10.02.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:
Erman Toroğlu: "Hakem yerinde durup futbolcunun gözünün içine bakmalıdır" Stüdyoda bu kadar rahat olan Erman Toroğlunu sokakta göreceksiniz. Nasıl çekingen. Ercan fotoğraf çekmek için güneş alan bir yere götürmeye çalışıyor, Hoca "Aman kardeşim, beni yürütme" diyor. Çünkü işi zor. Herkes ona bir şey söylemek istiyor. Otomobillerin camlarından sarkmış gençler "Erman Hoca!" diye haykırıyor. O zaman işte koskoca Erman Hoca başını eğip, omuzlarını düşürüyor, bakışlarını yere indiriyor. Kendi de vücudu da susuyor.Evet, onun yeri o stüdyo. Çocukluğunda kekeme komşularını taklit ede ede bir yıllığına kekeme olan Toroğlunun bütün dilleri orada çözülüyor. Erman Toroğlu tam bir televizyon yıldızı. Dikkatimi çekiyor. O stüdyodaki koltuğunda kaykıldıkça, ayaklarını kendi deyişiyle "seyircinin burnuna sokarcasına" uzattığında, topuklarını kaldırıp ayaklarının ucunda yaylandıkça, keyiflenip arkasına yaslandıkça, milyonlarca evde televizyon seyircileri keyifleniyor ya da öfkeleniyor ama mutlaka bedenlerini harekete geçiriyorlar. İlginçtir, Erman Toroğlunun iddialı söylemine eşlik eden vücut dilinin tetikleyici bir etkisi oluyor insanın üzerinde. Oturma odanızda sohbet ediyormuş gibisiniz ekranda. Bu sizin programların formatıyla ilgili bir şey mi? Aslında ben istediğim kadar rahat da değilim orada. Oturduğumuz koltuklar iyi değil. Daha rahat etmemiz lazım. Herhalde uyuruz kalırız diye rahat koltuk vermiyorlar. Siz mi uyursunuz? Nasıl da ateşli konuşuyorsunuz halbuki programda. Bana o sırada yastık gösterin, ben uyurum. Televizyon hele uyku ilacımdır. Maç sırasında da uyur musunuz? Uyurum ben kardeşim, maç filan hikaye. Neyse, şu rahatlık meselesine dönelim. Hiç uyarı, eleştiri almıyor musunuz? Bazen tenkit gelir. İşte "Ayağını fazla uzattın, seyircinin burnuna" filan. Belden aşağınızı koltuklarda zaptedemiyor gibisiniz. Eh, serde futbolculuk. Türk erkeği ayaklarıyla duygusal açıdan biraz problemlidir, ayaklarını iskemlenin altına çeker, gizler. Otoriteye itaat ile ayak çok ilişkilendirilir bizde. Sizin bu kadar rahat uzatıyor oluşunuz kendinize güveninizden mi kaynaklanıyor? Ben orada kendimi televizyonda düşünmüyorum ki. Şansal (Büyüka) zaten eski arkadaşım, onunla konuşuyoruz. Orada da kameraya çekiyorlar. Doğuştan televizyoncu gibisiniz ama. Sahne deneyiminiz oldu mu önceden? Tiyatrocu olsaydım başarılı olurdum. Evet, iyi oynarım ama televizyonda oynamıyorum. "Program başladı mı babanı tanımayacaksın" Bu uzadıkça uzayan maç sonrası yorumlar futbolun büyüsünü bozmuyor mu? (Tam bu sırada bir telefon geliyor. Karşıdaki kişi konuşmadan kapatıyor. Bunun üzerine Erman Toroğlu telefonunun hafızasına aldığı ağza alınmayacak küfürleri ve tehditleri gösteriyor bize. Bunlar bir sene önce Erman Beye o sırada ikinci ligde oynayan bir takımın taraftarlarından gelmiş. Gülerek okuyor.) Hayır, tam tersine sürekli konuşulduğu için o yemek hep kaynıyor. Çorba hep sıcak kalıyor. Ama biz biraz fazla kaynatıyoruz, tencerenin dibini yakıyoruz, o da doğru. Bütün medya olarak yapıyoruz bunu. Nereden buluyorlar sizin numaranızı? İsmini söylemeyeceğim bir sanatçının verdiğini tahmin ediyorum numarayı bunlara. Birkaç ay önce stadyumda binlerce kişi size dakikalarca küfür etti. Size baktım. Etkilenmemiş