İnönü Stadı’na yaklaşırken büyük değişimi görebildim. İstanbul Guti olmuş yürüyordu. 14 numaralı Guti yazılı çubuklu, siyah, beyaz formalar anlaşılan o ki çok satmış... En azından pazarlama anlamında büyük bir başarı bu...
Tribünde herkes Guti...
Saha içindeki Guti sayısı ise 1...
İşte o Guti’yi çıplak gözle izledim,
Fazlasıyla sakin, ağır ve yavaş sergiledi becerilerini... İkili mücadelelere fazla iştahlı girmedi. Top sürmedi. Ama hakçası çok rahat tek top oynadı, hele Quaresma’ya attığı derin bir pas vardı ki, alkışı hak etti.
Görünüşte Quaresma daha iştahlı, daha hareketliydi. Çalımlarıyla, faul getiren driplingleriyle trivela ortalarıyla kendini yine pahalı sattı.
Oyunun tümüne gelince...
Beşiktaş savunmasını ileri çıkararak rakibini zaman zaman 40 metreye hapsetti. Ernst, Guti, Hilbert hücuma çok katkılı bir orta alan oluşturdular. Tabata, Bobo, Quaresma da hücumda sık sık pozisyona girdiler. Ne var ki Finlandiya temsilcisi, toptan da ev sahibi takımdan da daha çabuktu. O atletik yetenekleriyle hava toplarında sadece 1 kez (Hilbert’in golünde) kaybettiler. İkili sıkıştırmalarla Bobo’yu adeta boğdular. Çoğu pozisyonda da Bobo o üretken orta alanın kurduğu oyunlara, attığı toplara sağır kaldı.
Beşiktaş rakibinden elbette daha kaliteli, daha becerili bir ekipti. Ama gelin görün, fizik güç ve atletik direnişleriyle HJK’lılar işi sürekli yokuşa sürdüler.
Beşiktaş baskılı ama sıkıntılı oyunda golü Hilbert’le buldu. Orta alanın sağında görev alan, savunmada adam kaçırmamaya çalışan bir oyuncunun böyle bir pozisyonda çabucak ön direğe koşup yerini alması takdire de değer, alkışa da! Kontenjan baskısıyla Hilbert’e soğuk bakanlar, onu göndermeye hazırlananlar, sanırım dünkü performansından sonra bir kez daha düşüneceklerdir.
Guti’nin yaratıcı liderliği ikinci golü getirdi. Quaresma’yı topla buluşturduğunda açıkçası, çalım, dripling ya da akıllı bir pas bekliyorduk. Ama o, kaleye dönerken inanılmaz bir vuruş yaptı.
Bu tür goller, özellikle taktiğin, oyun ilkelerinin henüz oturmadığı, rakibin direndiği zamanlarda çok önemli... Takımın temposuz ve oturmamış halinde sorunları çözmeye yetiyor. İşte Guti ve Quaresma’nın en önemli katkısı!
Dünkü skor elbette avantajdır. Turu geçmeleri için orada da bir gol atmaları gerekir. Ve kuşkunuz olmasın, bu takım gereğini yerine getirir!
Baros’un ayağındaki sırHans Wilhelm Müler Wohlfarth, spor dünyasının tanıdığı bir isim... Çoğumuz onu Bayern München’in doktoru olarak biliyoruz...
Wohlfarth’ın dünya çapındaki ünü, yıldız sporcuları beklenenden çok daha kısa sürede spor alanlarına döndürme becerisine dayanıyor.. Kendi bulduğu özel tedavi yöntemleri de var. Örneğin adaleye bal ya da buzağı kanı enjekte ederek iyileşme sürecini hızlandırdığı da söyleniyor.
Jürgen Klinsmann’dan Maurice Green’e, Ronaldo’dan Usain Bolt’a, Baros’dan Kewell’a kadar birçok spor yıldızı, onun nazik elleriyle kariyerlerine devam etmişler.
