29.06.2006 - 18:00 | Son Güncellenme:
Canan'la Sohbet / Canan Özgün
(2004) -
Otomobil hayatınızın önemli bir parçası mı?
İki ayrı açıdan bakıyorum bu olaya. Biri ihtiyaç, diğeri zevk, hava atmak. İhtiyaç olarak otomobil olmazsa olmaz. Markası hiç farketmez, ancak en azında orta seviyenin üzerinde olması önemli. Görsellik açısındansa, otomobil farlarını, insan gözüne benzetebilirsin. Benim yıllar önce Lincoln Navigator arazi aracım vardı. Tabiri caizse, 'öküz’, büyük baş hayvan gibiydi. Öyle bakardı ki bana farlarıyla, korkardım içinde olmaktan. Otomobil insanı korkutmamalı, fiziğiyle doğru orantılı olmalı!
İdeal otomobiliniz nedir?
Yaşadığım konuma, hayatın içeriğine göre binek otomobil yerine arazi aracı tercih ediyorum.
Ancak bu araçlar, dar İstanbul sokaklarında bazen fazla olabiliyorlar...
Minyatürleri de var! Binek, arazi aracı karışımı... X5’ler, şimdi çıkan Porsche’lar... Ben onlara melez diyorum. Bagajı küçük, ama 4X4. Hayatta off-road yaparken ihtiyacın olmayacak kadar televizyon ve radyosu olan, lüks ahşap kaplamalı melezler... 240 km/s hıza ulaşabilen araçlar... İşte bu melezler bize uygun. Sebep aslında insanlara tepeden bakmak değil. Asıl, trafiğin içinde insanlardan kendini saklama, gizleme. Sana gelebilecek zarar veya sevgi, her ikisinden de mümkün olabildiğince uzaklaşabilme tutkusu!
Normal bir otomobile binseniz ve camlarınız filmli olmasa, neler olur?
Chrysler Sebring’im vardı üstü açık. Çok heveslendim, 'Yaz aylarında üstü açık otomobile bineceğim’ dedim. Sonra İstinye’den evimden çıkıp, Bebek sahiline gittim. Sanıyorum toplu taşımacılık yaptım! Yaklaşık 30 - 35 kişiyi arkaya misafir ettim! İstem dışı oldu, içeri atladılar. Olmuyor! Ama Antalya, Marmaris, Bodrum’da biraz daha kolay olabilir. Oralarda şöhretleri daha kanıksadılar.
Otomobille ne zaman tanıştınız?
Çok şanslı bir çocuktum. 18 yaşına girdiğimde, sarı bir Renault Toros’um oldu. Bir o kadar da şansızdım! Babam 'Ehliyetini aldın, şimdi sana bir tane otomobil alacağım, bizi bayram gezmesine götüreceksinö dedi. Babannemlere gidelim, şöför olayım diye aldı. Kendisi hiçbir zaman kullanmadı. Direksiyona oturmadı bile! Kullanmayı arkadaşlarımın arabalarında öğrenmiştim. Bayramın ilk günü kullandım. Toros’a ilk oturdum ve Suadiye’den köprüye girerken, köprü girişinde motoru yaktım! Meğer yağ ve su koymamışım. Sonra biz vincin arkasında, 120 derece açıyla babaannemlere gittik. Babam arabayı benden aldı ve amcama verdi. Ben sadece bir gün kullanabildim...
İlk otomobilim Şahin, benim okuldan atılma sebebim oldu. Çok ilginç bir şey başıma geldi. Büyük Millet Meclisi’nin tam önünde alt geçit vardı. Bir adam ezdim. Yayanın girmemesi gereken, tel örgülerle çevrili alt geçide yaya dalıyor. Ben alt geçidin yokuşunu çıkıyorum. Yaya görüşü sıfır... Tam düzlüğe geldiğimde görüntü kafayla başladı... Kafa, kol, vücut, ayak derken, ayakta anca kurtarabildim! Hakikatken kötü oldu. 30 metre sürükledim. 2-3 ay bunalıma girdim, hastanede yattım. Sıfır suçum vardı. Mahkeme beni suçlu bulmadı. Adama baktım, elimden geldiğince masrafları karşıladım. Keşke şimdi ailesine ulaşabilsem, nasıl olduğunu öğrenebilsem. Acaba nerelerde, ne yapıyor? İnsan kendini suçlu hissediyor. Bu bunalım içindeyken, sınavlarımın hepsi kaçtı, okul benim için bitti.
