The Others Kente karşı suç kavramı yok

Kente karşı suç kavramı yok

31.10.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Kente karşı suç kavramı yok

Kente karşı suç kavramı yok

Türkiye'deki bütün yapı malzemesi ve donatımının tanıtıldığı, ayrıca mimarlıkla ilgili yayınlar yapan Yapı - Endüstri Merkezi'nin kurucusu ve yöneticisi mimar Doğan Hasol, 6 yıl süreyle 1989 - 95 arasında Uluslararası Yapı Merkezleri Birliği'nin başkanlığını da yaptı. Türkiye'de mimarlığın karşılaştığı sorunlar ve kentleşme konusunda sorularımızı yanıtlıyor..
- Türkiye'de şu sırada mesleğini icra etmekte en zorlananlar doktorlar, hukukçular ve mimarlar. Ne dersiniz?
Kim mimara ihtiyaç duyuyor ki? Türkiye'de yapı denildi mi ilk suçlanan, mimarlardır. Sorumlusu olmadığınız şeyden de suçlanırsınız. İstanbul'da 2 milyon yapıdan sadece 800 bini, yani yüzde 40'ı ruhsatlı. Ama mimarlar, yüzde 100'üyle suçlanır. Sanki gecekondu ve kaçak yapıları mimarlar teşvik etmiş gibi. Kaldı ki, yapı yapma yetkisi sadece mimarlarda değildir. İnşaat mühendisleri de yapar. Bir de bunlara danışmadan yapan insanlar var.

- Büyük kentlerimiz mimarlık açısından yüz karası...
Kentlerimiz neden bu hale geldi denildiği zaman, önce politik ödünleri düşünüyorum. İnsanların göçü son derece normal. Türkiye'de tarımdaki nüfusun azaldıkça kente göç artacaktır. Şunu unutmayalım: Kentlerimiz, toplumun aynasıdır. Toplum ne istediyse kentler o hale geldi. İstanbul'dan biz yakınıyoruz ama göçle gelenlerin böyle bir yakınması yok. Kentin kültürel ortamından pay almasa da, şehirlileşme oranının son derece gerisinde de kalsa, yaşamından memnun.

- Kentleşme, yokuş aşağı inen frensiz bir kamyon gibi. Alınacak hiç bir önlem kalmadı mı?
((Mimarlık, dünyaya kendimizi tanıttığımız ender sanat dallarından. Türk toplumu bugün Mimar Sinan'ı bilir ama mimarlığın ne olduğunu bilmez. Böyle bir ortamda mimarlık yapmaya çalışıyoruz.)) Türkiyede nüfus çok hızlı büyüdü. Kentleşme çok hızlı oldu. Buna politikacıların verdiği güvenceler de eklenince felaket oldu. Çünkü her dönemde politikacılar çok sık yapılan her seçimden önce, seçim sırasında ve sonrasında sürekli ödünler verdi. Kaçak yapı yapacaklara arka çaktı. "Siz yapın biz affedeceğiz" diye. Peşpeşe imar afları geldi. Bunların hepsi kente karşı işlenen suçlar... Ama Türkiye'de kente karşı suç kavramı yok.

- Türkiye'de binaların durduk yerde çökmesi, yan yatması, temel atarken yan binanın yıkılması komik olduğu kadar dramatik te...
İyi bir yapı için bilinçli işveren şart. Mal sahibi ne istediğini çok iyi bilecek. Bunu, mimara çok iyi aktarabilecek. Çok iyi bir proje şart. Bunun mimar ve mühendislerce iyi hazırlanmış olması lazım... Ve iyi bir uygulama lazım. Bunun için de malzemenin iyi seçilmesi, iyi bir teknoloji kullanılması lazım. Yapı bittikten sonra da iyi bakımı gerekiyor... Kanuni Sultan Süleyman iyi bir işveren olduğu için Mimar Sinan çok başarılı binalar yaptı. Bu, bir rastlantı değil. Kanuni olmasaydı, bir Sinan olur muydu? Çok düşünülmeye değer.

- Kentlerimizin genel başıboşluğunda bir sorumlu da devlet değil mi? Deprem oldu mu en çok zarara devlete ait binalar uğruyor. Devletin yaptırdığı spor salonları, okullar, hastaneler çöküyor.
Devlet, kötü bir işveren olduğu için... Çünkü genellikle devletin elinde "tip projeler" vardır. Tip okul, tip spor salonu gibi. Ön projenin ihalesini yapar, mütahide hazırlatır. Mütahit, bu inşaatta hangi kalemler karlıysa onları koyar. Oysa dünyanın bir çok yerinde bu uygulama yok. Hatta yasaktır. Örneğin Fransa'da, projeyi yapan mimarın, projeyi üstlenmesi yasaktır. Halbuki bizde tersi. Üstelik mütahidin verdiği fiyat, anahtar teslim fiyat da değildir. Mütahit, demirden kar edecekse gereğinden fazla demir kullanır. Devlet, işveren olarak bilinçli davranmıyor.

