The OthersEuro'ya uyum sağlamalıyız

Euro'ya uyum sağlamalıyız

16.01.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Euro'ya uyum sağlamalıyız

Euroya uyum sağlamalıyız

AB'nin para birliğine geçmesinin Türkiye bakımından sonuçları ne olabilir? Can Baydarol yorumluyor. "Finansal Forum" gazetesi yazarı ve araştırma müdürü olan Baydarol aynı zamanda Marmara Üniversitesi Avrupa Topluluğu Enstitüsü öğretim görevlisi, Türkiye - AB Derneği genel sekreteri ve Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği danışmanı.

İçinde bulunduğumuz yılın ilk gününden itibaren kaydi bir para olarak tanıştığımız EURO, 1 Ocak 2002 günü nakdi olarak da ceplerimizdeki yerini alacak. Her Türk yatırımcısı bundan böyle, yatırımlarını yönlendirirken, en az ABD doları kadar AB'nin EURO'sunu da dikkate alacak. Dünyada yaşanan bütün para hareketlerinin etkileri, küreselleşen sermaye piyasaları nedeniyle ülkemizde de en derin şekliyle hissedildiğine göre, parayla işi olan herkes, EURO gerçeğini yakından izleyecek. Bu verilerin ışığında da, kısa süre önce hararetli bir şekilde başlayan EURO tartışmalarına ve değerlendirmelerine önümüzdeki dönemde de bol bol tanık olacağız.
Türkiye - AB ilişkilerinin kendine özgü yapısı bir tarafa bırakılsa dahi, karşı karşıya gelinen ilk gerçek, ekonomik ilişkilerin doğasından kaynaklanmakta. Uluslararası para hareketleri, sermaye piyasalarının küreselleşmesine bağlı olarak bütün dünyayı etkilediği gibi Türkiye'yi de etkilemeye devam edecek. EURO ile birlikte, Türkiye bu alandaki bütün gelişmelerin, bütün spekülasyonların etkisine açık olduğunu düşünerek geleceğe yönelik senaryolarını, bu parametreyi de dikkate alarak üretmek zorunda.
Öte yandan, Türkiye'nin dış ticaretinin yüzde 50'sinden fazlası AB ülkeleriyle. Özellikle Gümrük Birliği'nin derinleştirilmesi ve Ankara Anlaşması'nın diğer alanlarına işlerlilik kazandırılmasıyla bu bağımlılığın daha da yükselmesi bekleniyor. Bu verinin bizi getirdiği gerçek, reel sektörün artan oranda EURO ile iş yapacak olması, EURO'ya ihtiyaç duyması. Sokaktaki vatandaş da, küçük yatırımlarında EURO'yu en az ABD doları kadar tercih edecek.
Bu doğrultuda Türkiye'de ciddi bir EURO talebi ve EURO rezervi doğacak. Sonuçta Merkez Bankası, EURO'nun çekim alanına uygun politikalar belirleyecek.
Bu verilerin ışığı altında yapılan ilk değerlendirmeler, EURO'nun Türkiye'nin lehine bazı sonuçlara yol açacağı doğrultusunda. Özellikle EURO ile birlikte, AB'nin iç pazarının tamamlanması doğrultusunda önemli bir adım atılması ve AB içi kur oyunlarına bağlı rekabet farklılıklarının kalkması, bu pazara ihracat yapmakta olan Türk üreticilerine artı bir rekabet avantajı olarak değerlendirilmekte. Öte yandan para birliğine geçişle birlikte Avrupa içinde her para birimi değişiminde ödenen komisyonların teke inmesi de yine bir artı unsur olarak değerlendiriliyor.
Ancak bütün bunlardan daha önemli olan olgu, Türkiye'nin aynı zamanda bir AB tam üye adayı olması. Hatırlanacağı gibi Avrupa Komisyonu, 4 Kasım 1998 tarihinde, bütün tam üye adayları için olduğu gibi Türkiye için de ilk "İlerleme Raporu"nu sundu. Bu rapor doğrultusunda önemli bir konuya açıklık getirildi. Buna göre, AB'nin genişleme süreci ile birlikte yeni adayların EURO alanına hemen girmeleri beklenmiyor. Ancak, tam üyelik amacını güden ülkelerin en azından Ekonomik ve Parasal Birliğin gerektirdiği asgari şartlara uyum sağlaması gerekliliği de vurgulandı.
İlerleme raporunun bizim açımızdan daha açık ifadesi, (eğer hala AB tam üyeliği niyetimizi koruyorsak), günlük etkilerin ötesindeki uzun vadeli stratejiler kapsamında, AB'nin EURO'ya geçişini çok daha dikkatle izlememiz gerektiği.
Bu doğrultuda makro ekonomik politikalarda istikrarın sağlanması, Merkez Bankası'nın özerkleştirilmesi ve kamu açıklarını finanse eden kurum olmaktan çıkartılması, devlet kaynaklarından imtiyazlı olarak yararlandırma ilişkisine son verilmesi, AB'nin istikrar ve büyüme paktına taraf olunması, AB ile daha sıkı para ve döviz kuru işbirliğine gidilmesi ve nihayet sınırlı ölçüde de olsa Avrupa Merkez Bankaları Sistemi'ne katılım bizi orta vadede bekleyen gerçekler olacak.
