The OthersCoğrafya değişmeyecek!

Coğrafya değişmeyecek!

23.12.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Coğrafya değişmeyecek!

Coğrafya değişmeyecek

IRAK YIKINTIYI KALDIRIYOR - Irak makamları yabancı gazetecileri, ABD ve İngiltere'nin 4 gün süren bombardımanından sonra sivil hedeflere verilen zararı görmeleri için ülkenin güneyinde bir tura çıkarıldı. Resimde, 20 Aralık pazar günü Bağdat'ın 500 km. kadar güneyindeki El Diyar kentinde, pazarda alışverişten sonra evlerine giden Iraklı kadın ve askerler görülüyor.

Irak'ı bölmeye yönelik köklü bir değişiklik, her şeyden önce B.M. antlaşmasının temel felsefesine aykırıdır ve egemen bir ülkenin parçalanıp yok olması anlamına gelir. Diğer taraftan Türkiye gibi demokrasi aleminin saflarında yer almış dost ve müttefik bir ülkenin güvenliği, egemenliği ve toprak bütünlüğünü de tehlikeye sokmuş olur. Bu nedenlerle şimdiki Körfez krizinin kökeninde böyle bir varsayımın itibar görmeyeceği kabul edilmektedir.

Genelkurmay eski başkanlarından Em. Org. Necip Torumtay, "yeni Körgez krizi"nin bölge ve Türkiye üzerinde olası sonuçlarını yorumladı. Torumtay, 1984'te ve sonra 1985 - 87 arasında Genelkurmay 2. Başkanlığı, 1984 - 85 arasında 1. Ordu Komutanlığı yaptı. 1987'de Kara Kuvvetleri Komutanı olmasından kısa süre sonra Genelkurmay Başkanlığı 'na atandı. Aralık 1990'da, Körfez Krizi'nin çıkmasından bir süre sonra istifa ederek emekliye ayrıldı. General Torumtay'ın Anıları (1994) ve Torumtay'ın ikinci kitabı Değişen Stratejilerin Odağında Türkiye (1996) Milliyet Yayınları arasında çıktı.