Bütün bu olaylardan sonra otomobil kullanmaktan soğumuşsunuzdur...
Bir yıl filan kullanmadım. Bir sonraki arabamı 93’de aldım. Çalışmaya başladım ve beyaz bir Golf GTi aldım. Ön ve arkasına spor aksesuar yapılmış, tek egzozu dörde çıkarılmış bir arabaydı. Küçük bir motoru vardı, görünüşü prens gibiydi. Ben araba konusunda bahtsızım. İstanbul’un en büyük yağmuru yağmıştı. Kalamış’ta, vapur iskelesi önündeki büyük meydanda, 1,5 metreydi sular. Resmen ana yolda, havuzun içine daldım. Normal su birikintisi sandım ve görmedim. O araba da orada bitti. İçinde, belime kadar su geldi.
Artık sizden iyi bir haber bekliyorum...
Sonra bir Renault 9 Spring aldım. Taş gibiydi, onda hiçbir sorunum olmadı. Bir - iki yıl onu kullandım, kazasız belasız. Radyoculuğa başladığım ay kırmızı spor bir Hyundai Scoupe aldım. O yıllar gösteriş zamanıydı. Şöhretin başlangıcından önceki zaman... Yani Ş.Ö, Ş.S diyelim. Şöhret öncesi tamamen gösteriş yıllarıdır bir genç için. Şöhret sonrası gösterişe ihtiyacın kalmıyor, çünkü sen bir gösterişsin! Sonra o Hyundai’yi şöförüme verdim. 'Karabiber’, Hyundai dönemime denk gelmişti. 'Ulan!’ dedim, 'Ne oluyor? Şöhret olduk!’ dedim. Chevrolet Blazer aldım, siyah bir Blazer.
Blazer’a alışabildiniz mi?
Blazer minyatürdü. Az önce söylediğim melez kategorisine girenlerden... Blazer’i sattım, 4X4 rahatsızlık verdi ve Mercedes aldım. Mercedes ve ondan sonra aldığım BMW 323, hayatımın en konforlu araçlarıydı. Binek otomobil zevkini çok tattım, fakat tekrar insan o Bostancı Gösteri Merkezi kulisine 4X4’le girmek istiyor!.. Daha tadamamış... Şimdi umurumda bile değil, taksiyle bile gidebilirim. Gittim, Lincoln Navigator aldım. Metrelerce bir araçtı...
Aracınızda kendinizle baş başa kalınca neler hissediyorsunuz?
Bir erkek için... Kadın için de belki, bilemiyorum... Kendinle hesaplaşabileceğin tek yer, şöför koltuğu. Kendi dünyan. Müziğini aç, görselliğin var, önünde yolun...
'Dört kolona güvenirim!’
Kadın ve otomobil...
* İlk Otomobili
Doğan görünümlü Şahin!
Bilkent Üniversitesi edebiyat filolojisini kazandım. İlk açıldığı yıldı ve 500 öğrenci vardı. Sadece üç tane araba vardı. Hazırlığı bitirdim. İlk 10 a girdim. Sonra babama 'Bak oğlun Amerikan filolojisinde okuyor. İlk 10 a giriyor... Üniversitede üç araba var. 500 kişiyiz. Benim ayrıcalığım olsun, ayıp!’ dedim... Hiçbir şey demedi ve hemen araba aldı. 1989’du. Doğan görünümlü bir Şahin aldı. O yıllarda modaydı. Şahin Doğan’dan birkaç milyon ucuzdu. Ön panelini, Doğan paneliyle değişitirirdin, arkasına 'Doğan’ yazardın. Sonuçta okulun dördüncü arabasının sahibi oldum. Siyah bir Şahin. Ona gözüm gibi baktım. İçinde sigara içirtmezdim. Yurttan rektörlüğe, rektörlükden turizm binasına servis yapıyordum. Ama zevk alıyordum arabamda arkadaşlarımın olmasından. Onların tek çilesiyse, otobüste herkesle gidememekti...