"Fan fin fon fotoğraflar bu albüme hiç uymazdı"Rana ve Anjelika: "Bahar Korçan kıyafetler dikti, fotoğraf stüdyolarına gidildi..."Ahmet TulgarBeş kadın. İkisi önde. Üçü arkada. Öndekiler: Aşkın peşinde eski SSCB topraklarından Türkiye’ye gelen piyanist, besteci Anjelika Akbar ve eski turizmci, DJ ve sunucu Rana Pirinççioğlu. Arkadakiler: Türkücü Zara, eski milli voleybolcu ve işkadını, şimdinin biyo-enerji hocası Deniz Karamehmet ve prodüktör Oya Temelli. Bu beş arkadaşın imzasını taşıyan CD "bir’den Bir’e" (Birinci b özellikle küçük yazılmış) günlerdir kulaklığımda.
İşte yine o piyano (Anjelika) damla damla düşüyor iki gergin derinin üstüne. Yağmurun altında bir kadın (Rana) bundan önceki 11 parçada yorgun düşmüş bizlere yeniden felsefenin o en temel sorusunu soruyor: "Ben kimim?" Ve o zaman acı, kara karanfil kocaman bir haykırışla açıveriyor (Zara).
Bu albümü tanımlamak zor. Söyleşimiz boyunca o kadar çok kavram dökülüyor ki ortaya: Tasavvuf, iç yolculuk, Ben, İslam, meditasyon, Hint felsefesi... Hatta bir ara Anjelika "New Age" filan da dedi de, artık onları redaksiyonda kırpıverdim.
Şu aralar bu kadınlara, özellikle de burjuva kadınlarına bir haller oluyor. Hayatlarını yeniden anlamlandırma çabası içindeler. Çoğu yoga, meditasyon ya da başka "stres ve nevrasteniyle dövüş teknikleri" salonlarında heder olur, Himalaya yollarında topuklarını kırarken, bazıları da işte böyle oturup sıkı işler çıkarıyorlar.
Murathan Mungan’ın yeni romanı "Yüksek Topuklar"a göre "Kadınlar birbirini sevmez, hatta nefret ederler, rekabet içindedirler, ortak bir şey üretemezler". Bu doğru mu sizce?
Rana Pirinççioğlu: Kadın var, kadın var. Her cinsi, her türü var. Ama belli bir frekans yakaladı mı iki kadın, ya da biz ikimiz ön plandayız, ama üçüz, dördüz, Zara ile beşiz, belirli bir frekans yakaladı mı kadınlar kendi aralarında çok da iyi anlaşıyorlar. İşyerlerinde de orta kademedekiler hep kadınlardır, hani içten pazarlıklar,
oyunlar, Bizans entrikaları mutlaka da oluyordur ama ben kadınların yakaladığı frekansın, eğer yakalarlarsa çok kuvvetli olduğuna inanıyorum. Esasında sadece insanlık var, bizim içimizde erkeklik var, erkeklerin içinde de kadınlık var.
Sizin bir araya gelişiniz nasıl oldu?
RP: Biz dostuz zaten, eski arkadaşlarız. Anjelika’nın müziğini uzun süredir takip ediyoruz. Oya (Temelli; prodüktör) çok iyi müzik kulağı olan turizmci bir arkadaşımız, Deniz (Karamehmet; projenin fikir anası) eski bir sporcu, milli voleybolcu. Zara’yı da aldık aramıza sonradan.
Hepinizin dünya görüşü biraz tasavvuf, biraz Hint felsefesi, yoga filan; bir çeşit felsefi füzyon yani. Öyle mi?
RP: Hepimiz ayrı ayrı yollardan "finish line"a (bitiş çizgisi) aynı anda gelmiştik. Geçenlerde biriyle konuşuyordum, "Herkes bir arayış içinde, herkes kendini arıyor, Hindistan’a filan gidiyor ama hiçbir şey bulamadan geri geliyor" diyordu. Bizimki bir arayış değil, bir yolculuk. Bir farkındalık.
"Babamın ölümü beni uyandırdı"Peki, sizi kendi tanımızla "bir iç yolculuğa" çıkmaya iten nedenler neydi?
RP: Ben kendi namıma çok genç yaşta çalışma hayatına başladım. Anneliğim, işkadınlığım, bütün bu hayatın hay huyu içinde unuttuğum, farkında olmadığım kendimin, Ben’imin farkında oldum.
Babanızın öldürülmesi de iç dünyanıza yönelmenize yol açmış olabilir mi?