1990 Körfez krizinin son günlerinde, artık bir savaşın kaçınılmaz olduğunun anlaşıldığı aşamada, Çankaya Köşkü'nde yetkili ve yetkisiz kimselerin ağzından eksik olmayan bir söz vardı: "Irak'ta coğrafya değişecek!" O sıralarda, Köşk'teki atmosferin dışındaki bir kimse için bu söz, dağların deniz olacağı veya nehirlerin yatak değiştireceği gibi bir kıyamet alameti olarak değerlendirilebilirdi. Daha sonraları "Harita değişecek" şeklinde düzeltilen bu deyim, o günlerde çok gizli kalması gereken, fakat kısa zamanda medyaya da sızdırılmış bulunan ve merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ısrarla üzerinde durduğu Musul ve Kerkük'ün ele geçirilmesi girişiminin yankılarından başka bir şey değildi.
Sekiz yıl sonra bugünlerde yeni bir Körfez Krizi ile karşı karşıya bulunmaktayız ve bu defa, Irak'a karşı ABD ve İngiltere tarafından askeri harekatın başladığı andan itibaren geleceğe dönük olarak yapılan değerlendirmelerde, konu yine harita değişikliğine getirilmekte; ancak bu defa Kuzey Irak'ta bağımsız bir Kürdistan hayali ile Sevr Anlaşmasının hayata geçirilmesi savı da ileri sürülmektedir.
Bu duyarlı konuda, resmi temaslarda açıklamalarda bulunan ABD ve İngiltere'nin sorumlu devlet yetkilileri, "Irak'ın siyasi ve toprak bütünlüğünün korunması" esasına dayanan Türkiye'nin siyasi politikasını kararlılıkla desteklediklerini belirtmişlerdir. Bununla beraber, gelecekte oluşabilecek koşullarda dost ve müttefiklerimizin bu görüşlerini değiştirebileceği varsayılsa dahi, olası bir bağımsız Kürt devleti hayalini gerçekleştirme girişimlerinin, Ortadoğu'da şimdiye kadar cereyan etmiş olan büyük kanlı olayları dahi ikinci planda bırakacak karmaşık ve sonu karanlık yeni bir dünya krizine yol açacağını hesaba katmak gerekir.
Gerçekte Irak'ı bölmeye yönelik böyle köklü bir değişiklik, her şeyden önce Birleşmiş Milletler antlaşmasının temel felsefesine aykırıdır ve egemen bir ülkenin parçalanıp yok olması anlamına gelir. Diğer taraftan Türkiye gibi demokrasi aleminin saflarında yer almış dost ve müttefik bir ülkenin güvenliği, egemenliği ve toprak bütünlüğünü de tehlikeye sokmuş olur. Bu nedenlerle şimdiki Körfez krizinin kökeninde böyle bir varsayımın itibar görmeyeceği kabul edilmektedir.
Bu bağlamda, Ortadoğu'da Kürt kökenli olan insanların, toplu olarak Türkiye, İran ve Irak'ta yaşadıkları ve bu ülkelerin vatandaşları olarak nesiller boyunca diğer kökenli vatandaşlarıyla evlenerek de kaynaşmış bulundukları dikkaten uzak tutulmamalıdır. Dolayısıyla bölgede bağımsız bir Kürdistan yaratmak uğruna bu üç ülke halkının aile bağlarının parçalayarak veya en azından Kürt kökenli olanları kendi vatandaşlarından soyutlayarak ülkeyi bir huzursuzluğa, hatta kaosa iterek, karşılığında yıllarca çok değişik kültürel koşullarda yetişmiş, dilli ve lehçesi ile ve hatta artık kültürü de farklı olmuş Kürt kökenli insanlardan oluşan yapay bir ülke yaratmaya çalışmak, sonu karanlık bir gelecek hazırlamak olur.
Kaldı ki, denizle irtibatı olmayan bir coğrafyada birbirleriyle kaynaşması ve bağdaşması zor bir millet kurmak, sözde yeni Kürt devletinin halkı için ne derecede sağlam bir sosyal ve ekonomik yapı ve bağımsızlık sağlayacaktır? Buna karşılık, bir ülkeyi bölüp parçalama sürecine kıyasla, bölgede daha kısa sürede ve demokrasi içerisinde ortak ideallere sahip, ortak girişimlerle kültürel ve ekonomik ilişkileri geliştirerek barış ve güveni sağlama yolları açıktır.
Nitekim bunun en çarpıcı örneği, tarih boyunca birbirleriyle kanlı bıçaklı olan çoğu Avrupa ülkeleri, 1957 yılında, önceleri ekonomik ve ticari amaçla kurdukları Ortak Pazar veya diğer adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu'nu, bugün ortak para ve ortak savunma / orduya sahip bir Avrupa Birliği düzeyine getirerek, gelişen ve küçülen dünyanın gerçeklerine ayak uydurabilmeleridir. Ortadoğu'da da, ortak çıkarların bulunduğu bölgelerde, nispeten geniş bir zaman dilimi ve demokrasi içerisinde geleceğin dünyasına ayak uyduracak benzeri uygulamalar için neden sabır isteyen gerçekçi adımlar atılmasın?
