Fakir Baykurt'un son romanı Yarım Ekmek çağdaş bir Antigone trajedisi
Fakir Baykurt 18 yıllık Almanya gurbetçiliği ardından Türkiye'ye döndü, Antalya yöresine yerleşiyor. Son romanı Yarım Ekmek ise, bütün eserlerini yayınlayan Adam Yayınları'ndan çıktı. Güçlü kadın karakterler dizisine Kezik Ana'yı eklediği bu nefis roman, adeta çağdaş bir Antigone öyküsü; Fakir Baykurt'a özgü, mizahla ve sevgiyle örülmüş bir trajedi. Ateş Dikenleri adlı ikinci şiir kitabı ise Almanya'da yayınlandı.
1929'da Burdur Akçaköy'de başlayan, Gönen Köy Enstitüsü'nde yeşeren, Yılanların Öcü romanıyla çiçek veren, Tırpan ve Kaplumbağalar gibi önemli romanlar ve sayısız ödüllerle serpilen ve şimdi Yarım Ekmek'le zirveye ulaşan yazarlık serüveni, aslında Cumhuriyet'in de serüveni. Fakir Baykurt ustayla, Cumhuriyet'i, İslamcılığı, 'köy romanı'nı, edebiyatı ve dil aşkını konuştuk.
*Yarım Ekmek romanının kitabesinde yazdığınız gibi, Almanya'ya gerçekten oradaki Türklerin romanını yazmak amacıyla mı gittiniz?
Evet. İki neden vardı, birisi bu. Birisi de, tabii o yıllar, 1970'lerin sonu ve 80'ler çok çalkantılıydı ve benim can güvenliğim kalmamıştı, çeşitli duyumlarla. Arkadaşlarım beni ülkeden çıkmam gerektiğine inandırdılar. Ve çıktım. Tabii birinci amacım da hep kafamda gününü bekliyordu. O büyük göçü yazmalıydım. Ama tabii ben katılımcı bir yazarım. Yazacağım yaşamı yaşamalıyım. Onlardan biri gibi davranabilmeliyim. Yani onların pabucunu giyip yürüyebilmeliyim. Birkaç kez denedim, olmadı. 1979'da daha uzun gitmeye karar verdim.
*Türkiye'deyken içinden çıktığınız kırsal topluma tekrar öğretmen olarak katılmıştınız; Almanya'da onların arasında yaşamak herhalde farklıydı?
Bakın, burada da üçüncü neden yatıyor. Ben öğretmendim ama hapislere girdim, yargılandım, beraat ettiğim halde beni işime döndürmediler. Ben öğretmenliğimi yitirdim haksız bir şekilde ve bu çok gücüme gitti. Bunu alabilmek için uğraştım, alamadım. Hep asker dönemlerine rastgeldi. Onlar söz anlamıyordu.
*Rejim sizi neden tehlikeli buluyordu?
Şimdi, bu benimle ilgili değil; bir büyük dönemi Türkiye'nin, dar görüşlülük ile sakatlanmıştır. Bu dar görüşlü yönetimler bir tek görüş bilir, bir tek ideolojisi vardır, resmi ideoloji. Onun dışındaki görüşlere ve ideolojilere kapatır kendisini. Tehlikeli ve sakıncalı saydığı için kapatır. Doğru mudur değil midir, bu onların sorunu. Ben hiç bir zaman böyle olmadım. Erken yaşta çoğulcu düşünceye selam verdim.
*Bu kapalı resmi ideolojinin ne olduğunu çözebildiniz mi?
Mustafa Kemal'in bir sözü var, T.C.'nin temeli kültürdür diyor. Bizim dar görüşlü yönetimimizin altında hakikaten kültür eksikliği var. Biz büyük sorunları da böyle yarattık. Hepimiz dar görüşlü, eksik kültürlü olduğumuz için Kurtuluş Savaşı sonunda gelen reformların değerini bilemedik, Cumhuriyet'i anlamadık bence. Belki Kürt sorununu anlamadık. Kürtlerin kökü koparılmaz şekilde kardeşimiz olduğunu anlamadık. Halkın
yüzde ellisi okur yazar olmayabilir ama yukarılarda daha büyük anlamda cehalet görülüyor. Şu anda mesela milletvekillerinin içinde yüzde elliyi bulmaz Söylev'i okuyan. Ben bunun yüzde 10 olduğunu iddia ediyorum.
*Bu arada Cumhuriyet "köylü milletin efendisidir" diye yola çıktı; gerçekten öyle oldu mu?
