25.09.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:
myalcin@turk.net Mecidiyeköy'de, Ali Sami Yen Stadı'nın hemen yanında, müteahhitlerin yıllardır ağzının suyunu akıtan dev bir arazi vardır. Burası, çok uzun yıllar Tekel'in Likör Fabrikası'ydı. Fransızların kurduğu, dönemine göre çok modern mimariyle yapılmış tesisin önünde portakal, limon, mandalina, çilek gibi meyvelerle yüklü kamyonlar kuyruk olur, alım sezonunda etraf mis gibi meyve kokardı. Arazinin değerininin çok artması ve tesisin ihtiyaca cevap verememesi üzerine 90'ların sonunda fabrika -aslında artık bu kaba sözcük yerine sevimli "damıtımevi" sözcüğünü kullanmalı- Bilecik'e taşındı, burada sıfırdan yepyeni bir tesis yapıldı. Tesiste Tekel'in cinleri üretiliyor, votka için Şeker Fabrikaları'ndan alınan pancar küspesi alkolü de saflaştırılıyor ve votkaların kalitesi yükseltiliyordu. Bu modern damıtımevine geçildiğini tüketici pek hissedemedi, zira 80'lerde yapılan acıbadem likörü dışında likörlerde hiçbir yenilik yoktu. Tekel'in durağan yapısında tesisin müdürü Kerim Yanık gibi parlak ustalar da olsa fazla bir şey yapamıyor, yeni ürünler çıkaramıyordu.Tekel'i devralan Mey İçki, nihayet bu gizli hazineye el attı ve likörlerde reformlar yaptı. İnsanın gözünü okşaması, zarafet ve incelik duygusu uyandırması beklenen likörler, çok kaba şişelerdeydi. İlk olarak Fransa'dan yeni şık şişeler ithal edildi. İmalatta tesisin müdürü, yılların Tekel emektarı Mehmet Başkaya likörlerdeki meyve oranlarını artırdı ve yeni de bir marka yaratılarak likörler "Hare" adı altında toplandı.Geçtiğimiz günlerde Bilecik'teki damıtımevinde Mey İçki'nin CEO'su Galip Yorgancıoğlu ve pazarlama direktörü Cihan Kırımlı tarafından tanıtılan yeni likörler, şimdilik acıbadem, ahududu, nane, muz, portakal ve vişne olmak üzere altı çeşit. Dünyadaki benzerlerinden farklı olarak, meyve ülkesi Türkiye'nin avantajı dolayısıyla daha bol meyve kullanılarak yapılan likörlerin ihraç da edilebileceği düşünülmüş ve şişede Osmanlı'yı çağrıştıran egzotik görüntüler kullanılmış. Gizli hazineye el attılar Tattığım likörlerin kimi eskilerinden farklı, kimi de her zamanki tarzlarındaydı. Acıbadem, ahududu, muz ve portakal daha özenlice yapılmıştı. Eskiden zaman zaman rastlanan kaba alkol tadına rastlanmıyordu, belli ki alkolleri daha iyi dinlendirilmişti. Nane ise eski kıratında değildi, burnu hafifçe yakan ve boğazı önce yakıp sonra ferahlatan nane yoğunluğu azaltılmıştı. Dijestif özelliği ve keskinliği biraz kaybolmuş. Vişne likörü ise gerçekten "çizgi üstü"ydü. Daha önceleri 26 derece alkollü olarak yapılan bu likörün alkol derecesi 32'ye çıkarılmış, güçlü bir dijestif içki haline getirilmişti. Tıpkı konyak, armanyak ya da 40 derecelik Grand Marnier veya Drambuie likörleri gibi yemek sonrası içilebilecek bir içkiydi. Likörlerin bir olumlu tarafı da, tatlılıklarının iç baymayacak düzeyde olmasıydı. Modaya uygun olarak, şeker oranları da biraz geri çekilmişti. Vişne likörü konyak gibi Mey yetkilileri, eski likörlerden, çeşitli meyve, bitki ve baharatlarla yapılan Beğendik, Bindallı gibi "zengin" likörlerin de üretimine devam edileceğini söylüyorlar. Bence de isabet ederler, çünkü günümüzde tek bir meyvenin tadını yansıtan "çıplak" likörlerin şansı eskisinden az. Ulaşımın zor olduğu, meyvenin pek nakledilemediği, yapay aroma sanayiinin bulunmadığı günlerde bir ahududu likörü, pek çok kimseyi bir yudumuyla başka dünyalara götürebiliyordu. Bugün her manavda, dünyanın bin çeşit meyvesini dört mevsim bulabiliyoruz. Marketlerin donmuş gıda reyonlarında da meyve çeşit çeşit. Yoğurtlar, gazozlar, hatta maden suları, en güzel aromalarla çeşnilendiriliyor. O yüzden tek meyve likörlerinin eskisi kadar ilginçliği kalmadı doğrusu.Son bir söz de, likörlerin isimleriyle ilgili... "Hare" diye yazılan "Hâre"yi, bu zarif Osmanlıca kelimeyi pek bilmeyen ve kullanmayan yeni kuşaklar nasıl okuyacak acaba? Hare-Krişna'nın Hare'si sanmasınlar? Yine de likörcülüğümüze hayat öpücüğü konduran Mey'e tebrikler. Tek meyvelilerin ilginçliği kalmadı