12.05.2011 - 21:07 | Son Güncellenme:
ŞÜKRAN PAKKAN
Bazı âşıkların iki kalbi yoktur, tek kalpte atar aşk.
Bazı âşıklar elleriyle verir kalbini, karşılık göremez ama.
Bazı âşıklar ise zaten kırık kalple doğar. İflah olmaz, acıdan uzak kalamaz.
Bazılarıysa aşka daha doğarken hazırdır ama sığınacağı kalp gecikir karşısına çıkmaya.
İnci Aral’ın “Yeni Yalan Zamanlar”a vurgun sadık okurları, aşkı farklı bünyelerde tarifine alışkındır. Bu kez, doğuştan kalbi kırık kadın ile doğuştan sığınacağı kalbi arayan erkeğin hikayesinden temelleniyor romanı. Ve kırık kalpli âşıkları, aşka hazır olmayanları, aşkı çoktandır bekleyenleri, aşktan haberi bile olmayanları, aşkı aşkla yaşayanları yine farklı bedenlerde ama bir hikayenin içinde doya doya anlatıyor.
Ömürlük âşık olamamak
Hikaye, konservatuvar müzik bölümü öğrencisi isyankar Deniz ile aynı bölümde okuyan taşradan gelmiş Cihan’ın arasındaki hayata geçemeyen aşkla başlıyor. Bazen tutkulu âşık oluyorlar; bazen vicdanlı, bazen umutsuz, ama çoğunlukla iyi arkadaş.
Ama bir türlü ömürlük âşık olamıyorlar.
Çünkü, Cihan, müzik eğitiminden sonra yurtdışından alacağı akademik unvanlarla dünyaca ünlü bir ekonomist olma hedefinde. Deniz ise, masum hayalleri olan hırslı bir devrim kızı. Hayali; herkes için güzel bir dünya. Kendi hayalleriyse belirsiz. Ne müzik öğretmeni olmak istiyor, ne de çocuklu bir ev kadını. “Kendi şarkısını söylemek istediğini” söylüyor. Bu yüzden, romana adını veren “Şarkını Söylediğin Zaman”, Deniz’e ithaf. O denli karamsar, o denli ümitsiz hayattan.
Okurken, Deniz karşınızda olsa “Çalıyor senin şarkın, duysana” diye bağırasınız geliyor. Çünkü okur, âşıkların duymadığı kendi şarkılarını, Deniz ve Cihan’ın günlüklerinden dinliyor. Bu bölümlerde, birbirlerine âşık kadınla erkeğin aynı anda nasıl farklı dilleri konuştuklarını görmek de çok etkileyici.
Erkek, “Sana çok âşığım, bana sığın, mutlu olalım” diyor. Ama elbette içinden.
Kadınsa, “Ben bu kadar âşıkken, nasıl bu kadar kayıtsız bana? Neden çekip almıyor beni kendi hayatına?” diyor. Ama elbette içinden.
Kısa bir aşk hikayesi oluyor onlarınki. Deniz; devrim, mücadele, eşitlik kavgaları peşinde. Cihan ise hedeflerinin. Birbirlerini 12 Eylül darbesinin verdiği yaralar, yaşam ve devrim mücadelesi içinde kaybediyorlar.
İçinizi ürpertiyor
Aşk sözde ölümsüz; ama orada öylece, sahipsiz, öksüz kalıyor.
Ya da okur öyle sanıyor.
Hatta bir ‘kötü okur’ itirafında bulunayım: Kitabın yarısına varmadan ‘sıradan bir hikaye’ yaftasını yapıştırma aceleciliğine gitmeden, kesinlikle satırlara teslim olmalı. Çünkü gerçek aşk olduğu için, Cihan’ın içinde bir kez yeşeren aşk yıllara yenilmiyor. Tüm canlılığıyla orada bekliyor.
Bir de ‘hain yorumcu’ itirafı: Deniz kendinden vazgeçmiş, ama aşk Cihan’dan vazgeçmiyor. Bekliyor, geri geliyor, kalbini yeniden ele geçirmeye hazır taarruza geçiyor.
İnci Aral, usta romancılığını konuşturuyor; aşkı yeniden ve yeniden öyle güzel diriltiriyor ki... Elbette, kiminle ve nasıl yeniden doğduğu okuruyla kahramanları arasındaki sır. Burada paylaşılmayacak.
Ancak bazılarına göre garip, bazılarına göreyse efsane sayılabilecek bir aşkın romanı bu. Kırık ve yarım kalmış bir hikaye, yıllar sonra buluşan farklı ama tanıdık kalpler, iç ferahlığı veren bir final.
İçinizi ürpetiyor, garipsetiyor, sorgulatıyor, bazen üzüyor, bazen mutlulukla yüreklendiriyor.