The Others İslamcılarda tolerans yok

İslamcılarda tolerans yok

30.06.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

İslamcılarda tolerans yok

İslamcılarda tolerans yok

       Harvard öğretim üyesi Prof. Şeyla Benhabib'e göre kimlik politikaları

       Türkiye kökenli bir felsefeci ve sosyal bilimci olan Prof. Dr. Şeyla Benhabib, Harvard Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi'nde Sosyal Bilimler bölüm başkanı ve Avrupa Araştırmaları Merkezi üyesi; Doktorasını Yale'de yaptı ve Almanya'da Habermas'la çalıştı. Modernizm, Evrensellik ve Birey: Çağdaş Ahlak Felsefesine Katkılar kitabı yakında Ayrıntı Yayınları'ndan çıkacak. Boğaziçi Üniversitesi İdari Bilimler Bölümü'nün 40. yıldönümü kutlamalarında bir konferans vermek üzere İstanbul'daydı. Benhabib'le, yüzyıl sonu kültürel, dini ve etnik kimlik politikalarının tehditine karşı liberal demokrasinin seçeneklerini konuştuk.

       *Demokrasiler 21. yüzyılda çok kültürlü anayasalar üretmek zorunda mı?
       Kültürel, etnik yahut dil kimliği farklılıkları 21. yüzyılın temel problemlerinden birisi olacak. Demokrasiler nerede olursa olsun ve hangi modelde olursa olsun bu sorunla yüzleşmek zorundalar. Farklı gruplara kültür ayrıcalığı mı tanınmalı, yoksa kültürü sadece sivil toplumda geliştirip, anayasa düzeyinde herkese eşit haklar mı tanınması gerekli, bu çok önemli bir soru.
       *Avrupalılar göçmenleri dışlayarak anayasal evrenselciliği çiğnemiyorlar mı?
       Avrupa Birliği geliştikçe, sınırlarını tanımlamaya başlıyor ve bunun kaçınılmaz bir kültürel yanı da var. Ve ben bu konuda ABD ile Avrupa'nın gidişini çok farklı buluyorum. Göç konusunda Kuzey Amerika'da da tartışma var, ama değer yapıları farklı. Bence Avrupa kendi içine dönerken, Amerika daha fazla açılıyor ve şu anda Avrupa'dan daha evrensel.
       *Almanya'da yabancı hakları konusunda gelişme gördünüz mü?
       Ben Haziran ayının başında Alman Sosyal Demokrat Partisi'nin bir forumuna katıldım. Felsefe ile Politika Buluşuyor adında, üç yıldır yapılan bir forum. Bu yıl küreselleşme ve demokrasi teması işlendi ve yabancı hakları gündeme geldi. Biliyorsunuz, göç yasası sertleştirilirken SPD koalisyonda buna destek verdi, ama karşılığında çifte vatandaşlık şartını ileri sürdü. Muhafazakarlar bunu yerine getirmedi ve SPD verdiği ödünle kaldı. Şimdi parti içinde bu duruma karşı çıkan çok sayıda insan var. Benim hocam olan Profesör Jürgen Habermas da mesela, SPD'nin bu konudaki tavrının anayasaya aykırı olduğunu ileri sürüyor. SPD lideri Schröder iktidara gelirse çifte vatandaşlık yasasının geçeceğine söz verdi. Tutar mı tutmaz mı, o başka bir konu. Ama bence AB çapında ele alınması gereken çok ciddi bir sorun var, o da yabancılara acilen yerel seçim haklarının tanınması.
       *Avrupalı aydın çevrelerde tikelcilik (partikülarizm) ve evrenselcilik tartışması ciddiye alınıyor mu? Özellikle İslam konusunda?
       Ciddiye alınıyor tabii. Ama Türkiye örneğini alırsak, Türkiye'nin AB'ye girmesiyle Avrupa'nın İslam'ı bünyesine kabul edip etmeme konusunu karıştırmamak lazım. Burada bir çelişki görüyorum ben. 1979 sonunda Almanya'ya okumaya gittiğim zaman en şaşırdığım şey, oradaki Türklerin 1960'larda Türkiye'den hatırladığım insanlara kıyasla ne kadar daha dindar olduklarıydı. İslam kimliğinin gelişmesi garip şekilde Avrupa ile temasın yarattığı bir şey. Biliyorsunuz, Avrupa ülkelerinde daha liberal bir din politikası olduğu için, insanlar Türkiye'de olduğundan daha fazla kendilerini din açısından ifade etmeye itiliyor. Yabancılara dini kimlik dışında kamusal ve sivil kimlik imkanları tanınmadı. Demokratik haklar yeterince geniş olmadığı için yabancılar dine sarıldı. Avrupa İslam'dan kurtulamayacak çünkü bu meseleyi kendisi yarattı.