Şüphesiz, her ayrıntı ayrı ayrı tartışılması gereken önemli dönüşümleri beraberinde taşıyor. Amaç, tam üyelik anında, EURO alanına en yakın hale gelebilmek için, Ekonomik ve Parasal Birlik kriterlerine mümkün olduğunca yakın hale gelmek. Yani:
* En iyi enflasyon performansını gösteren Avrupa Birliği üyesi üç ülkenin, enflasyon oranları ortalamasının yüzde 1.5'inin aşmamak;
* En iyi faiz hadleri performansını gösteren Avrupa Birliği üyesi üç ülkenin ortalamasının yüzde 2 puan üstüne çıkmamak;
- Bütçe açığımızın Gayrı Safi Yurt İçi Hasılamızın yüzde 3'ünü aşmamasını sağlamak;
- Kamu borçlarımızın Gayrı Safi Yurt İçi Hasılamızın yüzde 60'ını aşmamasını sağlamak;
- TL'nin Avrupa Para Sistemi içinde + / - yüzde 2.25'lik dalgalanma marjları içinde kalarak, istikrarını kanıtlamasını sağlamak.
Günümüz Türkiye ekonomisinin gerçekleri dikkate alındığında, hepimiz için hayal gibi gözüken hedefler sözkonusu. Salt AB'deki enflasyon ortalamasının yüzde 1 seviyesinde olduğu, EURO alanına girmek için en kötü olasılıkla enflasyonumuzu yüzde 2.5'e çekmek zorunda olduğumuzu düşünmek bile, bir gün Türkiye'nin EURO alanına girmesini savunanları hayalperest olarak değerlendirmek için yeterli gözükmekte.
Ama, biraz yukarıda kısaca değindiğimiz "İlerleme raporu" kapsamında, hiçbir tam üye adayının zaten ilk aşamada bu alana giremeyeceğinin öngörüldüğünü, EURO alanının ise şu an için bütün AB tam üyelerini kapsamadığını da hemen tekrar belirtmekte yarar var. Bu söylenenden de hatalı bir mantık yürüterek, tam üyelik perspektifinde EURO için telaşlanmaya gerek yok sonucuna varmak da olası.
Ancak tam üye olduktan sonra, sonsuza kadar EURO alanının dış kapısında beklemenin olanağının olmadığını da hemen vurgulamak gerekiyor. Zira EURO, kendisine yüklenen siyasi kimliğin ötesinde, Gümrük Birliği aracılığıyla taraf haline geldiğimiz bir ekonomi felsefesinin de bütünleştiricisi. Bu anlamda AB'nin ekonomik entegrasyonunun tutkalı kimliğini üstlenen EURO'ya bağlı olarak, AB ülkeleri ulusal egemenlik yorumlarına bağlı olarak bir türlü halledemedikleri vergi uyumunun gerekliliğini daha şimdiden gündemlerine taşıdılar bile. Bu anlamda entegrasyonun bir kısmına taraf olup, diğer kısımlarından feragat etmek, hukuken mümkün gözükse dahi, ekonomik yarar açısından tercih edilebilir bir yaklaşım tarzını oluşturmamakta.
İşte bu noktada, Türkiye'nin güncel gelişmeleri izlerken, EURO alanına girişin ön koşulu olan Ekonomik ve Parasal Birlik ile asgari ölçüde de olsa uyumu öngören çalışmaları gündemine almak zorunluluğu bulunuyor. Aslında, bunlar belki de Türk ekonomisinin gerçek çıkarları için geç bile kalınmış bir dizi önlem paketini oluşturuyor.
Örneğin Merkez Bankası'nı özerkleştirip, siyasi müdahalenin uzağına taşımak, bir türlü sağlayamadığımız mali disiplin açısından mutlaka tartışmamız gereken bir sorun değil mi? Şüphesiz, özerk Merkez Bankası'nı demokrasi fikri ile bağdaştırmayanlar olacak. İyi de bütün AB ekonomik mozayiği bu gerçek üstüne inşa edilirken direnmemiz ne yarar sağlayabilir?
Keza kamu açıklarının para basarak karşılanmasının önüne geçilmesi, bir türlü dizgin altına almayı beceremediğimiz enflasyonla mücadele açısından dikkate alınması gerekli bir başka zorunluluk değil mi? Ya da Merkez Bankası kaynaklarının bazı siyasi talepler doğrultusunda ekonomik koşulların dışında yönlendirilmesi, Türkiye'nin içine girdiği açmazları da açıklamıyor mu? Bu açmazlarla mücadele için aslında Türkiye'nin elinde iyi bir kozun olduğu sonucuna, AB tam üyeliği perspektifinde yaklaştığımızda varmak olası.
İşte, EURO karşısında Türkiye sorununun düşündürdüğü bir kaç somut veri.
Eğer hala AB tam üyeliğinde samimiysek ve tam üyelikten ne anladığımız sorusuna verecek bir yanıt arıyorsak, tartışacak ve yapacak çok şeyimiz var.