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün bu değerli sözleri 1921'de söylendiği zaman çok yüce amaçlarla ortaya konulmuştur. Ama sonradan duvarlara yazılmaya başlayınca ve parti meclisleri, TBMM'deki milletvekilleri görevlerini gereğince yerine getiremediği için köylülük ne yazık ki efendilik düzeyine çıkarılamadı. Sadece seçmen olarak bile bu efendilik gerçekleşmez. Onun ekonomik bağımsızlığının, eğitiminin tam verilerek yaşamının yükseltilmesi gerekir.
*Ve bunu başaramadık?
Başardığımız yönleri var. Bugün pek çok köye elektrik gitti, köylülerin gözlerinin önü çok şükür aydınlandı. Ama beni bir eğitimci ve yazar olarak ilgilendiren gözlerin arkasındaki karanlıktır. Bu karanlık ne yazık olduğu gibi duruyor; hatta büyütüldü. Bunun da ışıklandırılması gerekir ki, bu bizim sarıldığımız evrensel değerlerin hala daha birer özlem olarak önümüzde beklediğinin ve bizleri ciddi anlamda göreve çağırdığının kanıtıdır. Köylülerin bugün içine düştükleri gerilik ve mesafe nedeniyle daha çok okumaya gereksinmeleri var. O yüzden Kültür Bakanlığı böyle güncel ıvır zıvır içerikli tartışmaları bir yana bırakıp, doğru dürüst görevlerini yapmalı. Köylere kadar giden halk kitaplıkları olmalı.
*Eğitimde büyük ilerleme kaydedemedik mi?
Müthiş bir sayısal ilerleme var. İki yıl önce Antalya'da bir lisenin açılışına gittim, o gün 12 milyon genç insan öğretime başladı. Bu müthiş bir sayı. Ama bu eğitim yanlış bir eğitim, biliyor musunuz?
*Neden?
Boş bir eğitim; yönü eğri bir eğitimdir. Yönü eğri çünkü Türkiye nereye bakacak? Arabistan'a mı bakacak Batı'ya mı bakacak? Türkiye'nin gidişi Batıyadır. Onun için, dinsellik yanı çok ağır basan bir eğitim ezberci oluyor. Ezberci eğitim bir ulusu çağcıl yapamaz. Yapacağı işi önce kafadan sonra elden çıkarmayı yöntem olarak benimsemiş bir eğitim lazım. Zorlukları gördüğü zaman 'ne yapalım yazgı böyleymiş' demeyip de çözüm arayan yaratıcı bir eğitim. Bu noktada din çok büyük bir baraj koyuyor. Yaratıcılık Allah'a mahsustur insan yaratamaz diyor. Bu felsefenin yıkılması lazımdır. İnsan yaratıcıdır; ama eğitimin tek sorunu bu değil. Eğitimin paralı olması ayıptır. O zaman sağlığı da paralı yapacaksınız, parası olan yaşar. Adaleti de paralı yapacaksınız, güvenliği de paralı yapacaksınız, herkes kendi korumasını tutacak! Düşünebiliyor musunuz?
*İmam hatiplerle ve 8 yıllık eğitimle ilgili tartışmalar sizi dehşete düşürdü mü?
Tabii, şimdi zaten benim yaşamımın ana sorunu ve çabası bu oldu; öğretmenliğimin ve yazarlığımın yönü birbirine paralel olarak aynı amaca doğru gidiyor. Müthiş bir sağduyu eğitimi, demokrasi eğitimi kazanmalıyız okullarımızda. Bu eğitim planlaması yanlıştır. Din ile toplum yönetilemez. Din ile açlığa, cehalete çözüm bulunamaz. Sağlık sorunu çözümlenemez. Bu çağdaş akıl ve bilimle çözümlenebilir. Dinin yeri camidir, insanın gönlüdür, vicdanıdır. Ama özgür bireyi nasıl yaratırız? Bizde aydınlar bunun üzerine gitmiyor, din siyasetçisi gidiyor. Basınca pompaya, insanlar etkileniyor tabii. Olumsuz propagandaya karşı koyabilme gücü sınırlıdır.
*Endişeli misiniz?
Endişeli değilim. Biz Cumhuriyeti kaptırmayız. Bütün kusurlarıyla ve eksikleriyle birlikte Türkiye için çok güneşli bir rejimdir.
*Geçmişle doğru dürüst hesaplaşamıyorsak nasıl umutlu olabiliyorsunuz?
Her toplum geçmişiyle hesaplaşamaz. Bu bir erginliktir. O erginliğe ulaşamamış toplumlar geçmişiyle hesaplaşamaz, aydınları bile hesaplaşamaz. Umut nerede? Bakın, kadınlar 8 Mart'ta Taksim'e çiçek koydular. Aydınlar, yazarlar bocalarken onlar çok güzel bir formül ortaya attılar, ne darbe ne şeriat dediler. Bu erginliktir.
*Ama dine karşı yürünmez diye azar işitti kadınlar...