görünüyordunuz. Ben sağır olurum o zaman. İnönü gibi işime geleni duyup işime gelmeyeni duymam. Şansal Bey mi, Hıncal Bey mi daha iyi arkadaşınız? Ben ikisini de severim. İkisi de ayrı bir tip. İkisi de eski arkadaşım. Hıncal ile atışıyoruz, anlaşamıyoruz ama onu da severim. Futbol bilgisi anlamında bakarsanız Şansal, Hıncala göre daha iyi bilir tabii futbolu. Ama Hıncal kendisini Türkiyenin futbolu en iyi bilen adamı seçti. Ona da bir şey diyemem tabii. Hıncal Uluçun, Haşmet Babaoğlu ve Kenan Onukla yaptığı programı seyrediyor musunuz? Birkaç defa beşer dakika baktım. Haşmetle Kenan saygıdan ötürü Hıncala cevap veremiyorlar orada. Halbuki televizyon aynı maç gibidir. Program başladı mı babanı tanımayacaksın. Bacak arası atacaksın. Ankarada, üç büyüklerin dışında yetişmiş bir futbol adamısınız. İstanbul dükalığına sızmayı nasıl başardınız? Ben daha hâlâ onların aralarında değilim ki. Bundan da memnunum. Çünkü İstanbulda spor basını çok şeyi kovalıyor. Herkes birinin adamı. Mesela bir kulüp başkanı geliyor, "Seni bilmem nereye spor müdürü yapacağım" diyor bir spor yazarına. Ama şimdi İstanbul basınında o isimler kayboluyor. Genç spor müdürleri geliyor. Para mı kirletiyor spor basınını? Para, başka şeyler... Önce futbolculuk, sonra hakemlik, şimdi de televizyon. Çok alışmışsınızdır şöhrete, artık bu işi bırakamazsınız. Hayır, hazırlıklıyım bırakmaya. Ben her televizyon programına çıkarken "Bu benim son programım olabilir" diyerek çıkıyorum. Canlı yayındayım. Bir şey söylerim, patronun işine gelmez, kovar beni. "Hakemler Galatasaraya ayrıcalık tanıyor" Bir otosansür uyguluyor musunuz? Hayır, ben hakemken de öyleydim. Her maça "Bu benim son maçım" diye çıkardım. Bir maç idare ederim, kötü idare ederim, yanlış karar veririm, maç yarıda kalır. O zaman da ipi çekerler. Ama siz her maçtan sonra hakemlerin yanlış karar verdiğini söylüyorsunuz. Kimse hakemlerin ipini çekmiyor. Zaten onun için Türkiyede bir bok olmuyor. Ekonomide de, bürokraside de, siyasette de aynı şeyler oluyor. Aynı hatayı yapan insanlara prim veriliyor. Hakemleri de para mı bu hale getirdi? Para da dahil bir sürü şey. Hakemlerin Galatasaraya biraz ayrıcalık tanıdığı tezine katılıyor musunuz? Üç büyük takımın hepsine ayrıcalık tanınıyor. Üç dört senedir Galatasaraya daha fazla tanınıyor. Çünkü Galatasaray planlı hareket etti. Futbol federasyonu kurullarına adamlarını soktular. Galatasaray senelerce bu işleri iyi yaptı. Şimdi Fenerbahçe ve Beşiktaş da uyandı. Aynı yollara girmeye başladılar. Galatasaray kaptırmamak için, diğer ikisi de pay almak için bağırıyor. "Yumurta topuklu, kolyeli kabzımal da kalmadı" Biraz önce Ercan anlattı. Hakemler sizin için şöyle bir şey söylemiş: "Ormandaki ağaçlar kesileceklerine değil de, oduncunun elindeki baltanın sapının da odun oluşuna içerlerlermiş". İçinden çıktığınız bir meslek grubunu biraz fazla eleştirmiyor musunuz? Tabii, ben o ormanın içine baktığım zaman hangisinin dangalak olduğunu daha iyi görüyorum. Siz göremezsiniz. Sokaktaki insanın size karşı tavrı nasıl? Çok kimseyle tanışıyorum, tanıştıktan sonra "Ya biz senin böyle bir adam olduğunu bilmiyorduk" diyorlar. Belki ben de Ermanla ilk karşılaştığımda kıl olurdum. Karar vermeden önce insanı tanımak lazım. Niye sizin kabzımal oluşunuza bu kadar takılıyorlar? Eskiden