16.05.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:
Tarihe 1000 Canlı Tanık İstanbul Karagümrükte doğmuşum. 7 yaşına geldiğim zaman 17nci ilkokulda okumaya başladım. Daha sonra semt değiştirerek Şehzadebaşına geldik, evcek. Ahşap konakta yaşamaya başladık... Ben o yıllarda babamdan gizli gizli (müzik) dershanelerine gidiyordum. Eskiden konservatuvar diye bir olay yoktu İstanbulda. Sobasının odununu biz getirirdik dershanenin." Hüseyin Rauf Mandalın çocukluk yıllarında merak saldığı müzik tutkusu babasının oğlunu asker yapma arzusuyla çatışır. Çanakkale Savaşına katılan ve hafif yaralarla geri dönen babası Mustafa beyin en büyük arzusu oğlunu askeri üniforma içinde görmektir: "Eşya kıtlığından bir odamız boştu. Harçlığımdan biriktirdiğim paralarla, Şanlı İskender diye bir müzik mağazası vardı, işte oradan aldığım ufak bir akordeonu, diğer sazları boş odadaki yatağa dizdim, üzerini de annemdem aldığım örtüyle kapattım. Geceleri kalkıyordum, odaya gelip örtünün altında büyük müzisyenmişim gibi ders yapıyorum. Babam da biraz içerdi, geç gelirdi. Ben ondan da istifade ederek, anneme sözüm ona konser veriyordum. Bir gün saat gece bire çeyrek var, öyle dalmışım, babam da eve gelmiş. Yukardan saz sesi duymuş. Evde radyo yok, bir şey yok, yani bu ses nerden geliyor diye merak etmiş. Kapıyı vurdu, ben tabii hemen attım örtüyü başımdan. Bunlar ne? dedi. O tarihte müzisyen denmezdi, çalgıcı derlerdi. Ben de çalgıcıyım onların nazarında. Yarın akşam burda bunları görmiycem dedi. Peki dedim, bir şey diyemem ki, büyük otorite (baba) . Vay nasıl bana mani olursun falan diyemiyorum. O devrin çocukları babalarına böyle bir hitapta bulunmaz, imkanı yok, evden kovarlardı." Bu olaya son derece üzülen Hüseyin Rauf Mandal müzik aletlerini komşularının evine bırakır. "20-30 sene sonra, ben radyoya başladıktan sonra, o hareketi yaptığı için, benden o yaşta özür diledi babam, hiç unutmuyorum..." Bu haftaki konuğumuz bir organizatör, yıllarını Türk sanat müziğine vermiş bir isim: Hüseyin Rauf Mandal...1923te, İstanbul Karagümrükte babası kunduracı Mustafa bey ile annesi Hanife hanımın ilk çocukları olarak dünyaya gelir. Üç erkek kardeşin en büyüğüdür. Babasının ısrarlarına karşın askeri okula gitmez, çok genç yaşta müzikle ilgilenmeye başlar. İstanbul Erkek Lisesinde okurken 1942de eşi Seher hanım ile tanışır ve üniversiteye başlamadan evlenir. Bir süre geceleri çalıştığı gazinolarla memuriyeti beraber yürütür. İçkili yerde çalışmasına engel olan yasa nedeniyle memuriyetine son verilir. Tepebaşı Bahçesinden sonra Turkuaz Gazinosunda çalışır. 1954 yılında Perihan hanım ile ikinci evliliğini yapar. İki yıl sonra Türk Musikisi Mensupları Sendikasınının kurucuları arasına katılır ve ikinci başkan olur. 1965te Gar Gazinosuna geçer. 42 yıldır aynı gazinoda çalışmaya devam eden Hüseyin Rauf Mandal, gazinoların ışıltılı yaşamının arkasını, sanatçılara yakın çalışmanın zorluklarını anlattı. (Fotoğraf: Tamer Üstel) Ortaokulu bitirir ve eğitimine İstanbul Erkek Lisesinde devam eder: "Oradan üniversite hayatına geçmek istedim. Fakat üniversiteye girmeden evvel dünyaevine girdim. Lise birde evlendim. Allah rahmet eylesin, birinci eşim Seher de benimle aynı sokakta oturuyordu. O kadar ileri gitti ki, babam da bir yandan tehdit ediyor harçlığını kesecem, şunu yapacam, bunu yapacam diye. Evlenmeye karar verdik. Karagümrükte bir buçuk odalı bir ev bulduk. Kirası da 20 liraydı, hiç unutmuyorum.Rahmetli annem bana tabiri caizse, yakınlık gösterdi, koltuk çıktı derler ya, öyle. Babam katiyen gelinini evine dahi kabul etmedi. Eşim muhasebe servisinde çalışıyordu. Ufak müzik topluluklarına girdim. Onlarla beraber düğünlere gittim, para kazandım..." Lise yıllarında beraber dershaneye gidip müzik öğrendiği müzisyenlerle birlikte çalışmaya başlar. Grubun yaşça en küçüğü olduğu halde sahneye çıkar: "1939da ilk Tepebaşı Bahçesinde sahneye çıktım. Kemal Gürses hocam, rahmetli oldu, orada baş hanendeydi. Yani benim branşımın baş hanendesiydi. Benim dershanede hocam olmuştu. 