Arkeoloji BOZKIRDA KÖK SALAN TARİH

BOZKIRDA KÖK SALAN TARİH

19.12.2022 - 01:00 | Son Güncellenme:

Bozkırın ortasında, Kırşehir’de yaklaşık 40 yıldır “tarihin merkezi”ne doğru derin bir yolculuk var. Japon Anadolu Arkeoloji Enstitüsü; Kalehöyük, Yassıhöyük ve Büklükale’deki kazılarla medeniyetlerin filizlendiği bu coğrafyada tarihin karanlıkta kalan noktalarını aydınlatmak için çalışıyor.

BOZKIRDA KÖK SALAN TARİH

Menderes Özel | menderes.ozel@milliyet.com.tr- “Hattuşa kenti açlıktan kırılınca, Tanrım Şiu, onu Taht Tanrıçası Halmaşuit’e teslim etti ve ben Hattuşa’yı fırtınalı bir gecede aldım, ne var ki burada elime geçen bir şey olmadı. Kenti yaktıktan sonra yabani otlar ektirdim. Benden sonra kral olacaklardan her kim, Hattuşa’yı yeniden canlandırırsa göklerin Fırtına Tanrısı onun belasını versin.”

Haberin Devamı

Hititlerin, binalarının duvarları zamanın kumları gibi akıp gitmiş efsanevi başkenti Hattuşa’da temeller arasında dolaşırken Anitta’nın Laneti çıkmaz insanın aklından. Nuri Bilge Ceylan’ın “Bir Zamanlar Anadolu”yu çektiği Kırıkkale’nin Keskin ilçesine yalnızca 45 kilometre uzakta; Kırşehir merkez ilçe, Çayağzı köyü sınırları içindeki Yassıhöyük’teyiz. Höyüğün geçmişini yüzlerce, belki bin yıl daha geriye götüren yeni katmanı Kazı Başkanı Masako Omura’dan dinlerken yine Anitta’nın Laneti düşüyor aklımıza. Katmandaki yerleşim -hatta daha yeni olan 4 bin 200 yıllık yerleşim de- “büyük yangınlardan önce” terk edilmiş. Bir zamanlar Anadolu’nun bu tam orta yerinde neler yaşanmış; kimler gelmiş, kimler geçmiş! Omura, “Arkeologlar olarak bu kadar çok yangına seviniyoruz. Yangında insanlar her şeylerini bırakıp kaçar ancak burada çok eşya yoktu. Önce eşyalarını toplayıp terk etmişler; yangın sonra çıkmış. ‘Arkadan gelenler mi yakmış?’ Yazı olmadığı için şimdilik bilmiyoruz. Yerleşim bir salgın hastalık veya kuraklık yüzünden de terk edilmiş olabilir. Burada savaş olmamış. 4 bin 200 yıl (4.2 binyıl olayı) önce kuraklık, kıtlığa yol açacak şekilde iklimde çok büyük değişiklik oldu. Terk etmelerinin nedeni bu olabilir” diye bizi aydınlatıyor.

