Arkeoloji Sayda’dan İstanbul’a: Bir lahit macerası

Sayda’dan İstanbul’a: Bir lahit macerası

18.09.2023 - 03:00 | Son Güncellenme:

Osman Hamdi Bey’in Sayda’da gerçekleştirdiği kazılar, İstanbul Arkeoloji Müzelerinin de yolunu çizdi. Kazılar sonrası İstanbul’a getirilen lahitlerin sığmadığı müze, yıllar geçtikçe büyüdü.

Sayda’dan İstanbul’a: Bir lahit macerası

Cüneyt Sadıç | cuneyt@destinationsforever.com - Bugün İstanbul Arkeoloji Müzeleri dendiğinde, Türkiye’de tarih ve arkeolojiye ilgi duyanların aklına gelen ilk iki şey Osman Hamdi Bey ve İskender Lahdi olur. Yurt dışında ise bu muhteşem müze İskender Lahdi ile ünlü. Özetle, 1887 yılında İstanbul’dan 1500 km uzakta, Lübnan’ın Sayda (Sidon) kentinde, çok kısa bir sürede tamamlanan “Sidon Kral Nekropolü” kazısında çıkarılan lahitler, hem akademik camiada büyük bir yankı uyandıracak hem de İstanbul Arkeoloji Müzelerinin kaderini derinden etkileyecektir. Takvimler 8 Mart 1887’yi gösterdiği gün Saydalı Mehmed Şerif, Sayda’ya yarım saat mesafede, Ayaa denilen bölgede, kendisine ait arazide kayalıkları keserek taş çıkarmaktadır. Çalışırken denk geldiği bir kuyunun dibinde mağara kapısı olduğunu fark eder ve hemen yetkililere haber verir. Kapağının bir ucu kırılmış, içi su ile dolu olan ve üzeri kabartmalarla kaplı beyaz mermerden bir lahit olduğu görülünce durum Sayda Kaymakamı Sadık Bey’e aktarılır. Sadık Bey de durumu Suriye Valisi Naşid Paşa’ya ve Maarif Nezâreti’ne bildirir. Ertesi gün, 9 Mart 1887’de aynı kuyuda, biri kabartmalı ve beyaz, diğeri ise düz ve siyah mermerden yapılmış, içleri yine su dolu iki lahit daha bulunması üzerine bölgeye bizzat Kaymakam Sadık Bey de gider. Bir gün sonra içinde biri eşsiz savaş kabartmaları ile süslenmiş, üçü ise düz, toplam dört adet lahdin olduğu bir mağara daha bulunur. Bu haberler üzerine Vilayet Baş Mühendisi Beşara Efendi çalışmaları sürdürmesi için Sayda’ya gönderilir. 15 Mart 1887’de Beşara Efendi’nin Sayda’ya gelmesiyle çalışmalar yeniden başlar ve lahitlerin yer aldığı yedi mezar odası bulunur. Beşara Efendi 18 Mart 1887’de Müze-i Hümâyûn’a ilettiği ve hiçbir müzede bulunmadığını ifade ettiği 10 lahit ile ilgili hazırladığı raporun bir kopyasını ve diğer bilgileri Beyrut’taki Fransız Konsolosu’na göndermeyi de ihmal etmez.