Otorite Wohlfarth
Türk futbolcuları arasında da Wohlfarth, sakatlığın soruna dönüştüğü anda başvurulacak en büyük otorite...
Başı sıkışan, ayağı aksayan Münih’de alıyor soluğu son büyük otoritenin kapısını çalıyor.
Galatasaraylı Milan Baros da Wohlfarth’ın kıdemli hastalarından biri olarak yine Münih’in yolunu tuttu... Ayak tarak kemiğinin orta kısmında bir kırık tesbit edilmişti... İstanbul’da Prof. Dr. Ömer Taşer tarafından alçılandı... Üç hafta alçılı tesbitle dinlendi, 3 hafta da yürüme botu kullandı. Altıncı haftanın sonunda takımla birlikte koşmaya başladı.
Ama ağrıları vardı...
Alman doktora anlattı. Wohlfarth, büyük bir ekiple çalışıyordu...
Sonunda kemiklerin kaynamadığını belirterek yeniden ameliyat kararı aldılar...
Tarak kemikleri yeniden kırılacak ve yeniden alçılanacaktı.
Durumu İstanbul’a bildirdi Baros...
Galatasaray Kulübü de Prof.Dr. Ömer Taşer’i aradı...
Gerisini hocamızdan dinleyelim:
“-Wohlfarth’ın Baros’un ayak tarak kemiklerinin kaynamadığı tesbitine hiç katılmadım. Bilim dışı kaygılar söz konusuydu. Son çekilen filmlerini faksla istettim... Kemikler kaynamıştı. Bana ya bir rapor yazmalarını, ya da beni telefonla arayarak ameliyattan neyi amaçladıklarını anlatmalarını istedim. Hayır, beni aramadılar. Rapor da göndermediler... Ameliyattan vazgeçmişler. Sadece Baros’un ağrıları olduğunu, yapılacak greft takviyesiyle 1-2 hafta içinde futbolcunun sağlığına tam olarak kavuşacağını söylemişler Galatasaraylı yöneticilere...”
Sırası gelmişken, “greft”in ne olduğunu da sordum... Kemikte doku anlamına geliyor. Kırıklarda kaynamayı hızlandırmak amacıyla kullanılıyor... Kadavradan da alınıyor, kişinin kendi kemiklerinden de elde edilebiliyor.
Wohlfarth’ın ameliyat kararına karşı direnen ve Alman doktora geri adım attıran Ömer Hoca, Galatasaray Spor Kulübü’nü de uyarmış:
“-Wohlfarth ve ekibinin yapacağı operasyon ve tedaviler sırasında mutlaka kulüp doktorlarından biri de hazır bulunsun!”
Parasız olmaz!
Sonunda matkapla üçer milimetrelik delikler açarak Baros’un kemiklerinden elde edilen grefti kaynamış kemiklere uygulamışlar.
Elbette bedava olmuyor bu işler...
Hele namınız yürümüş, dünya starlarını kariyer listenize almışsanız... Belli bilimsel başarılar da elde etmişseniz...
Bu başarılar, “bilim dışı kaygılar da yaratarak” endüstriyel bir altyapı oluşturabilir.
Kulüpler parayı basar, daha olmadı futbolcuların özel sigortaları devreye girer ve sistemin çarkları işler...
Galatasaray da bekler... Baros’un sahalara dönmesi biraz daha zaman alır...
Şimdi de “Achille Tendinit” sorunu vardır Baros’un. Kırık tedavisinin uzaması topuk tendonlarındaki ağrılara neden olmuştur...
Baros’un beklenmedik sakatlıkları ve kaybolan zaman, geçmişte bir şampiyonluğa malolsa bile...
Endüstriyel futbolda top böyle döner!
Robinho rüzgârı
Beşiktaş’ın, sessiz ve derinden sürdürdüğü transfer ataklarında Robinho’ya tam 20 milyon Pound önerdiğini duydum...
