The Others Ekonomik ve siyasi bütünleşme ayrılsın

Ekonomik ve siyasi bütünleşme ayrılsın

12.11.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Ekonomik ve siyasi bütünleşme ayrılsın

Ekonomik ve siyasi bütünleşme ayrılsın

       Avrupa Birliği Komisyonu'nun son Türkiye raporu üzerine bir değerlendirme

       Dr. Bahri Yılmaz, Türkiye - AB ilişkilerinde gelinen noktayı irdeliyor. Yılmaz, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ni bitirdikten sonra, doktorasını Almanya'nın Bonn Üniversitesi'nde yaptı. Türkiye'de Hacettepe ve Bilkent, Almanya'da Münster ve Münih üniversitelerinde öğretim üyeliği yaptı; halen Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi.

       AB Komisyonu 4 Kasım'da aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 12 aday ülke ile ilgili raporunu açıkladı. Aday ülkelerdeki siyasi ve ekonomik gelişmeler ile ilgili değerlendirmeleri içeren bu raporda, Türkiye ilk kez 12 adaydan biri olarak yer almakta. Bu olumlu gelişme dışında, raporun Türkiye ile ilgili bölümü incelendiğinde, AB'nin özellikle ülkemizin iç ve dış politikalarıyla ilgili değerlendirmelerinde herhangi önemli bir değişiklik olmadığını görüyoruz. Yine gündemde insan hakları, sivil - askeri otorite ilişkileri ve azınlıklar var. Ayrıca, komşu ülkeler ile aramızdaki sorunların uluslararası hukuk çerçevesi içerisinde çözümü öneriliyor. Bu arada Kıbrıs konusunda da AB taraf olmaya devam etmekte. Buna karşılık, Türkiye'nin ekonomik alanda ve Gümrük Birliği'ne uyum sürecinde aldığı mesafeler olumlu olarak değerlendirilirken, mevcut eksikliklere de değinilmekte.
       1963 yılında Türkiye ile AET arasında imzalanan Ankara Antlaşması'nın 28. maddesine göre, Türkiye zaten AB'ye aday bir ülkedir. Bugün AB tarafından ifade edilen ise, Ankara'nın adaylar arasında yer aldığını teyididir. Önemli farklılık ise, Türkiye'nin diğer aday ülkeler için öngörülen "üyelik öncesi" hazırlık sürecine henüz dahil edilmemiş olması. Böylece, Türkiye'nin AB fonlarından doğrudan yararlanma olanağı bulunmamakta.
       Bilindiği üzere, Ankara Antlaşması üç temele dayanmaktadır: Gümrük Birliği; emeğin serbest dolaşımı ve mali yardımlar. Bunlardan sadece sanayi ürünlerinin serbest dolaşımını öngören GB, 1 Ocak 1996'da yürürlüğe girdi. 1986'da gerçekleşmesi gereken emeğin serbest dolaşımı, AB'den herhangi bir ekonomik ve siyasi taviz alınmaksızın gündemden çıktı. Ankara, Mali İşbirliği çerçevesinde 1964 - 95 arasında hibe ve kredi toplamı olarak 830 milyon ECU'lık bir mali destek almıştır. 1980 yılında imzalanan 4. Mali Protokol ile Türkiye'ye transferi öngörülen 600 Milyon ECU tutarındaki mali yardım ise, Atina'nın vetosu nedeniyle verilmedi. Buna ek olarak 6 Mart 1995 tarihinde taraflarca imzalanan GB çerçevesinde öngörülen ve 5 yıl içerisinde verilmesi öngörülen yaklaşık 2,8 milyar ECU'lık yardım da askıya alınmadı. Böylece, Türk ekonomisi GB'ye uyum sürecini kendi kaynakları ile gerçekleştirmekte olan tek ülke konumunda.