- Ya kaçak yapılaşma için ne diyeceksiniz?
Kentlerin pek çoğunda toprağı mafyadan satar. Ne var ki hiç bir şey belediyeden gizli yapılamaz. Demek ki ilişkileri var bir takım kişilerle... Bazı belediyelerin, "Bana bir çöp kamyonu al, sana bir kat daha vereyim" dediğini biliyoruz. Belediyeler planları gözardı ediyor.

- Yapı güvenliği, mimarlık eğitiminden geçiyor. Eğitimi için neler söylenebilir?
Mimarlık öğretecek profesörü olmayan mimarlık okulları var hala. Bazıları bir kaç doçentle işi götürüyor. Ama yüzlerce öğrenci alıyorlar. Üstelik, verilen eğitimin ne kadar yeterli olduğu kuşkulu. Bazı okullarda, yetkin kadrolar olmasına rağmen bazılarında durum çok kötü. Örneğin, bir makina mühendisi profesörü, biri matematikçi iki yardımcı doçentle mimarlık öğreten bölümler var. Mimarlık okullarının bir bölümü bugünkü durumlarıyla gerçekten mimar yetiştirebilir mi? Üstelik eğitim süresi de kısa. Bugün Avrupa'da hemen hiç bir ülkede 4 yılda mimar olunmaz. Bizde YÖK'ten sonra bütün okullar 4 yılla sınırlanırken, mimarlık da buna dahil edildi. Ayrıca, okulu bitiren herkes eşit haklarla mesleği uygulama yetkisine sahip. Başka ülkelerde olduğu gibi her hangi bir staj, baraj veya yeterlilik sınavı söz konusu değil. Yani diplomasını alır, yarın da gökdelen dikebilir. Aslında Türkiye'de bir mimarlık eğitimi aldatmacısı vardır, ya da "hayali mimarlık eğitimi" vardır diyebiliriz.

- İstanbul'a üçüncü köprü konusuna gelelim. Boğaza on köprü de yapılsa kentin trafik sorunu çözülür mü?
İstanbul'un Belediye tarafından onaylanmış bir nazım planı var. Bu planda üçüncü köprü yoktur. Ankara'da bu konuda bir karar alındı mı alınmadı mı onu da bilmiyoruz ama Yüksek Planlama Kurulu, İstanbul'a Süleyman Demirel Köprüsü diye adını da vermek suretiyle bir köprü öneriyor... Yani evinize birisi geliyor, sizin izniniz olmadan salonunuza bir şadırvan koyuyor. Oysa sizin böyle bir talebiniz yok.

- İstanbul'un sorunu köprü mü zaten?
Değil... İstanbul'un sorunu, denizin nasıl geçileceği değil. Başlı başına bir ulaşım sorunu... Bu, toplu taşımacılıkla çözülür. Köprünün kime hizmet ettiği belli. Özel taşıtlara hizmet ediyor.

- Örneğin İzmir'de de trafik sorunu, körfezi doldurup buraya yol yapmakla çözülecek mi? Trafik bir süre rahatlasa bile uzun vadede kentin dokusu tahrip edilmiş olmayacak mı?
Bugün nüfusu 1.5 milyonu aşan bir çok yabancı kentte metro veya raylı taşıma sistemi var. Toplu taşıma sistemi var. Bizse, elimizdeki olanakları kullanmadan, pragmatik kolay yollar seçiyoruz. Örneğin İstanbul'da denizden pek az yararlanıyoruz. Köprü, kendi başına makul bir yatırım gibi görünüyor. Ama çevre yollarını yaptığınız zaman bir felaket. Çevre yollarını daha bitirmeden gecekondular kaçak yapılar geliyor... Bu ortamda mimarlık yapmanın güçlükleri kadar onun utancını duymak da var.

- Devletin bir imar iskan politikası da yok. Bir zamanlar İmar ve İskan Bakanlığı vardı. Şimdi böyle bir bakanlık yok.
Devlet Planlama Teşkilatı bünyesinde Bölge Planlama ve Nazım Plan büroları kuruldu. O zamanlar İmar ve İskan Bakanlığı'na bağlıydı. 1980 sonrasında bu bakanlık Bayındırlık Bakanlığı içinde eritildi. Bayındırlık Bakanlığı, hiç bir zaman imar iskan konularına sahip çıkmadı. Bölge Planlama büroları da lağvedildi. Plan fikri antipatik geldi her halde. Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler fikri daha cazip geldi. Bugün Türkiye'nin iskan sorunlarıyla uğraşan her hangi bir resmi birim yok. Bu, Toplu Konut İdaresi'nin işi de değil. Çünkü o, finansmanla ilgili bir kurum. Konutların nerede yapılacağı onun konusu değil.