İstekli ve ısrarlıymışlar...
Bernd Schuster, Bobo ve Nobre ile yetinemeyeceklerini söylerken, mutlaka bir santrfor transfer edilmesini istemiş...
Tercihan da Robinho!
20 milyon Pound’un 46 milyon TL’ye denk geldiğini, benim açımdan bir çılgınlık ifade ettiğini söylemeliyim...
Hadi bunu çok akıllıca bulup şık bir şöhretle zinciri tamamlamak istiyorlar diyelim...
Yine de bu Robinho işinde çekinceşlerim var...
Kısa kariyer öyküsüne baktığımda Robinho’nun da tıpkı Batistuta, Veron, Ortega, Riquelme gibi, “Avrupa’da mutlu olamayan Latin Amerikalı yıldızlar”dan biri olduğunu düşündüm...
Beşiktaş’ın bu parayı nereden bulacağı önemli değil, Robinho gelirse Avrupa’da aradığı mutluluğu Türkiye’de bulacak mı?
Gol sorunlarına çare olacak mı?
Real Madrid’in, Manchester City’nin çuvalla para verip mutlu edemediği Robinho’yu biz neyle mutlu edeceğiz?
Bu rüzgarın dinmesini bekliyorum...
Bana göre Beşiktaş golü sosyalleştirip tek santrforun ayaklarına değil, hücum oyuncularının tamamına bağlayabilir skor arayışını...
O yüzden gaza gelmemek, biraz durup düşünmek gerekiyor!
...Ve masörler ortada kaldı!
Söz sağlıktan açılmışken, Galatasaray Sağlık Ekibi’ndeki değişimden de söz edelim...
Geçen hafta Çarşamba günü Adnan Sezgin, Sağlık Kurulu Başkanı Prof.Dr. Mehmet Kurdoğlu’nu Florya’ya davet etti.
Görüşme çok kısa sürdü...
Yeni bir sponsorla anlaşmışlar ve sağlık ekibinin görevine son vermişlerdi.
Olabilir... Sponsor sağlık kurumuyla anlaşmaları çok doğaldır. Ekiplerin değişmesi de!
Ne var ki, Mehmet Hoca ve ekibinin 8 yıldan beri kurumlaştırdığı hizmetleri aksatmamak, büyük emekle hizmet gören merkezi de çalıştırmak gerekir.
Mehmet Kurdoğlu, Bülent Bayraktar, Mehmet Yücesir ve uzmanlardan oluşan ekip bir anda dağıldı. Hoca ve yardımcıları zaten para almıyordu, sorun yoktu. Ama 2 uzman spor hekimi ve 3 masör işsiz kaldılar...
Hadi, doktorlar için işsizlik uzun sürmez diyelim...
Ama yılların emektar masörü Mehmet Akpençe, merhum malzemeci Ahmet Abi’nin masör oğlu Erken Kazancı, çoluk çocuğu ellerinin emekleriyle geçindiriyordu... Ortada kaldılar.
Bu operasyon Haziran’da yapılsa, üç masör de gayet rahat iş bulabilirlerdi. Şimdi iş aramanın da bulmanın da zamanı geçti...
Sezonu evde geçirecekler...
Özetle Galatasaray’daki son operasyon sakatlık yarattı... Kalpler kırıldı.
Hocalara teşekkür etmediler... Masörlere acımadılar.
Her neyse... Dilerim Mehmet Hoca ve ekibinin kurumsallaştırdığı sağlık hizmetleri aksamadan yürütülür.
Çünkü onlar sadece sakatlık tedavisiyle uğraşmadılar... Aynı zamanda performans geliştirme laboratuarı da kurarak Türkiye’de hiç denenmemiş bir yöntemi başarıyla gerçekleştirdiler... Üstelik bu işi İstanbul Üniversitesi ile birlikte “akademik” olarak yapıyorlardı.
Umarım ampirik bir kazayla karşı karşıya kalmayız!