The Others Bir İstanbul beyefendisi Vedat Günyol

Bir İstanbul beyefendisi Vedat Günyol

05.03.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Edebiyatta bir öncü... Neredeyse bir asıra tanık. Şimdi vazgeçemediği kitapları, öğrencileri ve akşamdan akşama votkasıyla huzur içinde... Hicran Duran Ben doğunca bozulmuşlar: "1911'de Fatih Çırçır Mahallesi'nde ailemin üçüncü oğlu olarak dünyaya gelmişim. Bozulmuşlar biraz, kız bekliyorlarmış. Bir tek dedem sevinmiş buna. Adımı da o koymuş. Dört beş yaşamın anılarından, onunla ilgili olarak, beyaz sakallı, aydınlık yüzlü bir ihtiyar var belleğimde. Adliye müsteşarı olan dedem babamın annesini boşayarak ikinci kez evlenmiş. Bu ikinci evlilikten bir erkek çocuğu olmuş. Amcam Mehmet Feyzi Bora, dünya şekeri bir adamdı. Onunla 16 yaşımdayken dost oldum. Babam üvey annemin hışmından korkarak ve bir arkadaşının kandırmasıyla 1900 yılında kendini Paris'e atmış. Paris o zaman nefis. Paris'e hayran dönmüş. Onu Diyarbakır'a göndermişler. Orada annemle tanışıp evlenmişler. Annem güzel bir insandı. Sonra biz fırlıyoruz. İki erkek ve kız kardeşim Mihrimah." Cahit Sıtkı kızkardeşime aşıktı: "Kızkardeşim Mihrimah Cahit Sıtkı'nın aşık olduğu ve "Abbas" şiirini patlattığı kadındır. Ama kızkardeşim bunun farkında değildi. Biz Cahit Sıtkı ile Diyarbakır Lisesi'nin ilkokulunda beraber okuduk. Birbirimizi çok seviyorduk. Daha sonra İstanbul'daki evimize de sık sık gelirdi, ben de `beni ne kadar seviyor' diye düşünüyordum. Meğerse kız kardeşime aşık olmuş. Ama kızkardeşim de abi diyordu ona. Ancak Cahit Sıtkı ölmeden önce Şahap Sıtkı diye biri var. Ona açılmış. Benim sevdiğim oydu ama utandım, açılamadım demiş. Annem de babam da çok yumuşak insanlardı. Birer fiskelerini görmedik. Babam kaymakamdı. Ama sıkıldıkça istifa ediyordu. 1918'de Kartal Kaymakamı'ydı. Sonra Mustafa Kemal'e katılmak üzere istifa etti bizi Anadolu'ya götürdü. Müthiş bir serüvendir o günler. Sonra dedem öldü, geldik İstanbul'a yerleştik. Ben İstanbulluyum. İstanbul'da doğdum, herhalde İstanbul'da öleceğim. Dinle pek aram yok: İlkokula 1918'de Diyarbakır Lice'de başladım. İstanbul'a geldikten sonra, ortaokula başladım. Gelenbevi Ortaokulu. Fatih'te bir yangın yeri, yıkıntıların arasında sapsarı gül gibi bir okuldu. Ağabeyim de orada okudu. Sonra Ağabeyim Sedat, Saint - Benoit Lisesi'ne girmişti. Ben de arkasından... Babam Fransızlara aşıktı. Latin harfleri ilan edildiği zaman ben zaten latin harflerini biliyordum. Yedi yılımı alan Fransız Lisesi'ndeki yaşamım; ev, okul, sinema üçgeni arasında geçiyordu. Evde günlerim, o göz açtırmayan dersler dışında, Türkçe, Fransızca roman ve öykü okumakla geçiyordu. Bir de günün ünlü Amerikan sinema artistlerinden getirttiğim imzalı resimleri çerçeveleyip duvarlara asmakla. Lise yılları benim için çok mutlu yıllardır. Saint Benoit'da bana hiçbir şekilde Katoliklik, din önerisinde bulunmadılar. Benim zaten dinle aramın barışık olmaması ta o zamandan başlamıştı. Dergicilik bir tutku: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdim. O dönemin en güzel fakültesiydi. Çünkü Hitler'in kovduğu dünyaca ünlü bilim adamları gelmişti. Orada arkadaşlar edindim. Robert Kolej mezunu iki arkadaş Yücel adlı bir dergi çıkarıyorlardı. Dergiciliğe onlara yaptığım bir çeviriyle başladım. Sonra yazılar yazmaya başladım. Böyle geçti yıllar. 17 yıl Yücel Dergisi'nde çalıştım. Sonra Orhan Burian ile Ufuklar Dergisi'ni kurduk. Burian bir yıl sonra öldü. Ben dergiyi Yeni Ufuklar adıyla çıkarmaya başladım. 25 yıl sürdü. 8 yıl da avukatlık yaptım. Ama sevmedim. Bir türlü ısınamadım avukatlığa. En güzel yıllarım: Sabahattin Eyüboğlu ile Çan Yayınları adıyla bir yayınevi kurduk. 62 tane kitap bastık. Modern klasikleri çevirdik. Her pazartesi Sabahattin Bey'in evinde saat 12'den 7'ye kadar çeviri yapıyorduk. Bazen Mina Urgan ve Azra Erhat'ın da katıldığı çeviriler oluyordu. Fakat saat 7'den sonra Mavi Yolcular adıyla tanınan dostlar sökün ediyorlardı (Halikarnas Balıkçısı, Sabahattin Ali, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Necati Cumalı). Oturup kafa çekiyorduk. O günleri unutamıyorum. Şimdi o anılarla yaşayıp duruyorum. Biz sosyalisttik: S