Haberin Devamı

Sayda’dan İstanbul’a: Bir lahit macerası

Gemiyle yolculuk

Raporun İstanbul’a ulaşması burada da büyük heyecan uyandırır. Ancak bürokrasi nedeni ile işlerin çok yavaş ilerlediğini, Suriye Valisi Naşid Paşa’nın 30 Mart 1887’de İstanbul’a gönderdiği bir telgraftan öğreniyoruz. Paşa telgrafında Maarif Nezâreti’ne bilgi verildiği halde cevap alamadığından şikâyet ediyor. Bu arada lahitlerin bulunduğu mağara duvarlarında oluşan çatlaklar nedeni ile yıkılmalar başlayınca Vilayet Baş Mühendisi, önlemler alması için tekrar Sayda’ya gönderilir. 4 Nisan 1887’de de Maarif Nâzırı Münif Paşa’nın teklifi ile lahitlerin çıkarılarak İstanbul’a getirilmesi ve gerekiyorsa bölgede kazıların devam ettirilmesi için Müze-i Hümâyun Müdürü Osman Hamdi Bey Sayda’ya gönderilir. Osman Hamdi Bey kazılar için gerekli malzemeleri yüklediği Sumatra adındaki gemiyle 18 Nisan 1887’de İstanbul’dan ayrılır, yolda İzmir’e uğrayıp Aydın Âsâr-ı Atîka Müdür Vekili Démosthènes Baltazzi Bey’i de yanına aldıktan sonra 30 Nisan 1887’de Sayda’ya varır. Hemen ertesi gün en büyüğü 3.30 metre ve yaklaşık 15 ton ağırlığında olan lahitleri çıkarma çalışmalarına başlar. Ancak bu çalışmalar o kadar kolay ilerlemeyecektir. Öncelikle bulunan lahitleri çıkarmak için yüzde 12 eğimli ve 15 metre genişliğinde raylar bulunan bir tünel inşa edilir. Bu tünel 14 Mayıs 1887’de tamamlanır. Bu arada kazı çalışmaları devam etmektedir. 29 Mayıs günü siyah taştan, firavun lahdi görünümlü bir lahit daha bulunur. Üzerinde hem hiyeroglif ve hem de Fenike yazıları bulunan bu lahdin Eşmunazar’ın babası Sidon Kralı ve Astarte Rahibi Tabnit’e ait olduğu üzerindeki yazılar okununca ortaya çıkar.

Haberin Devamı

Sayda’dan İstanbul’a: Bir lahit macerası

Müzenin yolunu belirledi

Sayda kazısı, müzenin yolunu belirleyen bir kazı olur. Müze-i Hümâyûn yeni bir kimliğe kavuşur. Bu o kadar belirgindir ki müze “Luhud-ı Atîka Müzesi” yani “Eski Lahitler Müzesi” adıyla anılır hale gelir. Müzenin alt katındaki iki büyük salona; İskender, Likya, Ağlayan Kadınlar ve Satrap Lahdi gibi Sayda lahitlerinin en önemli parçaları konulur. İlerleyen yıllarda artan kazı çalışmaları sonucu bulunan yeni eserler için yeni müze binasının yeterli olmadığı ortaya çıkınca, Osman Hamdi Bey, müzeye ek bir bölüm yaptırabilmek amacı ile tekrar harekete geçer ve 1 Eylül 1898’de yapımına başlanan ikinci bina 7 Kasım 1903’te açılır. Üçüncü bina ise Nisan 1907’de bitirilir. Osman Hamdi Bey’in Sayda kazıları sonrası İstanbul’a getirilen lahitlerle başlayan macerası sadece 20 sene gibi bir sürede 190 metre uzunluğunda ve 9000 küsur metrekarelik dev bir bir müze binasının tamamlanması ile sona erecektir.

Haberin Devamı

Zorlu çalışma

Gelir gelmez kazı alanına giden Osman Hamdi Bey, mum ışığında tüm lahitleri tek tek inceler. Mermer lahitlerin zenginliği, güzelliği ve çeşitliliği Osman Hamdi Bey’i çok etkilemiştir. Aynı gün İstanbul’a gönderdiği telgrafta, lahitlerin Avrupa müzelerinin hiçbirinde benzerlerinin olmadığını söyledikten sonra, sadece birisinin bile Müze-i Hümâyûn’u benzerleri arasında en zengin müze yapacağını ekler.