15-20 delikanlı arkadaşımızın içinde beni seçti, asistan olarak aldı. Benim davam, Ayazar Efendinin, Kemal Gürsesin ve Celal Toksesin yanında, çalışayım, para mara istemiyordum. Hiç unutmuyorum babam bir gün bahçeye geldi, beni dinledi. Lacivert bir elbise takımı, burasında mendili, geldi, oturdu. Bir duble bira içti, ben takip ediyorum. Ve ben programı bitirdim, sonra Hamiyet Yücesesin programını beraber oturup dinledik. Sahnede beni görmüş, hareketlerimi de. Ben biraz şakrağım, tabir o zaman bu. O kadar hareketliydim ki, arada ah çekmeler, oh çekmeler. Arkadaşlarım, Yaşa Mandal yaşa, devam derdi. Yaşa Mandal ismim yok, hep Mandal." 1946da Devlet Kitapları Matbaasında memuriyete girer. "Birden sonra gidiyordum oraya, gece de gazinoda çalışıyordum. Gece dokuzda işim biterdi fasıl olarak, sonra program başlardı. Eve gelirdim, ertesi gün gene okul sabahtan. Çok az uyurdum. Yoruluyordum ama istediğimi yapıyordum." Liseden sonra İ.Ü. Hukuk Fakültesine kaydolur. 1947 yılında oğlunun doğumu ile ancak iki sömestr devam eder okula ve ayrılır. "Yeni yeni simalar sahneye dökülmeye, hanımlar sahneye çıkmaya başladı. Benim çocukluk zamanımda, bir kadının şarkı söylemesi, büyük ayıp, hatta cinayetti. Bizim bahçede, Tepebaşında önce fasıl olurdu. Fasıldan sonra uvertür dediğimiz şarkıcı kızlar çıkardı sahneye, teker teker. Ben de birkaç solo şarkı okurdum. Smokin yaptırmıştım, gri smokin, papyon, ilk defa papyon taktım." Sürekli bir işe ihtiyaç duyan Hüseyin Rauf Mandal, İstanbul Telgraf İdaresinde muhasebe memuru olarak işe başlar. Geceleri de Turkuaz Gazinosunda çalışmaktadır: "O zaman memurin kanunu gereğince, memurun içkili yerde çalışaması yasaktı." Hakkında yapılan ihbar üzerine memuriyetine, Telgraf Müdürlüğündeki işine son verilir. Bu arada ilk eşinden ayrılan Mandal, 1953 yılında yedek subaylık yaptığı dönemde tanıştığı bir arkadaşının düğününde Perihan hanmı görür ve beğenir. "O zaman, gayet de güzel giyinmişti. Bordo renkli bir elbise vardı üzerinde. Ama ne dansa kaldırdım ne de tanıştırıldım, hiçbir şey yok. Böyle kuru kuruya bakıyorum öyle, plan kuruyorum, ona kimi yollayacağım diye. Nitekim kardeşimi yolladım, rahmetli adresini buldu. 15 gün sonra Ankaraya gittim ve 1954 senesinde nikahlandık." Oğlu Müjdatı bir süre annesinin yanına bırakan Hüseyin bey, eşini İstanbula getirince oğlunu da yanına alır. Perihan hanımın da ilk evliliğinden bir oğlu vardır. İki yıl sonra 1956da Turkuazda çalışırken Türk Musikisi Mensupları Sendikasının kuruluşunda aktif görev alır ve ikinci başkan olur. "İşsiz ve hasta müzisyenlere, herhangi bir davada kariyerini kaybetmiş insanlara yardım etmek ve sendikal haklarımızı aramak için kurduk. Bir hayli devam ettik. Müziğin batısı ve alaturkası yoktur, müzik müziktir iddiasını savunduk, Batı müziği yapanlarla bir kongre yaptık ve birleştik. İstanbulda yaşayan müzisyenler vardı sendikada. Sınıfları düşük olmasına rağmen, meyhanelerde çalanlar da müzisyendir, çalgıcı değil. Çünkü bunların içinden öyle sanatçılar çıkar ki, siz de şaşırırsınız." Tepebaşında ilk şarkı "O zamanlar bahçe idi Gar Gazinosu, bostan içinde. 