bayanlar birbirlerine derlerdi ki: "Ulan, ne biçim bu senin erkek arkadaşın. Kabzımal tipli herif". Kabzımal deyince, boğazında kolye, elde tesbih, yumurta topuk, bıyıklı filan bir tip düşünülürdü. Tabii şimdi bu tip kabzımal da kalmadı. Kabzımal sebze meyve ticareti yapan bir kişidir. Kadınların bakışı nasıl size? Çok enteresan. Kadınlar erkeklerden daha bir sempatik bakıyorlar. Kadınlarda futbola ilgi arttı zaten. Ama onlar sizinle sadece futbol bilginiz nedeniyle ilgilenmiyordur herhalde. Ne içersiniz? Ben mi ısmarlayayım? Cımbızımın yeri değişirse facia çıkar Hakemlik gibi televizyonda da hep detayları yakalamak zorundasınız. Bu sizi özel hayatınızda da detaycı yaptı mı? Ama zaten ben öyle olduğum için böyle oldum. Detaycı olduğum için hakem oldum, futbol yorumcusu oldum. Hangi detaylara takılırsınız? Mesela evde çıldırdığım bir olay: Benim hep bir cımbızım olur evde. Kıl döner, sivilce çıkar. Ben o cımbızı hep aynı yere koyarım. Ama onu oradan birileri alıp yerine koymazsa birbirine girer ortalık, facia olur. Temizlikçi kadınların işi zor o zaman. Temizlikçi kadından şikayetim, pantolonun önünü tren yolu gibi ütülüyor. Benim hatuna "Bir gün bu karıyı gırtlaklanmış halde görürsen hiç şaşma" dedim. "Terbiyesizlik yapma" dedi. Giyime çok mu önem verirsiniz? Kim sevmez iyi giyinmeyi? Kimisi yemek yiyerek rahatlar, ben alışveriş yaparak rahatlarım. Lacivert pantolonun altına siyah çorap hiç giymedim. Beyaz çorap giydiğim hiç olmadı. Sandalet asla giymem. Terlik giyer misiniz? Sadece duşta. Size niye "Hocam" diyorlar? Bu hakemlere söylenen bir tabir. Adamın biri papağan almaya gitmiş. Üç tane papağan duruyor. Birinin fiyatını sormuş. "80 milyon" demişler. Diğerini sormuş, "100 milyon" demişler. "Çok pahalı" deyince de "Eh, bunlar yabancı dil bile konuşuyor" demişler. Bunun üzerine adam süklüm püklüm duran üçüncü papağanı sormuş. O daha da pahalı. Niye diye sorunca dükkandakiler "Biz de bilmiyoruz ama diğer ikisi ona Hocam diyorlar" demiş. Bizimki de o hesap işte. Düdük çaldı mı hayat duruyor Bir düdük çalıyorsunuz ya da kart gösteriyorsunuz, birden bütün futbolcular üzerinize geliyor. O nasıl bir duygudur? O güzel olur işte. Bir düdük çalarsın, hepsi üstüne gelir. Bazı hakemler geri kaçar. Orada bir dur, hatta bir iki adım at, gözünün içine bir bak futbolcunun, orada durur. Yere bakarsan yandın. Korktuğunu anlar futbolcu. Size hiç vurdular mı futbolcular? Gelmedi ki hiçbiri yanıma. Hep yumruk mesafesinde durdum. O kadar erkek olmayacaksın hocam. Yaklaştırmayacaksın yanına. Aniden çakabilir. Fotoğraflara bir girersin, ömür boyu çıkamazsın bir daha. Bir insan niye hakem olur? Öyle bir olay ki, maça çıkıyor adam, elinde bir düdük, bir çalıyor, herkes duruyor. Dünya duruyor. Hayat duruyor. Ben bir adam öldürürüm. Yargılarlar. Ceza verirler. Cezaya itiraz ederim. Dosya yeniden incelenir. Bunun dosyası incelenmez. Çaldı düdüğü, vurdu gitti. Siz Merkez Hakem Komitesi Başkanı olsanız hakemlerin yüzde kaçı kalır? Ben yorumculuğa başladığım ilk günden MHK başkanı olmayacağımı açıkladım. Ama bazı aptal kafalar hâlâ benim bu tür bir görev istediğimi sanıyorlar. Ama yetkili bir konumda olsam, şu anda hakem camiasının içinde çalışan yüz kişiden sekseni olmaz. Hakem alemi Türkiyede onarılmaz. Hakem alemini yıkacaksın, yeniden yapacaksın.