinleyin. Keith Richards’ın müthiş akustik gitarı ve Charlie Watts’un davulu eşliğinde Mick Jagger’ın anti - Vietnam savaşı, sistem karşıtı neredeyse bir Marksist isyan çağrısı sizi, yaşınız önemli değil yüreğiniz hâlâ heyecanlanabiliyorsa, yeniden sokağa çıkaracak. Hele 1969’da çıkardıkları "Let It Bleed" albümündeki "Gimme Shelter"ın üstüne seks, uyuşturucu ve isyanla dolu bir rock şarkısı daha yapılmadı. Haksızlık etmeyelim ve başka babalar da yok muydu diye soralım. Tabii ki vardı ama hiçbiri Stones’a benzemiyordu. The Beatles’ın etki alanı ebeveynleri de kapsayacak kadar genişti. Amerikan folk bohemi Bob Dylan popüler kültür açısından yeterince geniş kitlelere hitap edemiyordu. The Who ve The Grateful Dead müzik arenasına biraz gecikerek girmişlerdi. Elvis Presley tam bir durgunluk dönemi geçiriyordu vb.
Biraz da acı biber The Rolling Stones’un şarkıları varolan kapitalist değer yargılarına karşı olduğu için tabii ki ciddi bir siyasal hava içeriyordu ama onların esas dertleri başta seks olmak üzere kişisel özgürlüklerdeydi. 1972 yılı geldiğinde yayınladıkları "Exile on the Main Street" onların artık iyice ölmeye başlayan hippie kültüründen koptuklarını bir işareti oldu. Artık, çok kullanılan bir tanımlamayı ödünç alırsak, onlar rock’ın karanlık prensleriydiler. Özellikle Mick Jagger’ın aristokrasi, lüks ve güzel kadın düşkünlüğü tepeye vurmuştu. Keith Richards uyuşturucu sorunu yaşıyordu (aslında ‘70’lerde Mick Jagger da bir temizlenme kürü ardından Bodrum’a gelip Ahmet Ertegün’ün evinde bir süre kalmıştı). Brian Jones artık yaşamıyordu. Sıkı feministler tarafından seksist olmakla suçlanıyorlardı. "Play With Fire" ve "Back Street Girl" ile rantiye takımına saldıran The Rolling Stones Mick Jagger’ın kişiliğinde eleştirdikleri dekadansın bir parodisine dönüşüyordu ki bu ‘90’larda iyice hızlanacaktı. Marianne Faithfull ‘60’larda kalmış, onun yerini Bianca, Marsha Hunt, Jerry Hall ve de yüzlercesi almıştı. Mick Jagger’ın çocuklarının annesi Jerry Hall’u Warren Beatty gibi bir süper starın elinden nasıl aldığı hâlâ bir efsane olarak anlatılır. Ne var ki her şey bir yana onlar müthiş profesyonellerdi ve dünyanın her yanındaki bohemlere kendilerine istedikleri imajda kabul ettirebiliyorlardı. İstanbul’daki "Bridges to Babylon" konserinde arka arkaya "Gimme Shelter", "Street Fighting Man" ve "Sympathy For the Devil"i söylemeleri boşuna değildi. Çünkü stadyum onlar gibi, vazgeçmiş ve de az sayıda da olsa vazgeçmemiş, eski tüfeklerle doluydu. Çıkardığı sesler ve imajlarına ne kendi meslektaşlarının ne de hayranlarının bir kusur bulması mümkün değildi.
Yaşlanma sorunu Bob Dylan ya da Patti Smith yaşlandıklarını kabul ettiler ve bir şekilde ona göre makul bir seçimde davranmaya başladılar. Fakat The Rolling Stones ve de özellikle Mick Jagger için 59 yaşında yaşlanmış olmayı kabul etmek mümkün değil. Jagger hâlâ "kuyruğundaki suyu sallamaya çalışan bir ördek" gibi zıp zıp. Ama acaba makul bir şekilde yaşlanmak bir zorunluluk mu? Yaşlanmayı kabul etmemek, edememek bir hata mı? Rock‘n roll, dünyanın en genç şeyi. Ondan daha genci yeryüzüne daha gelmedi. Hayatlarını bu kadar genç bir şeyle geçirenler, isteseler bile, nasıl yaşlanabilirler? Cevabını biliyorum. Yaşlanırlar ama onların yaşlanmaları ötekilerinkine benzemez.
Ayrıca Mick Jagger bunu çok önceden ilan etmişti. 1981 tarihli ünlü şarkısı "Start Me Upöta "Once you start me up, I’ll never stop" dememiş miydi? O da durmuyor işte. Lüksü ve kadınları çok seviyor ama rock’n roll’dan vazgeçmiş değil. Herhangi tarihli bir Stones albümünü alın ve dinleyin. Saf rock duymuş olacaksınız. The Rolling Stones’un beyni (Mick Jagger), ruhu (Keith Richards) ve ritmi (Charlie Watts) bir araya gelince ortaya çıkan müziğin bir benzeri daha yapılmadı. The Rolling Stones’u sevmiyorum mu diyorsunuz? Teşhisiniz kolay. Siz rock sevmiyorsunuz ki bu The Rolling Stones’un 40 yılı yazısının dışına taşıyor. Tanrı şifalar versin.
Ünlü albümleri Rock müziğin nelere kadir olduğuna bir kez daha emin olmak ya da rock’a başlamak için ünlü grubun şu albümlerini şiddetle öneririz.
Aftermath" (1966)
Beggars Banquet" (1968)
Let It Bleed" (1969)
Sticky Fingers" (1971)
Exile On Main Street" (1972)
Some Girls" (1978)
Singles Collection: The London Years" (1989)
Ayrıca, bize kalırsa, Mick Jagger’ın 2002 solo albümü "Goddess in the Doorway"i de bir dinleyin. Yine bizce farkın çok ihmal edilebilir olduğunu göreceksiniz.