Arkeoloji Yarım kalmış bir hikâye

Yarım kalmış bir hikâye

24.10.2022 - 01:00 | Son Güncellenme:

Taşların dile gelip hikâyeler anlattığı Yesemek, heykellerin binlerce yıl önceki zorlu üretim süreçlerini gözler önüne seriyor.

Yarım kalmış bir hikâye

Ali Mucak | alimucak@outlook.com-Milliyet Arkeoloji ve İş Sanat’ın düzenlediği “Kültürel Miras Buluşmaları”nın Zeugma programına Milliyet Arkeoloji ekibinin davetiyle ben de katılma şansı buldum. Gaziantep programımızın ikinci gününde rotamız Yesemek Açık Hava Müzesi’ne çevrildi. Şehir merkezinden yaklaşık 1.5 saatlik yolculuğun sonunda, taşların dile gelip bize hikâyeler anlatacağı yere ulaştık. Burası Gaziantep’in İslahiye ilçesine 23 km uzaklıkta, Karatepe olarak adlandırılan bir tepe üzerinde yer alıyor. Müzeye girip çam ağaçları arasında yukarıya doğru uzanan taş merdivenli yolu gördüğümde, mistik bir yolculuğun eşiğinde olduğumun farkındaydım. Attığım her bir adımda heykel taslaklarına biraz daha yaklaşıyor ve heyecanım giderek artıyordu. Alanı gezmeye başlamadan önce, bize eşlik eden Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’nde görevli Arkeolog Selahattin Köroğlu’na kulak verdik. Köroğlu’nun verdiği bilgilere göre, heykel atölyesinin Hitit İmparatorluğu’nun en parlak dönemini yaşadığı Kral I. Şuppiluliuma zamanında (M.Ö. 1375-1335) işletmeye açıldığı düşünülüyor. Burası büyük bir heykel atölyesi olmasının yanı sıra, bir heykeltıraşlık okulu olma özelliği de taşıyormuş. Atölyede sfenksler, kapı aslanları, dağ tanrıları, sütun kaideleri ve savaş arabası sahneli kabartmalar yapılmış. Acaba aslanlar hangi kapıyı koruyacak, savaş arabaları hangi caddede dosta güven düşmana korku verecekti? Hepsi Hititlerin bize bıraktığı bu atölyede hikâyesini tamamlamadan yapım aşamasında kalmış. Heykellere bakarken çekiç, keski sesleri kulaklarımda yankılanıyor ve ustanın taslağı bitirdiği andaki sevinç çığlıklarını duyabiliyordum. Antik yerleri bu yüzden seviyorum. Orada hayal gücümün sınırlarını zorlayarak bir zaman yolcusuna dönüşüyorum

Haberin Devamı

Zorlu üretim süreci

Atölyede üretilen heykel taslaklarının ağırlıkları 1 ila 15 ton arasında değişiyor. Dönemin şartlarını düşününce bazalt blokları üretip, ocaktan buraya kadar getirmenin ne kadar zorlu bir süreç olduğunu hayal edebiliyorum. Günümüz teknolojisinde elmas teller ve devasa makineler ile üretilen blokları Hititler, el işçiliği ile üretiyordu. Üretim kayacın çevresine oluklar açılmasıyla başlıyordu. Bu olukların içerisine yerleştirilen ağaç parçaları su ile ıslatılıyor ve ağacın genişlemesinin verdiği basınç, taş yüzeyinde çatlaklar oluşturuyordu. Çatlaklara balyoz, çekiç ve keskiler yardımıyla darbeler uygulanarak blokların ana kayadan ayrılması sağlanıyordu. Çıkarılan bloklar ise taş ocağında tıraşlanıp muhtemelen insanlar ve hayvanlar tarafından çekilen kızaklar yardımıyla usta ellerde heykele dönüşmesi için atölyeye taşınıyordu. Sonrasında da gelen siparişlere göre atölyedeki macera başlıyordu. Yapılan kazı çalışmalarında atölye ve çevresinde bugüne kadar heykel yapımında kullanılmış herhangi bir alete rastlanılmamış. Bu da burada çalışan insanların başka bir bölgede yerleşik olarak yaşadığı fikrini doğuruyor. Bu büyülü atmosfere tanık olmama vesile olan Milliyet Arkeoloji, İş Sanat ve Gaziantep Büyükşehir Belediyesi ekiplerine sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Tarihçi Lord Acton’un da dediği gibi; “Tarih hafızaya bir yük değil, ruhun aydınlanmasıdır.” Aydınlık bir gelecek için Milliyet Arkeoloji Dergisi’nin çalışmalarını tebrik ediyorum.