Kültür Sanat Cumhuriyet muhafazakârı Armani Türkler

Cumhuriyet muhafazakârı Armani Türkler

22.11.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Cumhuriyet muhafazakârı Armani Türkler

Cumhuriyet muhafazakârı Armani Türkler


Kulis / AYÇA ATİKOĞLU


       Umutsuzluktan (Nuriş ve her şey) umuda (Temizel ve her şey), savrulduğumuz günler yaşıyoruz. Bu toz duman içinde yakanızı günlük olaylara kaptırmak istemiyorsanız Nilüfer Göle’nin yeni çalışması “Melez Desenleröe (Metis Yayınları) yönelin (...)
  • Türkiye gerçeği itiraf, kan ve kavgayla bulacağının medyatik büyüsüne kapılmıştır. Türkiye, resmi devlet dilinin yasaklarından samimiyetçi, mahremiyet sınırı tanımaz bir teşhirciliğe geçmiştir. Kameralar artık devleti daha az, hayatı daha çok kovalamakta, yakın görüntü üzerine çalışmaktadırlar. Bir yandan da konuşulmaz olanlar seslendirildikçe, görünmez görüntülendikçe, tabular yıkılmakta, yasaklar kalkmakta ve birbirini dışlayan kesimler bir araya gelmektedir.
  • Baudrillard’ın hatırlattığı gibi ancak yok olmaya yüz tutan olaylar kutlanır, anılır, analiz nesnesi haline, hatta yeni bir gelenek haline dönüşür. Jönatatürkler için yoksa Cumhuriyet yeni bir gelenek mi oluşturuyor? Belki daha bilmiyoruz, ama bu yönde yeni ipuçları gözlemliyoruz.
  • Ecevit, Bahçeli ve Sezer, her ne kadar aralarında çatışma da olsa, halkçılık, milliyetçilik ve hukuk devleti ekseninde cumhuriyet projesinin siyasal düzeyde kendini pekiştirmesini ifade ediyorlar. Daha da ötesinde münzevi ve mütevazı yaşam biçimleriyle yeni tür bir Cumhuriyet muhafazakârlığına da örnek oluyorlar.
  • PKK lideri Abdullah Öcalan’ın İtalya’dan siyasal sığınma istemesi üzerine büyük kentlerde ortaya çıkan protesto hareketleri, milliyetçiliğin sınıf bazının değiştiğine dair en önemli göstergeydi. Armani giyinen üst orta sınıf Türklerin, mobilya, kumaş mağazası sahiplerinin, tekstil, ithalat - ihracat şirketi yöneticilerinin, beyaz eşya tüketicilerinin İtalyan mallarını boykotu, milliyetçiliğin kentsel ve üst orta sınıflara sirayetinin, son genel seçim öncesi ilk belirgin sinyallerinden birini vermiştir.
  • Cumhuriyetin orta ve kentli sınıflara nüfuz etmesiyle birlikte muhafazakârlık ve milliyetçiliğin değişim geçirdiğini görüyoruz. Benzer bir biçimde müslümanlar modernlik ve laiklik ile karma desenler oluşturuyorlar. Her iki tarafın da melezlenmeyle aralarındaki farklılıkların azalmaya başladığı bu süreçte yeni saflık arayışlarının, yeni sınır muhafızlarının ve yasak tanımlarının oluştuğuna da tanık oluyoruz. (...)

           Kavur gecikti, “Hazır Kart" yetişti
           Ortaya yine kim, kimi nereye, ne zaman çağırdı gibi bir gazetecilik durumu çıkınca, Bulut’un Ataizi’ni Van Gölü’nün kıyısına çağırıp çağırmadığı da anlaşılamayınca “Melekler Evi" gümbürtüye gidecek diye korktum.
           Oysa “Melekler Evi", Türk sinemasının öykü yazımı en sarkmış filmi olması dolayısıyla bile dikkate değer. Film, terk edilmiş evlerin fotoğraflarını çekmeye meraklı bir savaş muhabirinin Urfa çekimleri çerçevesinde feodalite - siyaset - emniyet üçlemesine bir gönderme. Güzellik olsun diye de araya Urfa’da şeffaf bir elbise ile dolaşan Hande Ataizi attırılıyor.
           Ömer Kavur kafasındaki bu polisiye öyküyü ilk olarak 1969’da Onat Kutlar’a anlatıyor. Onat, senaryoyu 1991’de Feride Çiçekoğlu’na devrediyor. Kavur ile Urfa’ya, Van’a gidiyorlar, mekânları saptıyorlar. Filmin bu 11 yıl içindeki iki değişmezi olan “Melekler Evi" (adı gerçekten böyleymiş) ve Tatvan gemisini buluyorlar. Gerisini birçok değişime uğruyor, sonunda Erol Hızarcı itici güç oluyor senaryo kotarılıyor.
           Filmin bir de küçük talihsizliği var: Hazır kart. Kavur’un 10 yıl önce saptadığı Tatvan gemisi ve istasyon her gün Hazır Kart reklamı ile karşımıza çıktığı için, artı Ataizi de filmde özgür kız ayaklarında dolaştığı için film çıkışında millet bol bol “Hazır Kaaart" esprisi yapıyor.


  • Yazarlar