13.06.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
Ceyda Ulukaya - Dilek Livaneli’yi Samsun’un ücra köylerinden Kumköy’de 10 yıl boyunca sürdürdüğü birleştirilmiş sınıf öğretmenliğinden küresel öğretmenliğe uzanan hikâyesiyle tanıyoruz. Tuvaletlerini dahi temizleyerek işe koyulduğu derme çatma Kumköy İlkokulu’nu, her öğrenciye bir dizüstü bilgisayarın, akıllı tahtanın, kodlama eğitiminin verildiği kolej standartlarına yükseltmekle kalmadı, tüm köyün kalkınmasına yönelik projelere imza attı. “Sen belediye misin?”, “Memleketi sen mi kurtaracaksın?” diyenlere, hiç yoktan işittiği azarlara aldırış etmeden, en çok yoksunluklarıyla gündeme gelen köy okullarının nasıl örnek bir eğitim modeli sunabileceğini ispatladı. Aldığı sayısız ödülün yanı sıra başta Kumköy halkı olmak üzere tüm Türkiye’nin sevgisini kazandı. Ve Kumköy’de başlayıp Londra’ya uzanan hikâyesini “Bir Dilek Yetmez” kitabında kaleme aldı. Livaneli’yle tüm sevinçleri, heyecanları, zorlukları ve bolca mücadelesiyle ilham olması dileğiyle yazdığı kitabını konuştuk.
Önce kitabı yazma motivasyonunuzla başlayalım.
William Arthur’un bir sözü var; sıradan öğretmen anlatır, iyi öğretmen açıklar, yetenekli öğretmen yapar ve gösterir, büyük öğretmen esin kaynağı olur. Benim de tek isteğim bu. Öğrencilerime, topluma, meslektaşlarıma ilham verebilmek. Ben öğrenciyken karşıma böyle yaşanmış örnekler gelseydi, belki çok daha büyük işler yapacaktım. Kalkınma köyden başlar. Öğretmenlerin liderlik becerilerini nasıl geliştirebilecekleri ve uygulayabileceklerini görmeleri için bir başucu kitabı bu.
Epsilon Yayınevi’nden çıkan “Bir Dilek Yetmez” için Livaneli “En büyük hedefim bu kitabın 7 bin köy okuluna ulaşması” diyor.
Kitapta, daha çok yoksunluklarıyla gündeme gelen köy okullarının dezavantajlarını avantaja çevirdiğinizi anlatıyorsunuz. Nasıl?
Mesela birleştirilmiş sınıf. Bugün en çok övdüğümüz Finlandiya’da araştırmacılar 8 sınıf eğitim modeli uyguladılar ve gördüler ki bu sınıflarda daha lider ruhlu öğrenciler yetişiyor; çünkü akran öğrenmesiyle gelişiyorlar. Birleştirilmiş sınıf hayatın gerçeği. O yüzden bu bir avantajdı. Baktığınızda, üstümde bir amir yok. Öğretmen de benim, müdür de, hizmetli de. Bu da bir avantajdı. Bazen bana “Sıkıyorsa gel de kolejde fark yarat” diyorlar. Ben de diyorum ki, orada da tam tersi bir döngü yaratırdım.
Ne yapardınız?
Köydeki çocukları nasıl teknolojiyle, sporla, seyahatle buluşturduysam, kolejdekileri de örneğin alırdım köy kampı yaptırırdım, teknoloji orucu tuttururdum. Sistem aslında çok basit, yaşamadığı bir şeyi ona tattırmak, yaşayarak öğrenme kuramı diyoruz buna.
Yaptıklarınız klasik öğretmenlik kalıplarının çok dışında. Siz bu modeli nasıl tanımlıyorsunuz?
Yeni nesil öğretmenlik. Öğrenci odaklı yaşayan, onlara özgür alan tanıyan bir profil. Duvarsız eğitim, esnek sınıf, özellikle kırsal bölgede özgüven çalışması. Dominant öğretmen değil, ekibin bir parçası olan öğretmen. Bu çok kıymetli. Ve de işin sonunda çeviklik var: Siz ne kadar öğretmeye çevik olursanız öğrenciler de öğrenmeye o kadar çevik oluyor.
“Köy okulları kapatılmamalı”
Kumköy’de okulunuzun kapatılmaması için ayrı bir mücadele veriyorsunuz...
Kumköy’de ilk dönem 25 öğrencim vardı ama köyden kente ciddi bir göç var. Mevcut 10’un altına düştüğünde okul kapanıyor. Ben okulu köyün yaşam alanı haline getirdim ki, kilit vurulmasın. Hele bir yıl 12‘ye düşüyorduk, çevre köylerden öğrenci topladım. Bana göre en iyi okul en yakın okuldur, köy okulları asla kapatılmamalıdır. 10 öğrenci sınırı kesinlikle kalkmalı. 3 öğrenci de olsa, o köye bir öğretmen atanmalı. Bu atanma problemini de çözer. Düşünün ki geçtiğimiz yıl 14 bin köy okulu kapatıldı, bunlar korkunç sayılar. Bırakın kapatmayı, kapatılanlar da geri açılmalı.