08.01.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:
Bir adada bir erkek ve bir kadın. Ama bu alışılmış bir aşk filmi değil. Ada köpeklere sığınak olmuş. Ama bu alışılmış bir doğacılık filmi değil. İnzivaya çekilmiş bir kadın ve onu arayan bir erkek. Ama bu ada ıssız değil, tersine çok güçlü, tehlikeli toplumsal önyargılarla, korkularla çevrili.
Halit Refiğ 'in yakında gösterime girecek olan yeni filmi Köpekler Adası , benim için bir sezinin kanıtı oldu. Refiğ de alışılmış bir yönetmen değil. Türkiye'nin belki de en bireysel ve orijinal, en yaratıcı ve en yanlış anlaşılmış yönetmeni.
Vurun Kahpeye ve Haremde Dört Kadın gibi tartışılmaz başyapıtlarda imzası olan, kurucuları arasında olduğu MSÜ Sinema Televizyon Enstitüsü 'nde hala öğretim üyeliği yapan, sinemada ulusal kimlikte ısrar ettiği için dışlanan, dokuz köyden kovulan, devlet için yaptığı Yorgun Savaşçı dizisi devlet tarafından yakılan, bence değeri yeterince anlaşılmamış ve hala hakkında bir kitap yazılmayışını inanılmaz bulduğum, dünya görüşünü tam paylaşmasam da, sinema diline hayran olduğum bu sanatçıyla, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı sponsorluğunda yaptığı son filmini, sinemayı ve Türkiyeyi konuşmak büyük bir zevkti. Osman Hamdi Bey 'in hayatı hakkında çevireceği yeni drama belgeseli, danışmanlık yaptığı Samanyolu Televizyonu için yapacağı TV filmini ve tasarladığı tarihsel bir film sürprizini de, heyecanla bekliyorum.
* Köpekler Adası filminde insanın doğayı yok etmesinden, dünyanın sonundan söz ediyorsunuz. Karamsar mısınız?
Umutsuz değilim ama karamsarım. Şundan dolayı umutsuz değilim, neticede insan aklına inanıyorum. İnsan aklının yaşanan felaketi göreceği inancındayım.
* Bir çok önemli yönetmen son zamanlarda çevreciliği ele aldı. Mesela Kurosawa. Bu bir sanatçı sorumluluğu mu?
Bütün sanatçılar için aynı şey olmayabilir. Ama verdiğiniz örnek çok güzeldi.
Dersu Uzala bu konuda yapılmış en büyük filmlerden biri.
* Siz etik kaygıları olan bir yönetmensiniz. Ama Köpekler Adası bence bir doğa filmi değil..
Klasik anlamda bir doğacılık filmi değil, doğru. Klasik anlamda natüralist de değil. Filmin esas teması can meselesi. Ferdi candan başlayıp kollektif cana gidiyor bu mesele..
* Biraz tasavvufi bir yanı var?
Belli bir mistisizmi olan bir film. Yunus Emre'den bazı dizeler kullanarak müzik yaptım. Tabii belli bir işaretti o. Ama tasavvuf kelimesinin İslami bir boyutu vardır. Buradaki tasavvufi karaktere İslam mistikleri itiraz edebilirler, çünkü diyebilirler ki tasavvufun esası Tanrı sevgisidir, Tanrı ile bütünleşme meselesidir. Bu tarz temel İslami kurallar ve değerler açısından yaklaşırsak, itiraz edebilirler.
*Sizin maneviyata önem veren bir yanınız var. Halit Refiğ imzası bu..
Çok doğru. Mana benim için önemli.
*Daha derin bir gerçeklik arıyorsunuz..
Benim için mananın en önemlisi can meselesi. Burada ferdi can, insanın kendi canı meselesi var. Bunun ötesinde bir de kozmik can var. Yeryüzü gibi bütün bir can sistemi. Bu beni çok ilgilendiriyor. O bütün yokolma tehlikesindeyse birey için hiç bir kurtuluş imkanı yok. Burada benim duyurmaya çalıştığım, yokolmaya doğru giden bir dünyada kendi canını kurtarmaya çalışan bir ferdin trajedisi..
* Filmde bir cümle, sizin estetiğinizi yansıtıyor: "İnsanlara farkında olmadıkları gerçekleri anlat.."
Bu filmin adı Köpekler Adası. Ada doğayı temsil ediyor. Bir mikrokozmos olarak. Köpekler de sembolik olarak doğadaki can varlıkları. Bütün bunların içinde bir uyum olabilirse, gerçek uyum hayal edilebilir. Bu filmin çekirdeği bir rüyaydı. Senaryo haline getirirken bu rüya vasfını korumak istedim. Rüyalar irrasyoneldir, dışarıdan bakınca saçmasapan tutarsız görünür ama yoruma açıktır. Kendini açıkça söylemez.
