14.11.2021 - 03:00 | Son Güncellenme:
Hekim, yazar, oyuncu... Tüm bunları heyecanla, sevgiyle taşıyor Ayşegül Cengiz... Çocuk yaşlarda ilgi duyduğu dramayla tıp fakültesinde okurken tanışan, kaynaşan Cengiz, beyaz önlüğüyle tutkuyla mesleğini icra ederken sahnelerden de ayrı durmadı; pandemide dahi... Bir yandan dizide rol aldı, diğer yandan hastalarıyla ilgilendi. Bu dönemde “Kıyıya Vuran” adlı bir öykü kitabı yazan Cengiz, 80’lerde Turgut Özakman’ın kült oyunu “Deliler”in yeni hali “Deliler Bayramı”yla bugünlerde tiyatro sahnesinde.
Pandemide bir yandan setteyken bir yandan da hastanede aile hekimi olarak görevinizin başındaydınız. Bu dönemde zorlandığınız oldu mu?
Pandemi zaman algımızı ve yaşamlarımızla ilgili beklentilerimizi alt üst etti. Sadece kendimizi merkeze koyarak yaşamak yerine kolektif bir bilinçle yaşamayı öğrenmemiz gerektiğini anlamaya başladık bu dönemde. İşin iyi tarafından bakalım pandeminin bir artısı olacaksa bu olsun zaten. Sahnede yeniden seyircimizle buluştuk bunun için çok sevinçliyiz. Evet seyircilerimiz maskeli, evet seyircimize baktığımızda yüz ifadelerini hemen algılayamıyoruz belki ama seyircimizin yaydığı enerjiyi her zaman hissediyoruz. O kolektif enerji yerli yerinde duruyor ve buna çok ihtiyacımız var.
Sahneye de kuşakları bir araya getiren “Deliler”in “Deliler Bayramı” versiyonuyla döndünüz. Oyunu ilk ne zaman izlediğinizi anımsıyor musunuz?
Ortaokuldaydım sanırım, VHS’den izlemiştim. Biz kardeşlerimle döndüre döndüre izlerdik ‘Deliler’i. Devekuşu Kabare’nin en çok izlediğimiz oyunlarından biriydi. İçimize işlemişti, bazı replikleri gündelik hayatta da söyleyip güldüğümüzü hatırlıyorum.
Sahneye çıkmadan önce o klasikleşmiş performanslara dönüp baktınız mı?
Mert (Fırat) bana bu projeden ilk bahsettiği zaman yeniden heyecanla izledim. Ne kadar güçlü bir metin ve sahneleme olduğunu yeniden hatırladım. Rol dağılımı belli olduktan sonra performanslardan etkilenmemek için prova döneminde oyunu uzunca bir süre izlemedim. Ben ağırlıklı olarak Demet Akbağ’ın rollerini oynuyorum. Nevra Serezli’nin ve Selim Naşit’in oynamış olduğu birer rolüm de var. İçimize böylesine işlemiş hayatlarımıza bu kadar temas etmiş bir oyunun yeniden sahnelenmesine bilfiil katılmak müthiş bir şans.
Yakın zamanda bir öykü kitabınız çıktı: “Kıyıya Vuran”...
Ben kendimi bildim bileli bir şekilde yazıyorum. Çocukken günlük tutardım mesela, sonra şiir ve öyküler geldi. Ama belirli bir zamana kadar bu yazıları paylaşmayı pek düşünmedim diyebilirim. Ne zaman ki tiyatro için oyun yazmaya başladım ve seyirciden güzel geri dönüşler aldım o zaman daha önce yazdıklarıma tekrar göz atmaya karar verdim. Pandemi de bunun için iyi bir fırsat oldu. O dönemde yeni öyküler yazdım. Sevgili yazar arkadaşım Halil Gökhan da beni cesaretlendirdi sağolsun ve sonrasında basım için Kültür Bakanlığı’ndan destek aldık; böylece Kafe Kültür’den çıktı kitap. Yepyeni heyecanlı bir deneyim benim için.
“Kıyıya Vuran” bugünün dünyasıyla nasıl bir bağ kuruyor?
Öykülerimin çoğunda karakterler kendi yaşamlarıyla ilgili bir arayışta bir yolculukta olan karakterler. Hayattan gerçekten ne istiyoruz, ne bekliyoruz, yaşadığımız hayattan memnun muyuz soruları benim için hep canlılığını koruyan sorular. Öykülerimi okurken okuyucular bu anlamda kendi hayatlarıyla kardeşlikler bulabilir belki.
Hekimlik ve yazarlığın oyunculuğa katkısı var mı? Bu üç mesleğin kendi aralarında bir dinamiği var mı?
Hekimlik, oyunculuk ve yazarlık her üçü de insanı ve evreni anlama şansı sunuyor insana. Bu anlamda tabii ki sanat ve hekimlik hep paslaşarak var oldu hayatımda. Bir hastayı daha iyi anlamak ve iletişim kurabilmek için hep sanattan beslendim. Hekimliğin bana sunduğu insan ve hasta deneyimi hem oyunculukta hem yazarlıkta hep yeni kapılar araladı bana. Sanatın ve hekimliğin ortak etkisi iyileştirici olmaları. Bence en temel dinamik bu.
“Turnelerde medikal çantayı ihmal etmem”
Bir hekim olarak, sahnede ve setlerde de hekimliğiniz devam ediyor mu? Ekip arkadaşlarınızın da hekimi olduğunuzu söyleyebilir miyiz?
Tabii ki her zaman. Mesleğimin en güzel yanı bu. Yardım edebiliyorsam ne mutlu bana. Uzun prova dönemlerinde herkesin zaman zaman bağışıklığı düşebiliyor. Solunum yolu enfeksiyonları, ses kısıklıkları, ufak tefek yaralanmalar olabiliyor. Mesela oyuna girmeden ekip arkadaşlarıma enjeksiyon yaptığım ya da provalarda ara ara steteskopumu götürüp herkesin sırtını dinlediğim çok olmuştur. Turnelere giderken medikal bir çanta hazırlamayı da hiç ihmal etmem. Her zaman ihtiyaç olmaz ama yanımda götürürüm illa ki. Sette de keza öyle, birlikte çalıştığım insanlar sağlık sorunlarını danışırlar, elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışırım.
Ayşegül Cengiz, özel bir hastanede aile hekimi olarak görevine devam ediyor.
“İronik gelebilir ama doktor rolünü merak ediyorum”
Sizi en son “Kefaret” isimli dizide izledik. Şimdi ekranda nasıl bir rol sizi heyecanlandırır?
Çoğu oyuncu gibi daha önce oynadığımdan bütünüyle farklı bir karakteri oynamayı her zaman tercih ederim. Oynamayı hayal ettiğim bir sürü karakter var tabii. Tabiri caizse deli cesareti olan karakterler hep ilgimi çekmiştir. Ayrıca biyografiler çok ilgimi çekiyor. Dünyada iz bırakmış bir kadını oynamak çok isterim mesela. Bir bilim insanı, bir sanatçı, bir iş kadını ne bileyim bir gazeteci. İronik gelebilir ama bir doktoru oynamanın nasıl olacağını da çok merak ediyorum. Bir doktor olarak doktoru oynama fikri beni her zaman heyecanlandırmıştır. Biz evrene isteklerimizi gönderelim de kimbilir belki bir doktor rolü kapımızı çalar.