Yukarıdaki nedenlerle bugünkü Körfez harekatının hedefi olarak, bağımsız bir Kürdistan niyetinin ilk adımlarının atıldığına ihtimal verilmemektedir. Bununla beraber Türkiye, şüphe yok ki, kendi varlığı için çok duyarlı olan bu konu üzerinde titiz ve uyanık durmak zorundadır.
Diğer yandan, esas hedefi Saddam'ın bölgedeki tehdit gücünü kırmak üzere elindeki kitle tahrip silahlarını yok etmeyi amaçladığı açıklanan şimdiki Körfez harekatında başlıca hedeflerin, stratejik askeri ve ekonomik kuruluş ve tesisler olduğu anlaşılmakta ve sivil hedeflere zarar verilmemesine özen gösterildiği gözlenmektedir. Yapılan harekat, askeri ve ekonomik yönden Irak'a büyük zararlara mal olmuş ve Saddam, ölçüsüz duygusal davrışlarıyla ve B.M. kararlarına meydan okuyuşlarıyla böyle bir mukabeleyi haketmiştir.
Harekatın stratejisinde, ilk defa sadece, hava kuvvetleriyle deniz ve havadan güdümlü füze silahlarının kullanıldığı dikkate çekmekte olup, herhangi bir kara harekatı yapılmamıştır. Bu nedenle harekat kesin sonuçlu bir savaş olmayıp, sınırlı bir amacı gerçekleştirmek üzere geçici bir sürede etkili olabilecektir. Ayrıca kitle tahrip silahlarının bundan sonraki denetiminde, B.M. Silah Denetim kuruluşlarının yerinde yaptıkları incelemeleri yerine, havadan ve diğer yöntemlerle keşif ve istihbaratın tercih edildiği gözlenmektedir. Bu nedenle özellikle biyolojik silahların havadan ve diğer gizli yollardan denetimi, B.M. denetleme unsurlarının yerinde denetlemelerine kıyasen daha az sağlıklı olacaktır.
Bu konuda diğer önemli bir husus, kitle tahrip maddesi taşıyan füze tehdidine karşı en etkili tedbirlerden biri, siyasi gerginlik aşamasında düşmana ön alarak onun bu silahlarını imha etmek olacağına göre, ABD'nin halen uygulamakta olduğu taktiğin başarısı, ilerde başka ülkelerin bu gibi benzeri tehditlerine karşı da gerek caydırıcı ve gerek savunma bakımından da etkili bir örnek oluşturacaktır.
20 Aralık 1998 sabahı sona ermiş bulunan harekatın sonuçlarına ve Saddam yönetiminin akibetine gelince:
* Saddam'ın savaş gücü ciddi kayba uğramış ve bölgedeki tehdit ihtimali azalmıştır.
* Saddam canını ve bir ölçüde iktidarını korumuş, ancak kayıpların ağır faturasını Irak halkı ödemiştir ve ekonomik yönden de ödemeye devam edecektir.
* Diğer yandan, savaş stratejisi olarak, en güçlü devletlerin dahi yeterli kara kuvvetleri olmadan sadece hava ve füze silahlarıyla kesin sonuç alamayacağı, ancak belirli bir sürede sınırlı yıpratma ile genel stratejiye (eğer varsa) yardımcı olabileceği gerçeği açıkça görülmüştür.
* Saddam yönetiminin akıbeti ise, devam eden ABD ve İngiliz kuvvetlerinin yıpratma hava harekatıyla eşgüdümlü olarak, muhalif Irak güçlerinin de Saddam yönetimine karşı olası bir harekatı başlatmış olması halinde, elde edecekleri başarı derecesine bağlı kalacaktır.
* Eğer olası böyle bir girişimde başarı sağlanamazsa, Saddam sağ kaldığı sürece bölgede benzeri siyasi gerginlikler muhtemelen değişik görünümlerde devam edecektir.
Devam eden harekatın Türkiye'ye muhtemel etkisi ise, bu defa havadan vurulmuş olan Irak hedeflerinin oldukça güneyde ve genelde cansız nokta hedeflerinden seçilmiş olmaları nedeniyle, Türkiye doğrultusunda kitle halinde göç hareketleri zayıf bir ihtimal olarak kabul edilebilir. Bununla beraber ülkemizin Irakla yapılmakta olan ticari alış - verişlerin aksayacağı güney sınırlarımızın genel güvenlik önlemlerinin devamı, önemini koruyacaktır.




EN ÇOK OKUNANLAR

KEŞFETYENİ

İlgili Haberler