* Ama gerçeklik daha yoğunlaşır. Siz sanki bilinçaltı bilincinden de zengin bir yönetmensiniz. Kişisel filmleriniz daha güçlü. Sanki sosyal angajman ısrarıyla kişiliğinizi biraz zaptetmişsiniz gibi, ne dersiniz?
Bu söylediğinizin ben idrakindeyim.
* Neydi korktuğunuz ya da istemediğiniz?
Korkunun ötesinde inandığım bir şey. Dünya görüşü olarak bireye inanmayan bir insanım. Topluluğa inanan bir insanım. Köpekler Adası da zaten bireyciliğin, hümanizmanın bir çeşit eleştirisi. İnsanlar zayıftır diyorum. İnsan korkaktır; canı acır. Kişisel hayalleri peşinde koşar...
*Sizi kişisel hayallerinizin peşinde koşmaktan bir nebze alıkoyan neydi? Cumhuriyet çocuğu olarak, sizin kuşağınızdaki toplumsal görev, misyon duygusu mu?
Evet, ben hep bir sorumluluk duygusu içinde kıvranan bir insanım. Bir vicdan meselem var.
* Ama Türkiye'de kim vatan, millet, kültür dediyse dayak yedi. Şimde geriye bakınca eyvah ne yapmışım diyor musunuz?
Ben sinemaya hep profesyonel baktım. Kendi kişisel değerlerimle, ferdi eğilimlerimle seyirci, toplum arasında hep bir denge kurmaya çalıştım.
*Yani seçkinci aydın olmayacağım dediniz?
Evet, hep denge kurmaya çalıştım. Sinema sistemi ayakta olduğu sürece de, bu devam etti. Çünkü bu sistem ayakta olduğu sürece sinemacı ile Türk seyircisi arasında sıkı bir iletişim vardı.
*Neydi bu ilişki? Yeşilçam halkın hayallerini, özlemlerini mi yakalamıştı?
Bütün Yeşilçam için konuşmak istemiyorum. Kendi adıma ben seyircinin ortak inanç değerleri ile kendim arasında uyum aramaya çalıştım. Bu 80'lere kadar sürdü.
*Neye dayanıyordu bu uyum? Seyirciyi yakalamak?
Bunun sırrını dünyada da çözmüş olabilen yok. Bunu en iyi Hollywood'un halletmiş olması gerekiyor. Onlar bile yüzde yüz bulamadılar.
*Sizin aradığınız neydi?
Jung psikolojisinde beni çok etkileyen şeylerden biri de ortak bilinçaltı meselesidir. Ben bir yandan Freud'cu, ferdi bilinçaltıyla ilgilenirken, toplumla iletişim açısından da bu ortak bilinçaltı beni çok ilgilendirir. Tabii bunu yakalamak kolay bir şey değil. İnsanlar bu konuda kendilerine modeller seçiyorlar. Başka sanatçıları sizin varmak istediğiniz hedeflere varmış bir insan olarak görebiliyorsunuz. Benim için Kemal Tahir ve Adnan Saygun böyle sanatçılardı. Kemal Tahir, dış dünyaya, topluma ve tarihe bakışta; Adnan Saygun da iç dünyaya, insanın iç alemine bakışta. Mesela ben Köpekler Adası'nda Yunus Emre'den o dizeleri ararken, Saygun'un Yunus Emre Oratoryosu'nu yazmış olmasının bende uyandırdığı bir şeydi. Bütün divanı yeniden taradım. Benim meseleme anahtar olabilecek sözler bulmaya çalıştım.
*Kollektif arketiplere, dahası önyargılara ilgilisiniz. Mesela farklı olanın tehlikeli görülmesi.. bu filmde de var. Kollektif bilinçaltına da karamsar bakıyorsunuz. Amacınız ille bir milli karakter yüceltmek değil. Milliyetçi diyebilir miyiz size?
Milliyetçilik ideoloji olarak başka bir şeydir, milli meseleler üzerine doğru düşünüp doğru tahliller yapmaya çalışmak başka şeydir. Kemal Tahir'e milliyetçi diyebilir miyiz? Biraz zor. Komünistlikten 15 yıl hapse mahkum edilmiş.
* Sizin kuşağa özgü bir ikilem bu. Milliyetçi değilsiniz. Hepinizin içinde anti - emperyalist birer sosyalist yatıyor aslında..
Evet doğru..