RP: Babamın trajik vuruluşu, değil mi? (Rana’nın babasını 1998’de kiracısı tabancayla öldürdü). Etkisi olmaz olur mu? İnsanın hayatında bazı uyandırma servisleri oluyor. Eğer insan bunları yakalayabilirse, bunların trajik olaylar olması da gerekmiyor, bunlar bence o farkındalık boyutuna varmak için küçük uyandırma servisleri. Onlar sayesinde insan kendini aşabiliyor.
Anjelika, siz çocukluğunuzu, ilkgençlik yıllarınızı sosyalist bir toplumda, SSCB’de geçirdiniz. Sonra ülkeniz çözüldü. Terk ettiniz. Bütün bunlar sizin kendinize dönmenize neden olmuş olabilir mi?
Anjelika Akbar: Bize hep toplumsal düşünmemiz öğretildiği için daha çocukken, "Dünyada bu kadar çok adaletsizlik yapılıyor, ben müzikle uğraşıyorum, benim rolüm ne olacak?" diyordum. Sonra aniden toplumumuz çöktü, birey olmamız gerekti. Felsefi arayışlara yöneldim. Mevlevi düşüncesini öğrendim.
Zara’yı nasıl buldunuz? Ya, nasıl bir acıyla haykırmış o öyle.
RP: Zara çok renkli, çok farklı...
AA: Çok da derin...
RP: Hakikaten çok özel bir kız Zara. Genç yaşına rağmen bilgisi, felsefesi, hayat görüşü çok farklı.
O da bir hastalık atlattı. Onun "uyandırma servisi" de bu hastalık mı oldu?
AA: Evet, evet.
"Anjelika’ya bir tokat CD’yi daha iyi sattırır" CD’nizde "Gönül sesi" kavramını kullanıyorsunuz sık sık. Zara’yı da, onun o muhteşem haykırışlarını "Gönül sesimiz" diye tanımlıyorsunuz.
RP: İnsanın içinde çok yayın yapılıyor, çok frekans bulunuyor insanın içinde. Bütün bu frekansların içinde bir de "gönül sesi" dediğimiz bir ses var. Bir arkadaşımız bir psikolog arkadaşımıza demişti ki: "Ben çok kendi kendime konuşuyorum". Psikolog olan "Çok iyi. Ama ne zaman ki cevap vermeye başlarsan, psikoloğa gitmen gerekebilir" dedi. Bir de beni bilse, cevap vermek ne, benim içimde açık oturumlar oluyor. Kıyamet kopuyor içimde. Ama bütün bu karambolün içinde oradan bir tane böyle bir ses var.
O işte gönül sesi.
AA: Ya da gönül gözü.
RP: Bu sesi, bu gözü kimse inkar edemez. Bu ses, bu göz insanı hep sonunda doğru yere götürür. Bazen bir başarı için 40 yıl beklemek gerekebilir. İngilizler böyle der. Tabii Türkiye’de bu böyle değil, başarı için bu kadar beklemek gerekmez, mesela benim şurada Anjelika’ya bir tokat atmamla bu
CD çok kısa sürede başarılı olabilir.
AA: Evet, "pis komünist" diye bir çaksa.
Ya, bir süredir Türkiye’de burjuvalar, zenginler bir hareketlilik içine girdi. Bir toplumsallaşma eğilimi oluştu. YDH bitti, sosyal kampanyalar başladı. Sizi de "aktif burjuvalar" kategorisine sokabilir miyiz? Neler oluyor burjuva sınıfında?
RP: Muazzam bir ilgi ve sevgi açlığı söz konusu insanlarda. Sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada. Ancak insan sevgiyi sadece kendisinde bulur. Sevgiyi bulmak için de kendisini tanımak zorunda. Burjuvalar da kendilerini bulmak istiyorlar.
Bu bir yandan da birçok insanın yogaya, meditasyona, Hindistan’a filan da yönelmesine yol açıyor galiba, değil mi?
RP: Evet, herkes bir şeyler yapıyor. Mesela bu projeyi fikir olarak ortaya atan Deniz, milli sporculuk ve ardından yıllarca tekstilcilik yaptıktan sonra 2000 yılında ABD’de "Elektromanyetik Alan Dengeleme Tekniği" diye bir çeşit bir biyoenerji tekniği ile tanıştı, kursunu aldı ve şimdi hocalık yapıyor.
Çoğu dini tartışma kadınlar üzerinden yapılır. Türban mesela erkeklerin kadınlar üzerinden yaptıkları bir siyaset. Bu çalışmanızı modern, burjuva kadınların dini meselelere ilişkin bir söz alması olarak da dinleyebilir miyiz?
RP: Evet, bizim albümümüzün adı "bir’den Bir’e". Yani insanla Allah, insanla inancı ya da herhangi bir dinden olmayışı arasındaki ilişkinin bire bir olduğunu söylüyoruz biz.