Haberin Devamı

Kim bilir belki Anitta’dan yüzlerce yıl önce bir diğer kralın laneti yüzünden sürülmüş proto Kırşehirliler topraklarından... O an Kırşehir’deki varlığımızın nedeni Milliyet Arkeoloji-İş Sanat Kültürel Miras Buluşması. Bir dinlenme tesisinde bizi “Selamün aleyküm” diye karşılayan Japon Anadolu Arkeolojisi Başkanı Dr. Sachihiro Omura öncülüğünde rotamızı birkaç yüz metre ötedeki Yassıhöyük’e kırıyoruz. Omura, Kazı Başkanı eşini “Bizim hanım” diye tanıştırıyor. 625x500 metre ebatlarındaki höyüğe ulaştığımızda zorlu kış şartlarından korumak için üzerini kapatma çalışmaları başlamak üzereydi. Doğrusu höyüğün kapatılması, bizim ziyaretimiz için bir hafta ertelenmişti. Her kazı sezonunda zamanın yüzde 40’ı höyüğün tekrar açılmasına ayrılıyor. Eşiyle birlikte 1985’ten bu yana Kaman’da olan Masako Omura, 2009’dan beri Yassıhöyük’ü kazıyor. “Geçmişi Eski Tunç Çağı’na, 4 bin 200 yıl önceye ulaşan kalıntılar olabilir” diye düşünerek kazıya başladıklarını söyleyen Omura son yıllardaki süreci şöyle anlatıyor: “2017’ye kadar kazdık. İki sene aşağı kısımlarda kazı yaptık. Geçen yıl tekrar tepe kısmı kazmaya başladık. Ortaya 4 bin 200 yıl öncesinden mimari kalıntılar çıkardık. Yerleşimin çok büyük bir yangın geçirdiğini tespit ettik. O tabakanın altında da daha büyük ikinci bir yangın tabakası bulduk. Geçen yıl yerleşimin tarihini 4 bin 200 yıldan daha öteye taşıyan o tabakaya inmek istedik. Henüz Karbon 14 yapılamadığı için kesin bir yıl veremiyoruz.” Eski Tunç Çağı’nın son safhasına ait bir bina kalıntısını gösteren Omura, orada işaret ettiği merdivenle çıkılabilen odanın Japonya’daki tapınaklarda olduğu gibi dışarıdan gelenlerin temizlenmesi için ayrılmış bir alan olabileceğini söylüyor. Bina bir saray olabilir. Omura’nın işaret ettiği yeni katmanın ötesinde Yassıhöyük’ün önemini ortaya koyan buluntular şunlar:

Haberin Devamı

1) Geç Demir Çağı’na ait surla çevrelenmiş şehir kalıntıları, merkezde büyük bir bina, çevresinde yapılar ve koridorlar.

Haberin Devamı

 2) Orta-Erken Demir Çağı kalıntılarıyla Geç Hitit Dönemi’nden hiyeroglifli kurşun levha mektup parçaları.

3) Orta Tunç Çağı’na, M.Ö. 2. binin ilk yarısına ait kalıntılar ve jeofizik araştırmalarıyla aşağı şehrin varlığının tespiti.

 4) Eski Tunç Çağı’na ait büyük yapı kalıntıları. Saray binası buradaki şehir devletinin kanıtı olarak gösteriliyor. Yassıhöyük’teki araştırmaların, M.Ö. 3 ve 1. bin yıllar arasında Anadolu’da kurulan şehir devletlerinin gelişimini açıklaması umuluyor.

Enstitü’de restorasyon çalışmaları titizlikle sürdürülüyor

Demir, Orta Tunç ve Eski Tunç Çağlarında; Güney, Doğu, Orta ve Kuzey Anadolu’yu bağlayan yolların üzerinde yer alan Yassıhöyük’ten çıkan buluntular arasında fibulalar, küpeler, ok uçları ve lapis lazuli bir küpe dikkat çekiyor. Lapis lazulinin Afganistan kaynaklı bir taş olması o çağın dünyasında etkileşim hakkında önemli bir ipucu.