       *Tuhaf ama söylediğiniz Türkiye'deki durumu da iyi özetliyor! Birey haklarının gelişmediği yerde, grup kimliği öne çıkıyor, hatta tepkisel olmuyor mu?
       Bireyciliğin gelişmediği yerde cemaatçiliğin güçlendiği doğru. Ve grup haklarının da en tehlikeli yanı şu ki, bireyin kendini grup içinde tanımlama hakkı kısıtlanıyor. Halbuki liberal demokratik toplumda anayasanın temeli, bireyin özgür seçim hakkıdır. Zaten modernliğin temeli de birey özerkliğidir. Ama Türkiye'de liberal devletin tolerans ilkeleri de yanlış anlaşılıyor.
       *Devletin her inanca eşit mesafede durması değil mi en temel ilke?
       Evet, ama bu inançların da belli sınırları var. Bence hiçbir anayasa düzeni, mesela dini grupların insan haklarını ihlal etmesini kabullenemez. Sen devletten kendi inancına karşı tolerans istiyorsan, fakat kendin başkalarına toleranslı değilsen, o zaman özel bir hak talep ediyorsun demektir. Türkiye'de İslamcıların öğrenecekleri en önemli mesele bu. Laik anayasada din özgürlüğü ne demektir? Bunun koşulları var. Çoğunlukta olsanız bile, çoğulcu demokraside yaşamak ne demektir? Birlikte nasıl yaşanabilir? Bunların anlatılması lazım.
       *Batı İslam'a nasıl özcü bakıyorsa biz de öyle bakmaya başalamadık mı? Sanki tek bir İslam yorumu varmış gibi...
       Köktenciliğin neden geliştiği de ilginç bir sorun; bir nedeni, küreselleşen ortamda kültürlerin süratle birbirine çarpması. İki alternatif var. Birisi post - modern parçalanma; her kültürden istediğimi alırım, bir araya koyarım. Ama bunun için kişinin eğitiminde yabancı kültürlerin sentezini yapabilecek altyapı olması lazım. Bu olmayınca, diğer alternatif köktencilik oluyor, yani kültürlerin özünü koruma çabası. Tabii bence kültürlerin özü diye bir şey yok. Sağlıklı kültür, ki bu dini gelenekler için de söylenebilir, nesiller boyu süren bir tartışmadır; kendini eleştirip yenilemeyen gelenek bağnazlaşır, ya da " kadı adaleti" dediğimiz şeye dönüşür.
       *Özcülüğe karşı, konstrüktivizm yani yapımsalcılık da önemli bir tartışma. Yani kimliklerin sürekli inşa edildiği tezi. Kemalizmi yapımsalcılık olarak tanımlamanız bana ilginç geldi.
       Evet, ben Kemalizmi konstrüktivizm olarak görüyorum. Yeni bir kamusal kişiliğin yaratılması. Osmanlıdan Türkiye vatandaşlığına geçiş. Tabii bunun kendi içinde çelişkili öneriler var. Mesela Türk benliğinin orta asyaya giden bir kimlik ve daima varolmuş bir milletin devamı olduğu şeklinde bir özcü yorumu da var. Ama bence Atatürk'ün kendisinin savunduğu, sivil benlikti. Devlet sana kamusal bir kişilik veriyor ve bu açıdan seni yaratıyor. Cumhuriyet yeni bir insan ortaya çıkartıyor.
       *Şimdiki kriz bu insan tanımına karşı çıkıştan kaynaklanmıyor mu?
       Evet, krizin en önemli tanımı da bu zaten, bazı insan grupları inşa edilen öyküde kendilerini görememeye başlıyor. Mesela Kemalizmi sadece modernleşme elitinin tepeden inme ideolojisi olarak yorumluyor. Bence İsrail'deki post - Siyonizm tartışmasıyla buradaki post - Kemalizm tartışması çok benzeşiyor.
       *Ne açıdan?
       Devletin yapılarını ortaya koyan naratiflere karşı büyük kuşkuculuk var. Bu önemli bir tartışma, çünkü modernleşme elitlerinin ideolojilerini eleştirmek çok önemli. Fakat öte yandan da görmek gerekiyor ki, çoğulcu demokrasiler bu modernleşme elitinin getirdiği sosyal ve siyasal devrimler sonucu mümkün olabiliyor. İlk baştaki geleneğin bize verdiği her şeyi kabul etmek zorunda değiliz, ama tamamen atmak da saçmasapan, abes bir şey. Evrenselciliğin tabii ki tarihsel günahları var, ama demokratik teoride grup kimliği çok abartıldı; demokratik politikanın vazgeçilmez temeli hukuk güvencesindeki bireydir.