Bir İstanbul beyefendisi Vedat Günyol
Edebiyatta bir öncü... Neredeyse bir asıra tanık. Şimdi vazgeçemediği kitapları, öğrencileri ve akşamdan akşama votkasıyla huzur içinde...

Hicran Duran Ben doğunca bozulmuşlar: "1911'de Fatih Çırçır Mahallesi'nde ailemin üçüncü oğlu olarak dünyaya gelmişim. Bozulmuşlar biraz, kız bekliyorlarmış. Bir tek dedem sevinmiş buna. Adımı da o koymuş. Dört beş yaşamın anılarından, onunla ilgili olarak, beyaz sakallı, aydınlık yüzlü bir ihtiyar var belleğimde.
Adliye müsteşarı olan dedem babamın annesini boşayarak ikinci kez evlenmiş. Bu ikinci evlilikten bir erkek çocuğu olmuş. Amcam Mehmet Feyzi Bora, dünya şekeri bir adamdı. Onunla 16 yaşımdayken dost oldum.
Babam üvey annemin hışmından korkarak ve bir arkadaşının kandırmasıyla 1900 yılında kendini Paris'e atmış. Paris o zaman nefis. Paris'e hayran dönmüş. Onu Diyarbakır'a göndermişler. Orada annemle tanışıp evlenmişler. Annem güzel bir insandı. Sonra biz fırlıyoruz. İki erkek ve kız kardeşim Mihrimah."
Cahit Sıtkı kızkardeşime aşıktı: "Kızkardeşim Mihrimah Cahit Sıtkı'nın aşık olduğu ve "Abbas" şiirini patlattığı kadındır. Ama kızkardeşim bunun farkında değildi. Biz Cahit Sıtkı ile Diyarbakır Lisesi'nin ilkokulunda beraber okuduk. Birbirimizi çok seviyorduk. Daha sonra İstanbul'daki evimize de sık sık gelirdi, ben de `beni ne kadar seviyor' diye düşünüyordum. Meğerse kız kardeşime aşık olmuş. Ama kızkardeşim de abi diyordu ona. Ancak Cahit Sıtkı ölmeden önce Şahap Sıtkı diye biri var. Ona açılmış. Benim sevdiğim oydu ama utandım, açılamadım demiş. Annem de babam da çok yumuşak insanlardı. Birer fiskelerini görmedik. Babam kaymakamdı. Ama sıkıldıkça istifa ediyordu. 1918'de Kartal Kaymakamı'ydı. Sonra Mustafa Kemal'e katılmak üzere istifa etti bizi Anadolu'ya götürdü. Müthiş bir serüvendir o günler. Sonra dedem öldü, geldik İstanbul'a yerleştik. Ben İstanbulluyum. İstanbul'da doğdum, herhalde İstanbul'da öleceğim.
Dinle pek aram yok: İlkokula 1918'de Diyarbakır Lice'de başladım. İstanbul'a geldikten sonra, ortaokula başladım. Gelenbevi Ortaokulu. Fatih'te bir yangın yeri, yıkıntıların arasında sapsarı gül gibi bir okuldu. Ağabeyim de orada okudu. Sonra Ağabeyim Sedat, Saint - Benoit Lisesi'ne girmişti. Ben de arkasından... Babam Fransızlara aşıktı. Latin harfleri ilan edildiği zaman ben zaten latin harflerini biliyordum. Yedi yılımı alan Fransız Lisesi'ndeki yaşamım; ev, okul, sinema üçgeni arasında geçiyordu. Evde günlerim, o göz açtırmayan dersler dışında, Türkçe, Fransızca roman ve öykü okumakla geçiyordu. Bir de günün ünlü Amerikan sinema artistlerinden getirttiğim imzalı resimleri çerçeveleyip duvarlara asmakla. Lise yılları benim için çok mutlu yıllardır. Saint Benoit'da bana hiçbir şekilde Katoliklik, din önerisinde bulunmadılar. Benim zaten dinle aramın barışık olmaması ta o zamandan başlamıştı.
Dergicilik bir tutku: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdim. O dönemin en güzel fakültesiydi. Çünkü Hitler'in kovduğu dünyaca ünlü bilim adamları gelmişti. Orada arkadaşlar edindim. Robert Kolej mezunu iki arkadaş Yücel adlı bir dergi çıkarıyorlardı. Dergiciliğe onlara yaptığım bir çeviriyle başladım. Sonra yazılar yazmaya başladım. Böyle geçti yıllar. 17 yıl Yücel Dergisi'nde çalıştım. Sonra Orhan Burian ile Ufuklar Dergisi'ni kurduk. Burian bir yıl sonra öldü. Ben dergiyi Yeni Ufuklar adıyla çıkarmaya başladım. 25 yıl sürdü. 8 yıl da avukatlık yaptım. Ama sevmedim. Bir türlü ısınamadım avukatlığa.