Bunlar ayrıntı. Bir memleketin romanı akıyor, bir toplumun romanı yürüyor. Bunlar kaleme gelmez ayrıntılardır. Kadın dine karşı değil, Cumhuriyet'i ve demokrasiyi korumak için yürüyor. Kadın yürüdüğü zaman toplum çok büyük birikimler, artı sayılacak devinimlere geçmeye hazır demektir, çok güzeldir; çok önemli bir işarettir.
*Sizin bu feministliğiniz nereden geliyor? Romanlarınızda da müthiş güçlü kadın kahramanlar var..Irazca, Uluguş..şimdi Yarım Ekmek'te Kezik Ana...
Ben feminist değilim. Benim izm'lerle de pek fazla barışıklığım yok. Ben her olaya özgü bir düşünce geliştirmekle görevli sayıyorum kendimi. Bakıyorum ve sonuç çıkarıyorum. Kadın toplumda müthiş bir kuvvettir.
*Yarım Ekmek'teki Kezik Ana bana Antigone trajedisini hatırlattı. Kocasının Türkiye'deki kemiklerini bütün önyargılara karşı Almanya'ya taşıyıp gömmek istiyor, orada kesin yerleşmenin simgesi olarak; sizin romanlarınızda hep eski trajedilerin yalınlığı var.
Ben klasik biçimlerin bütün olanaklarını tükettiği kanısında değilim. Klasikte ciddi bir asalet buluyorum. Konularımı bu form içerisinde anlatmaya çalışıyorum. Ama formdan girmiyorum edebiyata. Beni ilgilendiren yaşamdır. Tabii benim şansım, bir köylü çocuğuyum ama sıradan bir köylü çocuğu değilim. Köy Enstitüsü'nde, Gönen'de, ben kütüphanenin kurucusuydum. Çok okudum. Ve çok iyi bir şansımız oldu; Hasan Ali Yücel 1200 klasiği çevirmeyi planladı, bunun 600 kadarını başardı ve biz onları okumak fırsatını bulduk. En çok da ben o trajedileri sevdim. İçinde doğduğun toplumun kültürünü başka kültürlerle, eski ve yeni dünya ile aşıladığın zaman o birkaç boyut daha kazanıyor senin içinde.
*Köy romanı kategorisine konularak yapıtlarınızın bir çok zenginliği gözardı edildi mi sizce?
Ben edebiyatta yaşamı daha öne aldığım için amacım köy romanı değil, köydeki yaşamın romanını yazmaktı. Yapıtlara etiket yapıştırmak tabii edebiyat eleştirmenlerinin görevidir. Onlar belki çok haklı olmayarak böyle bir adlandırma yaptılar. Ben bundan alınmıyorum. Ama ben köy romanı yazmadım, köydeki yaşamın doğru dürüst romanını yazmaya çalıştım. Şimdi de aynı kaygı içindeyim. "Şehir romanı" diye de bir tür tanımıyorum. Şehirdeki yaşamın romanıdır tabii esas olan.
*Çok kuvvetli ve şiirsel ama çok da "öz" bir Türkçeniz var. Bu açıdan biraz azınlıkta değil misiniz?
Hayır; milli edebiyat budur, millet çoğunluğunun anladığı dildir. Dil işidir milli edebiyat. Konuları itibarıyla milli edebiyat amaçlamıyoruz. Gerçi onu da amaçlarız gerekirse....mesela ben Kurtuluş Savaşı'nın romanını yazamadığım için mahçubum.
*Neden yazmıyorsunuz?
Yazamadım, yani yazabilmeliyim, inşallah yazabilirim. Demek istediğim, milli konular seçmek milli yapmaz bir edebiyatı, dil yapar. Millet çoğunluğunun anladığı dildir. Millet çoğunluğu içine elbet üniversite kadroları girer, öğrenciler ve öğretim kadroları girer, ama çoban da girer, köylüler de girer. Ben anamdan, teyzemden, köylülerimden duyduğum güzel sözleri hep yazdım. Sonra benim oldu onlar. Ben "Türkçü" olmadım hiç bir zaman, ama dile gelince Türkçüden çok Türkçüyüm, eğer öyle bir şey ölçülecekse; yani dile ben canımı veririm. O sırdaştır, cesaretimi ben oradan bulurum, aydınlık hep oradadır.
*Şiir bunun için mi önemli sizin için?
Homeros kanatlı söz diyor şiire. Demek ki uçabilir, demek ki mesafe alabilir. Benim amacım insanın yüreğidir, yalnız kafası değil; o kanatlı sözlerle insanların kalbine ulaşabileceğim, çünkü kalp çok yukarılardadır, oraya bu sözlerle gideceğim kanısındayım ben.