Kültür Sanat Vizyonu cinler mi çarptı?

Vizyonu cinler mi çarptı?

29.05.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:

Her hafta bir ya da birkaç tane “yerli ve cinli” korku filmi vizyona giriyor. Peki, nereden besleniyor bu cinler ve filmleri?

Vizyonu cinler mi çarptı

Müjde Işıl  - Sene 2004… Orhan Oğuz’un yönettiği ve başrollerini İpek Tuzcuoğlu, Ece Uslu, Özgü Namal’ın paylaştığı cinli korku filmi “Büyü”nün galası yapılıyor Maçka G-Mall’da. Dekor olarak kullanılan malzemenin tutuşması sonucunda yangın çıkıyor ve galaya katılanlar, ölümle burun buruna geliyor. Bir yanda dumandan boğulma tehlikesi bir yanda izdihamda ezilme riski… İnsanlar hastanelik oluyor. O galaya katılanlar arasında Atilla Dorsay da var. “Sinemayı seviyoruz ama uğruna ölecek kadar da değil” diye özetliyor o gece yaşananları. 

Haberin Devamı

İzleyici sayısı 500 bini geçen “Büyü”, günümüzde her hafta vizyonda bir ya da birkaç örneğini gördüğümüz cinli korku filmlerinin furyasını ateşleyen yapım oldu. 2006’da Hasan Karacadağ, bir seriye evrilecek “Dabbe” ile çıktı karşımıza. Bu serinin her yapımı da küçümsenmeyecek seyirci rakamlarına ulaştı. Sonrası ise çorap söküğü gibi geldi. “Musallat”, “Siccin” vs… Bu filmler, birçok alt türü olan korku sinemasını ülkemizde neredeyse tek türe indirgediler. Büyük bütçeli filmlerin olduğu haftalarda da vizyondalar, vizyona az film girdiği zamanlarda da… Birbirinden tuhaf isimleri ve “cin çarpmış” afişleri var. Pandemi nedeniyle duraksayan cinli filmler furyası, kısa bir aradan sonra perdeye yeniden egemen oldu. 

Haberin Devamı

Vizyonu cinler mi çarptı

Neden ve kime cin? 

Genel ölçekte baktığımızda dünya sinemasında korkunun başkahramanları olarak vampirleri, kurt adamları ve zombileri görüyoruz. Hayaletleri ve bir dinî unsur olarak şeytanı da bunlara dâhil edebiliriz. Dinsel ve geleneksel geçmişimiz ise üç harflileri, cinleri korku motifi olarak o kadar bilinçaltımıza yerleştirmiş ki cümle içinde isminin geçmesi bile kulağımızı çekip tahtaya vurmamıza yetiyor. Aşina olduğumuz ve inandığımız şeyden korkuyoruz doğal olarak. Korku filmlerinin cine takılmasının geleneksel kodunu bununla açıklayabiliriz. Cin varsa korku var ve bundan korkmaya hazır seyirci de var. 

Peki, işin prodüksiyon boyutu nasıl? Senaryo için uzun uzadıya kafa yormaya gerek kalmıyor. Cinin varlığı kâfi. Geniş bir ekibe ihtiyaç yok. Minimal bir kadroyla kısa zamanda çekilebiliyor. Yönetmen koltuğunda çok hünerli isimler aranmıyor. Oyuncu kadrosu için de ünlü isimlere gereksinim yok; rol yapanın korktuğunu seyirciye belli etmesi yeterli. Biçimsel estetiğin falan bahsi bile geçmiyor. Korkunç yüzlü bir afiş, içinde cin geçen tuhaf bir isim, amatör bir oyuncu kadrosu, sessizlik anında patlayan müzikler ve çokça “böööö” sahnesi derken prodüksiyon tamam. Bütçelerin büyük kısmı efektlere ve makyaja gidiyor. Onun dışında zorlayıcı bir giderden bahsetmek zor. Bütçesi yüksek, masrafı fazla olmayınca zarar etmek de zorlaşıyor elbette. Özellikle de cinli filmlerin, çoğu bağımsız ve ödüllü yerli/yabancı yapımın seyirci sayısını katlayan kemik izleyicisi olduğu düşünüldüğünde… 

Haberin Devamı

Seri imalata dönüşen cinli filmler furyası yaklaşık 20 yıldır sinemalarımızda boy gösteriyor. Yüksek kriterleri olmadığı, pek çok türe göre şablonlarla hızlı ve kolayca kotarılabildiği için bu üretim devam edecek gibi görünüyor. Korku sinemamızda yeni akım, belki de korku anlayışımızı yenilediğimizde

Vizyonu cinler mi çarptı

gerçekleşecek. 

‘Furyaya dönüştükçe kalite düştü’

Milliyet Sanat yazarı Hasan Nadir Derin, vizyona giren filmleri asla kaçırmaz ve her filmle ilgili yorumunu hiç yüksünmeden paylaşır. Dolayısıyla yerli korku filmleri hakkında onun gözlemi ve değerlendirmesine kulak vermekte yarar var. Nadir, bu furyanın geldiği noktayı yorumluyor. 

“2000’lerin başında, neden sinemamızdan yerel korku unsurlarını kullanan korku filmleri çıkmıyor, diye hayıflanırdık. Seyrek örneklerle başlayan bu tip korku filmleri giderek bir furyaya dönüştü. Ancak biz iyiye gitmesini beklerken prodüksiyon kaliteleri, senaryoları ve oyunculukları daha da kötüleşti. Bunun farklı nedenleri var. İlk başlarda düşük bütçelere rağmen iyi gelir getiren filmler, giderek daha fazla yapımcının ilgisini çekmeye başladı. Bütçeler gitgide daha çok düştü ama her şeye rağmen, bu tarz filmlerin hep bir seyirci kitlesi olduğu için bu filmler kâr etmeye devam ettiler. Ama artık neredeyse, bir sinema filminin asgari gereklerini yerine getirmeyecek kadar düşük bütçelere gerilemiş durumdalar. Bu filmlerde çoğunlukla genç oyuncular ve yönetmenlerle çalışılıyor. Onlar da büyük ihtimalle çok para almayıp bunu sektöre giriş için bir fırsat olarak görüyorlar. 

Haberin Devamı

Neden hâlâ izlendiklerine gelince… Bu filmlerin gösterime girdiği salonların çoğunlukla sosyoekonomik düzeyi ve eğitim seviyesi düşük bölgelerde olması dikkat çekici. Yine bu bölgeler çoğunlukla muhafazakâr bölgeler. Bu da çoğunu İslami korku olarak tanımlayabileceğimiz ve genellikle korkutmaktan çok uzak olan bu filmlerin hedef kitlesinin korku filmi hayranları değil, sinemayı kendilerine ucuz bir buluşma mekânı olarak konumlandıran muhafazakâr çiftler olduğunu gösteriyor. Kimi zaman izleyecekleri filmin ne olduğunu bile incelemeden salona giren çiftler, başka yerde yapamayacakları ufak yakınlaşmaların fırsatını bulabiliyorlar.”