AA: Biz Allah’ı ancak içimizde bulabileceğimize inanıyoruz, o yüzden içimize yapılacak bir yolculuk öneriyoruz. İnsan neye inanırsa inansın, tek başına kaldığında, "Ben kimim?" sorusunu sorduğunda doğal bir hareket başlıyor böyle içe doğru.
Ama siz bu iç yolculuktan önce Hindistan’a, Nepal’e filan da gittiniz.
AA: Evet ama Nemrut’a da gittik.
RP: Himalayalar’a da. Ama bu seyahatler bir arayış ve buluşa dönüşemiyor. Çünkü insan kendisini de götürüyor. Himalayalar’a çıktığımızda sigarayı bıraktım ama sonra yeniden başladım. (Gülüyor).
‘Bir dahaki albümümüz bu kadar ciddi olamaz’İnternette "Rana Pirinççioğlu şarkıcı oldu" diye başlık atmışlar. Gerçi rap’çiler de konuşur gibi şarkı söylüyor ama siz yine bildik türde bir şarkıcılığı düşünüyor musunuz?
RP: Şarkı söylerim, niye söylemeyeyim ki.
AA: (Rana’yı taklit ederek) Çok da güzel bir sese sahibim.
Çevrenizdeki kadınlardan, "Bunlar da ne yapıyorlar böyle, neler konuşuyorlar?" diye burun kıvıran oldu mu size?
RP: Tabii şey diyenler de oldu: "Bu albümü almam, aldırtmam, hiç kendimi kurcalayacak halim yok şu anda." Biz çevremizde çok neşeli, eğlenceli tipler olarak tanınırız. Bu albüm ciddi ve duygusal bir tona sahip. Ona şaşırmış olabilirler. Ama bir dahaki albümümüzün de bu kadar duygusal, ciddi olacağı konusunda kimseye garanti veremeyiz.
Peki, bu çalışmayı yaparken, bütün bu uhrevi, felsefi meseleleri konuşurken kendi çevrenize, o şaaşalı hayatınıza, sosyal çevrenize yabancılaştığınız oldu mu?
RP: Herkese yabancılaştık. Herkese yabancı hissettik kendimizi bazen.
AA: Maalesef bazen yabancı hissettik.
RP: Benim hiçbir zaman belli bir kitlem, grubum, kendime bağlı hissettiğim bir çevre olmadı aslında, Modalılar, Adalılar filan. Bence olanların da zaman zaman bu grupların dışına çıkması gerekiyor. Mesela sosyete de öyle. Gerçi Nişantaşı’nın da sosyetesi oluyor, İkitelli’nin de. Mühim olan bu sosyetenin içinde de kapalı kalmamak.
Aynı parçaları bir de sözsüz olarak, enstrümantal olarak koymuşsunuz albüme. Neden?
Rana: İnsanlara Rana Pirinççioğlu’nun sesini dinlemekten gına geldiğinde enstrümantali koyarlar. Ve o CD’yi koyunca garip, sihirli bir şey oluyor, kendi iç sesinizi dinlemeye başlıyorsunuz.
‘Yoga, meditasyon, ne varsa bakıyor, deniyoruz’Yoga, meditasyon filan gibi şeylere takılıyor musunuz?
AA: Bana soruyorlar "Meditasyon yapıyor musun?" diye. "Evet, her gün yapıyorum" diyorum. "Peki, hangi center’da?" diyorlar. "Hiçbir yerde" diyorum. Meditasyon yapabilirim ama ille kendimi şu gruba, bu gruba katmam.
RP: Ne varsa deniyoruz, bakıyoruz. Beğendiğimiz oluyor, beğenmediğimiz oluyor. Zaten fazla vaktimiz de olmuyor bunlara işlerden. Ancak çaydanlıkta buhar banyosu yapabiliyoruz.
Albüm çıkarken size modern adıyla "imaj çalışması" yapılmadı mı? Hazır böyle iyi malzeme bulmuşken, saldırmadı mı "image makerölar?
RP: Denedik. Bahar Korçan kıyafetler yaptı, fotoğraf stüdyolarına gidildi. Ama olmadı. Fan fin fon fotoğraflar uymadı bu albüme. Bu gönülden gönüle bir iş. Kapağa fotoğrafımızı bile koymadık.
Sahiden, neden albüm kapağına şöyle hoş fotoğraflarınızı koymadınız? Diğer hanımları bilmiyorum ama siz çok güzel kadınlarsınız. Zara da öyle.
RP: Çünkü bizler projeyi aşmak istemedik. Oradaki mesajlar kendi kendine dinleyiciye ulaşsın istedik.
AA: Biz önemli değiliz orada. Mesela sponsor da almadık. Kimsenin sahiplenmesini istemedik bu çalışmayı.
PAZAR