       Bilindiği üzere, mali yardımların serbest bırakılması konusunda en büyük engel Yunanistan'dır. AB Komisyonu, Atina engelini aşmak için "Gelişmekte olan ülkeler" fonunda Türkiye'ye 135 milyon ECU tutarındaki mali yardım yapmayı tasarlamakta. Bu yoldan mali yardım sağlanmasının üç önemli sakıncası vardır: 1) Türkiye'nin Kıbrıs ve Ege'de tavizler karşılığında bu yardımı alması söz konusu olmamalıdır. 2) Türkiye bu küçük miktardaki yardımı alabilmek için aday ülkelerden ayrı bir statüye konmaktadır. 3) En önemlisi de, Türkiye'ye taahüt edilen yardımların bundan sonra nasıl ve hangi kaynaklardan verileceğidir.
       Lüksemburg ve Cardiff zirveleri, AB'nin Türkiye'ye tam üyelik perspektifi vermeksizin, GB'ne uyum süreci için herhangi bir yardım yapmaksızın ülkenin iç ve dış sorunlarını dışarıdan kontrol etmeye devam edeceği izlenimini vermektedir. Son rapor da bu politikanın bir sonucudur. Tüm bu nedenlerden dolayı, 55. hükümetin Lüksemburg Zirvesi sonrasında aldığı AB ile siyasi diyalogu dondurma kararı son derece yerindedir.
       Olayın diğer ilginç bir yönü de, AB'nin bir taraftan Türkiye'yi tam üyelik süreci dışında tutarken, diğer taraftan demokrasi ve insan hakları konusunda eleştirmeye devam etmesidir. Siyasi diyalogun askıya alınması, Ankara'nın AB ile ilişkilerini mevcut antlaşmalar çerçevesinde yürütmeye kararlı olduğu anlamına gelmektedir. Bu nedenle Ankara Komisyon'a 22 Temmuz 1998'de "AB ile İlişkileri Geliştirme Stratejisi" adını taşıyan bir rapor sunmuştur. Bu raporda hükümet, öncelikle AB ile ekonomik bütünleşmeyi genişletmeyi ve derinleştirmeyi istediğini vurgulamış, bu konuda somut öneriler getirmiştir. Mali yardımların önemi tekrar vurgulanırken, Türkiye'nin kendisini yakından ilgilendiren konularda Brüksel'deki karar mekanizmalarına doğrudan katılımı önerilmiştir.
       Türkiye'nin yeri AB içindedir. Bu amaca ulaşabilmek için Türkiye'nin önümüzdeki yıllarda iki yönlü, fakat birbirleriyle ters düşmeyen bir starteji uygulamasının doğru olacağına inanıyoruz. Bunun anlamı, Türkiye'nin AB ile siyasi ve ekonomik bütünleşmesini birbirinden ayırmasıdır. Bunun ilk aşaması öncelikle ekonomik faaliyetlerinin tümünü kapsayan ve hatta uzun dönemde "Avrupa Para Birliği" üyeliğine varan bir ekonomik bütünleşme sürecinin sürdürülmesidir. Bunun için ekonomik reformlar yaşama geçirilmeli ve Maastricht'de konan ekonomik kriterler aşamalı olarak gerçekleştirilmelidir. Ekonomik alanda alınan mesafenin siyasi hayatımıza da olumlu yansımaları olacaktır. Enflasyonu ve işsizliği kontrol altına alabilen ve AB ile arasındaki gelişmişlik düzeyi farkını aşağıya çekmiş bir Türkiye'nin siyasi açıdan AB'ye tam üye olup olmaması sadece kendi iradesine bağlı olacaktır. Belki o gün Türkiye AB'ye tam üyeliği bölgedeki konumu nedeniyle arzu etmeyebilir ve sadece ekonomik bütünleşme ile yetinebilir.
       Ekonomik reformlarla birlikte bugün başlatılacak bir siyasi reform hareketi de Türkiye'yi çağdaş bir ülke düzeyine getirecektir. Bu reformları çağın gereği olarak yerine getirmek zorundadır. Kısacası, öncelikle evimize çeki düzen vermek ve önümüzdeki sancılı ve sıkıntılı dönemi kararlılıkla aşmak zorundayız. Bu nedenle her AB Zirvesi öncesinde yeşeren beklentilerin ve sonrasında yaşanan hayal kırıklıklarının yerini, kendi geleceğimizi kendimizin belirleyebileceğimize olan güven ve bilince bırakması gerekmekte.