Tabnit’in laneti

Tabnit’in lahdi, Sidon Kral Nekropolü’nün en eski lahdi olup M.Ö. 6. yüzyıla tarihlenmektedir. Aslında Mısırlı General Peneftah’a ait olan ve üzerinde kendisini rahatsız edeceklere hiyeroglif ile yazılmış lanetler bulunan bu lahdi, lanetlere rağmen kullanmaktan çekinmeyen Tabnit, üzerine bir de bu kez kendisi Fenikece aşağıdaki bedduayı kazıttırmıştır: “Ben Astarte Rahibi ve Sidonlular kralı Tabnit, bu lahidin içinde gömülüyüm. Ey benim mezarımı bulan kimse, her kim olursan ol benim lahdimi açma ve benim huzurumu bozma. Çünkü yanımda ne gümüş ne altın ne de define vardır. Bu lahitte yalnızca yatmaktayım. Bana mezar olan bu lahdi açma, bu Astarte’ye karşı büyük bir hakarettir. Eğer tembihimin aksine, mezar odamı açar ve benim huzurumu kaçıracak olursan, yaşayan insanlar arasında ve güneş altında nesilden ve nesepten mahrum kal ve ölüler arasında yatacak yer bulma!” Yıllar sonra Osman Hamdi’nin oğlu Edhem Hamdi Eldem, işte Tabnit’in bu laneti nedeniyle kızı Nevin’i kaybettiğine inanacaktır.

Haberin Devamı

Gemiyle taşındı

 Kazı çalışmaları sonrası sayıları 17’ye ulaşan lahitler insan gücü ile kaydırılarak sala getirilir. Bu arada bir de lahitlerin gemiye yüklenebilmesi için 32 metre uzunluğunda bir iskele inşa edilir. Bulunan eserleri İstanbul’a götürmek için görevlendirilen Asir Vapuru 13 Haziran 1887’de Sayda Limanı’na demirlemesine rağmen, kötü hava şartları nedeni ile lahitler ancak 16 Haziran’da yüklenmeye başlanır. En son İskender Lahdi’nin de yüklenmesini takiben 23 Haziran 1887’de yola çıkılır ve eserler İstanbul’a getirilerek müzeye taşınır. Osman Hamdi Bey ertesi yıl da Sayda’daki kazılarına devam eder, yeni bulunan beş lahit de yine gemiyle müzeye getirilir. Ancak aralarında Ağlayan Kadınlar, Satrap, Likya, İskender adlarıyla bilinen Helenistik Dönem’e ait pek çok parçanın bulunduğu 17 lahit için müzede yer yoktur. Lahitler, bahçede tutulur. Osman Hamdi Bey, bu nedenle Müze-i Hümâyûn’un karşısına yeni bir müze binası inşa edilmesinin gerektiğini 26 Temmuz 1887’de Maarif Nezâreti’ne bildirir. Mimar Alexandre Vallaury’e çizdirdiği yeni müze binası, 13 Haziran 1891 Cumartesi günü hizmete açılır.

Haberin Devamı

Sayda’dan İstanbul’a: Bir lahit macerası

Osman Hamdi Bey’in Fransızca kaleme aldığı kazı günlüğü Türkçede de yayımlandı.

Kaynakça Ali Sönmez, “Osman Hamdi Bey’in Sayda Kazısı ve Bu Kazının Müze-i Hümâyûn’un Gelişimine Etkisi”, History Studies, 12/3, Haziran 2020, s.765-788 Elif Büyükgençoğlu-Emrah KahramanEmir Son, “1887 Sidon Kral Nekropolü Kazısı ve Batı’ya Mektuplar”, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Yıllığı 18, Ekim 2021, s.539-555 Osman Hamdi Bey & Reinach, T. (1892) “Une nécropole royale à Sidon”, Paris: Leroux Paris: Leroux Tuğçe Akbaytogan-Tarkan Kahya, “Tabnit’in Laneti ve Osman Hamdi Bey”, Aktüel Arkeoloji, Eylül-Ekim 2019