The Others Kimlik kargaşası

Kimlik kargaşası

24.02.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

Kimlik kargaşası

Kimlik kargaşası



Gazeteci savaşa karşı olmalı mı? Daha ötesine geçerek, ille de ürününde bir tutum takınmalı mı?
Bu kez esas sorumuz bu.
16 Şubat tarihli Milliyet’te Barış Sofrası manşeti, uzunca bir süredir dünya gündeminde olan bir grup eylemcinin Avrupa’dan Irak başkenti Bağdat’a yolculuğunun son bölümünü izlenimler olarak aktaran bir metni sunuyordu.
Üst başlıkta "Milliyet canlı kalkanlarla birlikte Bağdat’a girdi" denmişti.
Ön sayfadaki ilk paragraf:
"Bülent Özdemir, Milliyet muhabiri... Aynı zamanda savaşı engellemek için hayatlarını feda etmeyi göze alan canlı kalkanlardan biri. Canlı kalkan ekibine İstanbul’da katıldı, Bağdat’a kadar otobüslerle birlikte yolculuk etti..."
İç sayfadaki metinden bazı bölümler:
"..masum çocukların ölmemesi için bir şeyler yapılmalı... İşte bu duygularla Irak’tayız... Daha doğrusu halkın yanındayız..."
"..hemen her kesimden oluşan ekibimin tek bir hedefi var: Bağdat’a bombaların düşmesini engellemek..."
"Gazeteci kimliğimle olası savaşı izleyebilir, gelişmeleri Bağdat’tan takip edebilirdim... Ama bir de olayın diğer yüzü vardı. Yani insanlığın savaşa karşı direnişini hissetmek ve içinde olmak. Gerektiğinde bu yolda ölümü bile göze almak...."
Bu haber çok sayıda okurun zaman ayırıp Milliyet’e tepkilerini göndermesine yol açtı. Küçük bir kesimle bir çoğunluk taban tabana görüşler de sergilemiş oldu bu sayede.
Altı okura göre "Milliyet’e bravo!" idi. "Savaşa karşı bu kadar açıkça tavır almakla gazete çok doğru bir adım atmışötı. Aynı çizginin devamı umuluyordu.
47 okur ise bambaşka bir açıdan yaklaşıyordu meseleye.
İstanbul’dan Mesut Bilgin’in sorusu:
"Haberi yazan kişi muhabir mi, eylemci mi? Eylemci ise neden tarafsızlığıyla bildiğimiz Milliyet’te böyle bir yazı çıkıyor? Muhabirse neden eylemci olarak tanıtılıyor?"
Okurların çoğunun eleştirisi aynı: Haberin, bir "eylemci" tarafından yazılmış olması, tarafsızlık ilkesine aykırı.
Başka eleştiriler de var. İzmir’den Celil Aydoğan şunları yazıyor:
"Ben bu canlı kalkanların Batı ve Türk demokrasisinin imkanlarıyla faaliyetlerini serbestçe yapmasını tabii ki doğru buluyorum, ama bu savaşı önlemenin tek yolu değil herhalde. Madem bu kadar kararlılar, gittikleri Bağdat’ta, tabii cesaretleri varsa, "Saddam, barış için iktidardan çek git!" diye pankart açsınlar, nümayiş yapsınlar... Onlar işin kolayına kaçıyorlar. Bir tarafa da alet oluyorlar. Milliyet gibi saygın bir gazetenin bu aktivistleri de yeri gelince eleştirmesi lazım.."
Eleştirileri editörlerle görüştüm.
Bir editör, Irak’a gazeteci göndermenin çok ciddi zorluklar içerdiğinden, bu nedenle ele geçen her fırsatın değerlendirilmesi gereğinden söz etti.
Bazı editörler eleştirileri reddetti. Onlara göre haberin bu kimlikle izlenmesi "genel ahlaki bakışa" aykırı değildi.
Yorum: Irak’a gazeteci gönderme zorluklarına ilişkin açıklamasını anlıyorum. Bu gerçekten okurların bilmesi gereken bir şey. Ama geri kalan noktalarda okur eleştirilerine tümüyle hak veriyorum.
"Gazeteci savaşa karşı olmalı mıdır?" sorusunu bir yana bırakalım.
Öncelikli sorumuz, "Gazeteci, görevi gereği izlediği bir grup, eylem veya kurumla aynı kimliğe bürünebilir mi?" olmalı.
İşte bu noktada, 250 yıllık gazetecilik geleneğinin ABC’si arasında yer alan bir temel kuralla karşı karşıyayız.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde "özdeşleşme" başlıklı bir bölüm şöyle diyor:
"Gazeteci, uzmanlık alanı ne olursa olsun, öncelikle gazetecidir. Polis muhabiri polis veya sözcüsü, spor muhabiri kulüp yöneticisi veya sözcüsü, herhangi bir partiden sorumlu muhabir onun üyesi veya sözcüsü gibi davranmamalı ve bu yönde yayın yapmamalıdır."
Aynı bildirgenin 12. maddesinde de gazetecinin "mesleğini propagandacılıkla karıştıramayacağı" yazılı.
DMG Yayın İlkeleri 3. maddesinde de gazetecinin "görevini taşıdığı sıfatın saygınlığına gölge düşürebilecek yöntem ve tutumlarla yapmaktan uzak durması" gereğinin altı çizilmiş.
"Peki, ama savaşa karşı olmak, masum insanların ölmesini engellemek kutsal bir görev değil mi?" sorusuna ne diyeceğiz? Aynı şeyi:
Gazetecinin görevi, "Bağdat’a bombaların düşmesini engellemek" değil. O, şu veya bu grubun, ülkenin veya uluslararası kuruluşun işi.
Gazetecinin işi "Bağdat’a bombaların düşmesini engellemek" olanları izlemekle sınırlıdır. Muhabirin yanına "eylemci" sıfatı takmak, haberciliğe sadece zarar getirir.
Çünkü Milliyet, haftalık "canlı kalkan bülteni" değil. Yüz binlere ulaşan, tarafsızlık geleneği güçlü ve ilkeli bir kitle gazetesi.
Birkaç seferdir şunun altını çiziyorum:
Gazetenin iki temel işlevi var.
Haberleri sunmak; analizlerle, yorumlarla gelişmeleri anlaşılır kılıp kamuoyunun doğru tavır almasını sağlamak. Bu, gazete içi bir görev bölümünü gerektiriyor.
Haberi doğru, dengeli, hızlı, kapsamlı vermek muhabirin işi. Bu haberlerin bütünü içinden yola çıkıp savaşa ilişkin tavır almak gazetenin başyazar(lar)ı ve köşe yazarlarının işi. Zaman zaman parti veya örgüt temsilcilerine makale yazdırmak da gazetenin işi.
Muhabirin "saf tutma" lüksü yok.
Çünkü, aksi halde şu sorular gündeme gelebilir:
"Barış için diye ortalığı kırıp döken PKK yanlılarından biri, F Tipi’ne hayır! diye açlık grevi yapanlardan biri, öğrenci affı veya başörtüsü diye pasif direniş yapan öğrencilerden biri, Rusya’da çarpışan Çeçen militanlardan biri neden muhabiriniz olmasın?"
Toplumsal ahlak göreceli, çok katmanlı bir kavram. Gazeteci ahlakı öyle değil.