Haberin Devamı

BOZKIRDA KÖK SALAN TARİH

Japonlar neden Kaman’da

Kaman’daki Japon Anadolu Arkeoloji Enstitüsü’ne geçiyoruz. Japon Bahçesi sınırları içindeki Enstitü’de yemeğimizi yerken sazı Sachihiro Omura devralıyor. Prens Mikasa tarafından Kaman’da özel görevlendirilmiş bir isim olan Omura’nın Anadolu arkeolojisinde önemli rolü var. 1985’ten bu yana Kalehöyük kazısının başkanlığını yürüten Omura başlıyor anlatmaya: “İmparator Ailesi bu kadar önem vermese burada hiçbir şey yapamazdık. İmparator Hirohito’nun kardeşi Prens Mikasa’nın Kaman’a verdiği önem sayesinde büyük yol aldık.” Prens Mikasa’nın arkeolojiye merakının İkinci Dünya Savaşı’nda başladığını anlatan Omura, savaşta subay olarak Çin’de görev yapan Mikasa’nın önce bu ülkede Müslüman, Hristiyan, Budist, Marksist ve komünistlerin bir arada olmasına anlam veremediğini anlattı. Mikasa Tokyo’ya döndüğünde hocasına Japonya’nın neden kaybettiğini sormuş. “Çünkü biz tarih bilmiyoruz” yanıtını veren hocası ona okumasını tavsiye etmiş. Tarih okumaya başlayan Mikasa, “medeniyetlerin ilk kök saldığı” Ortadoğu’yu incelemesi tavsiyesine de kulak vermiş. Mikasa, tarih ve arkeoloji yolculuğunda hep önce “Japonya’nın ABD’ye neden savaş açtığı” sorusunun yanıtını aramış. Omura, “Peki neden Kaman?” sorumuzu şöyle yanıtlıyor: “Çünkü burası tam merkez. Tarihin merkezi burası. Medeniyet ve kültürler burada filizleniyor. O kadar çok katmanlar var ki burada. Yangın, yangın, yangın... Bu yangınların neden çıktığını bulmak zorundayız.” Japonya’ya gittiğinde Kaman’daki bulguları saatlerce anlattığı Prens Mikasa’nın duyduklarına çok sevindiğini söyleyen Omura, Mikasa’nın Mısır, Ürdün, Suriye, Irak, İran, Pakistan, Hindistan gibi birçok ülkeyi ziyaretinin ve tonla yüzey araştırmasının ardından arkeolojik çabalarının odağına Kaman’ı yerleştirdiğini belirtti. Türkiye’nin arkeoloji konusundaki çok sağlam duruşuna dikkat çeken Omura, “Diğer ülkelerde kazıları bir noktada bırakmak zorunda kalabiliyorsunuz. Türkiye’deyse ne olursa olsun kazılar devam eder. Arkeolog olarak Türkiye’ye teşekkür etmek zorundayız” dedi. Kazılar sayesinde Kaman’da arkeolojiye üst düzey bir ilgi var. Kalehöyük’te 30 yıldır ilçeli öğrencilere dersler veriliyor. Omura, “Çocukların arkeolog olmasına gerek yok; doktor, avukat, pilot olsunlar. İyi pozisyonlara gelsinler ama arkeoloji ve tarih bilinçleri de gelişkin olsun. İstediğim bu” diyor. Türkiye’nin en büyük arkeoloji depolarından biri Kaman’da. Omura, büyük oranda İş Bankası’nın desteğiyle tamamlanan depodan gurur duyuyor. Depo on binlerce parça arkeolojik kalıntıya ev sahipliği yapıyor. Omura, arkeolojide müze kadar depoların da en önemli gereksinimlerden olduğuna dikkat çekti. Depoda 1986’dan beri çıkan her şey yüzlerce kasada tasnif edilmiş. Bir kasanın üzerinde 1992 cüruf yazıyor, diğerinde kemik, bir başkasında seramik ve tarihleri yazıyor. Omura artık bir Anadolulu olsa da kalbi Japonya için atıyor. Resmen emekli bilim insanı, fiilen de emekli olacağı günü bekliyor. Emeklilik yaşamına geçebilmesi için Prens Mikasa ya da onun düzeyinde bir ismin iradesi gerekiyor. Ancak kendisini Anadolu’da görevlendiren Prens Mikasa artık hayatta değil. Enstitü turumuza kütüphane ile devam ediyoruz. Dr. Omura, “Ne kadar internet olursa olsun bize kütüphane lazım” diyor. Kütüphanedeki kitapların bir kısmı Tahsin Özgüç’e ait. Bir köşede Tahsin Hoca’nın çalışma masası, dosya dolabı duruyor. Omura, hocasından yediği fırçaları masasının yanında canlandırarak anlatıyor; “İşte biz böyle öğrendik” diyerek Tahsin ve Nimet hocaları saygıyla anıyor