1965 civarında o şekilde orada işe başladım. Gar Gazinosu sonra inkişaf etti, yani büyüdü... Orada birçok organizasyon yaptım. Programı nasıl yaptınız, kimlerle yaptınız bu çok önemli. Popüler bir pozisyonda sanatçı varsa ve çalıştığı yerlerde büyük sükse yapıyorsa, ismi çıkar. O isimden istifade edeceksin. Bu onu tedarik et, çalıştır, parayı kazan demektir. Çiçeğini, pastasını alır arkadaşlarınla, Hadi çocuklar gelin, şu sanatçıya gidelim, gazinomuza çağıralım der, gideriz. Herkes, münhasıran menajer tutardı, mesela Ahmet Sezgin, Nezahat Bayram, Sevim Tanürek, ben bunların menajeriydim. Sanatçı ne kadar tutulursa, o sanatçı o kadar kalabilir gazinoda. Zeki bey (Müren), Allah rahmet eylesin, iki arkadaş gittik, kendisini davet ettik gazinomuza. İkramımızı yaptık. Ben sana telefon ederim Mandalcım dedi. Üç gün sonra çağırdı, geldik, konuştuk. Yövmiyem şu, bunu istiyorum, şu sazları tedarik edeceksin dedi. Diyelim Hakkı Derman, diyelim Necati Tokyay, diyelim Kadri Şençalar... İstiklal Caddesindeki İzmir Kahvesi dediğimiz müzisyenlerin toplandığı bir yer vardır. Ben de sazendeleri almak için, o kahveye giderdim. Çoğu da Zeki beyin çalıştığı yere, koşa koşa gelirdi. Büyük şeref onunla çalışmak. Şimdi, sanatçı belli olduktan sonra bir gün evvel provası yapılır ve sahneye çıkılır. Bir başsolist veya olgun sanatçılar olurdu, bir de onun altında, solist altı dediğimiz sanatçılar. Zeki beyin altında Mine Mutlu vardı mesela. Bilirsiniz, dönme, filmden dönme. Bir ara bir furya vardı böyle. Solist altına ikinci solist denirdi. Kadın başsolistin yanına, erkek sanatçı konurdu. Bir ara da türkücü salgını vardı. Efsafına göre, bir türkücü alınır, iyi okuyan bir türkücü bulunurdu. Ama ille de senaryoyu kurtarmak için bir tane şarkıcı, mesela bir tane türkücü bulunurdu. İcabında para almayacak, kendisini meşhur etmeye uğraşan biri de olabilirdi bu." Halen Gar Gazinosunda çalışıyor Hüseyin Rauf Mandal. Hemen her gün öğleden sonra saat 4-5 gibi evinden çıkıp gazinoya gidiyor. "42 sene oldu. Allah da bana, o gazinoda iken ölüm nasip etsin çünkü dükkanımı çok seviyorum. Kendi malımda bir çivim yok, ama kalbim var, orda. Hayatımın en güzel günleri, gençliğim, yakışıklılığım hepsi orda geçti. Altıda, bütün personele yemek çıkarırım, müzisyenler hariç. Temizlik yapılır sonra. Sanatçılar saatinde geldi mi, tamam. Gecikenlera takılırım, Sahne boş, sizi bekliyor diye. Program bittikten sonra, solistimle bu akşam, bu kusurları yaptın, şunları da yapmadın şeklinde münazara yaparız kendi aramızda. Herkes arabasına biner, benim servisim var, beni bekler çünkü en geç ben çıkıyorum. Saat bir-iki gibi, kimi zaman da üç gibi eve gelirim. Hayatımda dört saatten fazla uyuduğumu hiç hatırlamıyorum, bu yaşa geldim." Gar Gazinosu kuruluyor "O zaman bol gazinomuz vardı. Kristal, Tepebaşı, Turkuaz... Küçük dükkanlar vardı ayrıca, hepsinde alaturka saz vardı. Şimdi öyle değil. Yerli gazinoların yüzde 80i kapandı. Muhteşem Maksim de kapandı. Büyük sanatçılar dediğim, Zeki Müren, Allah rahmet eylesin, şu, bu ve nasıl anlatayım, öyle bir fiyatlar istediler ki, biz turizmciliğe dönmeye mecbur kaldık."Kaynak kişi önerilerinizi ve maddi desteklerinizi bekliyoruz. Telefon: (0212) 327 86 58 Faks: (0212) 227 37 32 e-posta: tbct@tarihvakfi.org.tr Proje danışmanları: Doç. Dr. Aynur İlyasoğlu, Doç. Dr. Esra Danacıoğlu Görüşmeyi gerçekleştiren: Gülay Kayacan n Görüntü kaydı : Tamer Üstel Deşifre / redaksiyon: Sevil Üzrek n Yayına hazırlayan: Tuba Çameli Gelecek hafta: Muzaffer Kürkçü 1950li, 1960lı yılların Türkiyesindeki sağlık emekçilerini, hemşireleri anlatıyor.. Yerli gazinolar neden kapandı?