En güzel yıllarım: Sabahattin Eyüboğlu ile Çan Yayınları adıyla bir yayınevi kurduk. 62 tane kitap bastık. Modern klasikleri çevirdik. Her pazartesi Sabahattin Bey'in evinde saat 12'den 7'ye kadar çeviri yapıyorduk. Bazen Mina Urgan ve Azra Erhat'ın da katıldığı çeviriler oluyordu. Fakat saat 7'den sonra Mavi Yolcular adıyla tanınan dostlar sökün ediyorlardı (Halikarnas Balıkçısı, Sabahattin Ali, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Necati Cumalı). Oturup kafa çekiyorduk. O günleri unutamıyorum. Şimdi o anılarla yaşayıp duruyorum.
Biz sosyalisttik: Sovyetlerin iktidarda olduğu ve korku saldığı yıllarda biz elbette ki solcuyduk. Komünist olmasak bile Sosyalistik. Sabahattin Eyüboğlu ile Çan Yayınları'ndan Babeuf'ün yazılarından derlediğimiz "Devrim Yazıları" adlı kitabı yayınladık. Bu kitaptan dolayı bizi mahkemeye verdiler. Babeuf Davası İki yıl sürdü. Bizi bir de 12 Mart'ta gizli Kominist Partisi kurmakla suçlayıp tutukladılar. Sansaryan Han'da 13 gün tutuklu kaldık. Selimiye'ye, ardından Maltepe Askeri Cezaevi'ne gönderdiler. Orada İlhan Selçuk'la aynı ranzayı paylaştık. Cezaevi yaşamını çok sevdim. Çünkü orada bütün idealist gençleri tanıdım. Harun Karadeniz diye bir genç tanıdım ve çok sevdim. Cezaevi benim için eziyet olmadı. Ben yaradılış bakımından biraz mazoşistim. Rahattan hoşlanmıyorum.
Giderayak yaşıyorum: Başımdan bir evlilik geçti, 11 ay sürdü. Hukukta benden bir dönem önce okuyan çok güzel bir insandı ama anlaşamadık. Sonra bir daha evlenmedim, aşklar filan oldu elbette. Herkesin bir arka sokağı vardır. 89 yaşıma giriyorum. Son yıllarda hep gidiyorum diyorum, ama bir türlü gidemedim. "Giderayak Yaşarken" diye bir kitabım vardı. Değiştirdiler adını "Yaşarken" yaptılar. Şimdi de hiçbir şeyde gözüm yok. Aman bir yazım çıksın filan diye. Bugüne kadar da olmadı. Bir defa mideme düşkün bir adam değilim, paraya hiç düşkün değilim. Bir evim dahi olmadı. Ama ben ev sahibi olmak istemedim. O zaman koyu bir solcu olarak, bir solcunun evi olmamalı diye düşünüyordum. İşçilerin bir evi var mı? Yaşamımdan hoşnutum. Dergi çıkardım, öğrenciler yetiştirdim. Pişmanlıklarım olmadı. Ne yaptımsa isteyerek yaptım. Kazık yedim pişmanlık duymadım. Helal olsun diyorum.



Öğretmenlik
Ömür boyu vazgeçemediklerimden biri öğretmenlik. Yayıncılığın yanısıra öğretmenliği hep devam ettirdim. Köy Enstitüsü yılları benim öğretmenliğimin en parlak yıllarıdır. Devlette sınıfa giriyorsunuz çocuklar ilgilenmiyorlar. Fakat Köy Enstütüsü yıllarında öğrenciler müthiş ilgiliydiler, `aman ders uzasa' diyordu insan.

Okumak, kitaplar
Okumazsam kendimi aciz hissediyorum. Her gün düzenli okuyorum. Balzac, Stendhal, Dostoyevski en çok sevdiklerim. Şiirde Lamartin, Aragon, Dağlarca, elbette Nazım, Orhan Veli, Oktay Rıfat, Cahit Sıtkı, Edip Cansever.
Benim iki gönül kuşum var: Sabahattin Ali ve Sait Faik. Biri gerçekçi biri gerçeküstücü. Her ikisiyle de ahbaplığım oldu. Son dönemden Sunay Akın'ı seviyorum, çok hınzır.
Yazarlar