Orta Anadolu’da bir kavşak: Kalehöyük

Japonya desteğiyle inşa edilip Türkiye’ye hibe edilen Kalehöyük Arkeoloji Müzesi’ni Büklükale Kazı Başkanı Doç. Dr. Kimiyoshi Matsumura gezdirdi. Ziyaretçileri girişte kasalar içinde seramik parçaları karşılıyor. Parçalar, ziyaretçilerin dokunup hissedebilmesi için açıkta sergileniyor. Bu uygulama Türkiye’de bir ilk. Kasalarda Demir Çağı’ndan, Hititlerden kalma parçalar var. Müzenin kuruluş amacı öncelikle Kalehöyük’te bulunan eserlerin sergilenmesi. 280 metre çapındaki Kalehöyük’ün “Birinci Katı” 1a ve 1b olarak iki evreye ayrılıyor. 1a, 15-17. yüzyıllara; 1b’yse Türkİslam ve Bizans’ın yan yana olduğu Beylik Dönemi’ne, 14. yüzyıla tarihlendiriliyor. 1a’daki binaların taş duvarlarına oturtulmuş ocaklar ve yapıların tabanlarındaki tandırlar dikkat çekiyor, ki İç Anadolu köylerinde bu gelenek hala sürdürülüyor. Bu katmanda çok sayıda tütün lülesinin yanı sıra sikke de bulunmuş. Höyükten Leh sikkesinin çıkması, ayrıca Ming Hanedanlığı Dönemi’nden bir Çin porseleni parçası bulunması höyüğün arkeologlara sürprizleri olsa gerek. İkinci Demir Çağı katmanında Yunanistan, Kıbrıs, Urartu ve Mezopotamya kökenli kalıntıların bulunması Kalehöyük’ün bir kavşak ve her tarafla etkileşim halinde olduğuna işaret ediyor. Hitit İmparatorluğu M.Ö. 12. yüzyılda yıkıldıktan sonra Anadolu, “Karanlık Çağ” diye adlandırılan, kültürlerin belli olmadığı bir döneme girdi. Kalehöyük’teyse ilk kez o döneme ait bir yerleşim tespit edilmiş. Matsumura, bir küpün üzerindeki dalgalı motifin Yunan Miken kültüründekilere çok benzediğini söyledi. M.Ö. 1200’lerde Yunanistan’dan Akdeniz’e, oradan da kuzeye doğru bir hareket gerçekleşmiş olabilir mi? Kalehöyük’te 30 yılda M.Ö. 3. bine kadar indiklerini söyleyen Matsumura “Daha ne kadar inebiliriz bilmiyoruz, bizden sonraki nesillere bırakacağız” diyor. Müzede M.Ö. 2. bine ait bir aslan çene kemiği dikkat çekiyor. Anitta metninde de aslanlardan bahsediliyor. Bulunan geyik boynuzları da bugün bozkırlarıyla meşhur coğrafyada bir zamanlar faunanın çok renkli olduğunu gösteriyor. Uzmanlar bitki örtüsünün, insanların madencilik gibi faaliyetleri yüzünden ortadan kalkmış olabileceğini düşünüyor.

Karanlığı aydınlatacak höyük Büklükale

Kırıkkale Karakeçili’de, Kızılırmak’ın en dar noktasında stratejik açıdan önemli bir noktada bulunan Büklükale Höyüğü’nde 2009’dan beri süren kazılarda M.Ö. 3. binlerden Osmanlı’ya kadar çeşitli katman ve yapılar tespit edilmiş. İç Anadolu kronolojisindeki boşlukları doldurabilecek höyükte yapılacak araştırmalarla Hititlerin tarih sahnesine çıkış süreci daha iyi anlaşılabilecek. Büklükale’de M.Ö. 2. bine ait bir şehir devletinin varlığı çok önemseniyor.

Hitit Dönemi’nin başlangıcında, yaşamın bir yangınla sona erdiği yapının bodrumundaki iki odada üç binden fazla içki kabı ve lapis lazuli, altın ve mısır mavisi kakmalı beyaz mermer bir panter başı bulunmuş. Bu da bir asa başı olabilir. Buluntuların Hitit metinlerinde geçen yer altı tanrılarına adakların sunulduğu bina inşası törenleriyle ilgili olduğu düşünülüyor. Bir odadan çıkan cam şişeyse tarihlendiği M.Ö. 1600’le dünyanın en eski cam şişelerinden biri.