- İleri ülkelerde konut sorununa belediyeler çözüm bulur. Belediyeler toplu konut yaptırır, ihtiyaç sahiplerine bunları ya satar ya kiralar.
Diyelim ki bir eviniz var. Bakıyorsunuz, size sormadan evinize üç kişi daha gelmiş. İstanbul'a her yıl 500 bin kişi geliyorsa İstanbul Belediyesi ne yapacak?

- Bu konularda planlama gerektiği belli. Ama planlamaya karşı bir antipati duyulmuyor mu?
Ama plansız hiç bir şey olamaz ki. Planın olmadığı yerde kargaşa vardır. Örneğin İstanbul'a artık gökdelenler giriyor. Bunların otoparkı yok. Kaldırımı yok. Yolun kenarına dikiliyor. Bazıları da bitişik nizamda. Metrosuz kentin gökdeleni olmaz. Vaktiyle yeşil olan alanlar gökdelenlere açıldı. Yeşil alan, "Türkiye'de ilerde üzerine gökdelen dikilecek alan" mıdır? En gözönündeki örnek, İstanbul'da Taksim Meydanı'nındaki İnönü Gezisi'dir. İki otel bir de ordu evi yapıldı üzerine. Şu anda Maslak'taki gökdelenler de hepsi yeşil alan gökdelenleridir. Levent'le 4. Levent arasındakiler, Dolmabahçe'de inşaatı süren Gökkafes yine öyle...

- Kentleşmenin çığrından çıkmaması yönünde bir ümidiniz var mı?
Bence var. Türkiye'de insanlardan umutluyum. İnsanlar çok çalışkan. Organize değiller. Sıkıntı oradan kaynaklanıyor. Organize etmek durumunda olanlar, yeterli bilince sahip değiller. Bizi yönetenler halkın düzeyinde değil. Halk çok daha sade, bilinçli ve sağduyulu. Ben buna güveniyorum. Türkiye çeşitli badireler atlattı. Hepsinde de halkın sağduyusu sorunları çözdü.

Yapı - Endüstri Merkezi, Türkiye'deki mevcut yapı malzemelerine ayrılan daimi sergisinin yanı sıra, mimarlıkla ilgili ciddi ve kaliteli uzmanlık yayınlarıyla tanınır. Şimdiye kadar 30'a yakın uzmanlık kitabı yayınlandı. Merkezde 12 yıldır, çok ayrıntılı büyük boy yapı katalogları (iki yılda bir) Türkçe ve İngilizce yayınlanır. Bunlarla, mimar ve mühendislere piyasadaki bütün yapı malzemeleri tanıtılır. Her ay yayınlanan Yapı Dergisi ise 1998 Temmuz'unda 200. sayısına ulaşacak. Mimarlar Odası'nın "Mimarlık" dergisi de iki ayda bir merkez tarafından yayınlanır... Gelecek ay satışa sunulacak olan plastik sanatlar ve mimarlık ağırlıklı Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi'ni de yayına yine merkez hazırlıyor... Uluslararası 500 sanatçı ve 500 sanat eserinin yer aldığı The Art Book adlı dev sanat kataloğu da Türkçeye yine merkez tarafından kazandırıldı. Bir sonraki baskısına bazı Türk sanatçıları da katılacak... İki İtalyan yazarının "İstanbul 1900" başlıklı "görsel nefaset" eseri, İngilizce ve Türkçe yayınlandı...
Doğan Hasol'un Mimarlık Sözlüğü ise 6. baskısına ulaştı. Daha önce yayınladığı Türkçe İngilizce Fransızca Mimarlık ve İnşaat Terimleri Sözlüğü ise bu yıl Fransa'da Fransızca olarak basıldı. Bir sonraki baskısına Çek dilinin de eklenmesi söz konusu.
Merkezin konferans salonu bir ara tiyatro oldu. Şehir Tiyatrosu Harbiye Sahnesi, Dostlar Tiyatrosu, Ulvi Uraz, Vasıf Öngören, Ferhan Şensoy'un Orta Oyuncular Tiyatrosu burada çalıştı. Mazhar Fuat Özkan, oyunun müziklerini burada yaptı.