*Ama bir yandan da Kemalizmin etkisi, milli gurur, biz bize benzeriz, gelenek gibi Cumhuriyetin ideolojik karmaşasının sentezini arıyorsunuz. Mesela Kemal tahir "Türk romanı" diye ısrar etti, siz de "ulusal sinema"yı savundunuz..
Kemal Tahir Türkiye'nin tam Batılı bir ülke olmasının mümkün olmadığı fikrini belki ilk söyleyen değildi, ama ben ilk ondan duydum ve beni çok etkiledi. Kendi içimde halledemediğim soruların karşılığını bulmuş gibi oldum.
*İçi nasıl doluyor? Batılı değiliz demek yeterli değil. Ortadoğulu da değiliz.
Batı kendisini tanımlamış. Batının tarifini yapmış, kendilerini ayırmışlar. Ben başkayım diyor. Beni önce kendim ilgilendirir. Dünyadaki düzeni kendi çıkarlarım, inançlarıma göre kurmaya çalışırım diyor. Mesela Samuel Huntington, Batı ve geri kalanlar diye ayırıyor. Biz ne kadar, yok birbirimizden farkımız da desek, adam ben seni kucaklamak istemiyorum diyor.
*Ama dünyaya Huntington gözlüğüyle bakmak zorunda değiliz. Söylediklerinizde biraz milli gurur hissediyorum, yani çağdaş medeniyeti yakalayacağız ama biz bize benzeyeceğiz..
Tabii, bunların hepsi var
*Peki bize benzemenin yolu Erbakan'ın yolu mu? Tarihe aynı değeri mi veriyorsunuz?
Hayır ama Refah partisiyle söylemde anlaştığımız bir nokta var. Milli bağımsızlık meselesi. nasıl elde edilebilir konusunda anlaşmazlığa düşebiliriz. Ama son yıllarda hiçbir siyasi kuruluş RP kadar milli bağımsızlık meselesini kuvvetle telaffuz etmedi.
*Retorik evet, ya içerik? Nasıl yaptı? İran'a, Libya'ya giderek..
Orada duralım. Eğer İran'la yapılan petrol ve doğalgaz anlaşmaları retorikte kalmayıp, gerçekleşirse, aferin onlara. Türkiye için hayati bir mesele.
*Yani pragmatik bakıyorsunuz. Ya ideoloji ve kültür? 21 yüzyıla üç kala kadınların örtünmesini tartışıyoruz hala? Osmanlı Türk modernizmi diye sizin sinemanızın da parçası olduğu bir kültür var, bunu RP hatırına red mi edeceğiz?
Köpekler Adası filmini bana Nur cemaati yaptırdı. Türkiye'nin en kapalı muhafazakar İslami gruplarından biri. Bunu bana Kanal D, Show TV , ATV gibi laik görüşün temsilcileri yaptırmadılar. Devlet de bana yıllarca film yaptırmadı. Dışladılar. Kimse de dışlanmamın üstünde durmadı. Durmasını da beklemedim. Refah'a gelince. Bugün hükümette dört kadın bakın var. Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir şey. Bu neyi gösterir? Pragmatizmi. Şartlara göre söylemlerin ve hareketlerin değişebileceğini gösterir. Ben burada çok inananlar ile az inananlar arasında zorunlu bir çatışma görmüyorum.
*Ya demokratikleşme? Susurluk?
Bana hayat görgüm, satıhta olanla yetinmememi söylüyor. Bugün Türkiye savaş halinde. Ama biz Güneydoğu'da bu savaşın gerçek düzenleyicileriyle değil, onların ortaya ittiği bir takım zavallı çocuklarla savaşıyoruz. Aynı şey bilgi toplumu için geçerli. Küresel haberleşme insanları doğru bilgilendirmek yerine büyük bir bilgi saptırması içinde. Susurluk olayı dediniz. Ben bugün Cumhuriyet tarihinde görülen en şiddetli şaşırtmaca ve kurugürültü dönemini yaşadığımız inancındayım. Bilhassa bu özel televizyonlarla, göz gözü görmüyor. Gazetelerin birinci sayfalarının tamamen kurugürültü olduğu kanısındayım. Beni içerdeki bazı ipuçları ilgilendiriyor. Ben ne klasik demokratım, ne de klasik muhafazakar. Ben insanlığın içinde bulunduğu durumun idrakine ermesini istiyorum. İnsanlık bence çok kritik bir noktada. Klasik ideolojiler iflas etti. Yeni bir düşünce üretmek gerekiyor.
* Sinemada yenilik görüyormusunuz?
Hayır. Sinemanın bittiği inancındayım. İki ülkede sinema devam ediyor. ABD'de, zenginlik nedeniyle. Hindistan'da da yoksulluk nedeniyle.
* Biz diğerleri de iki arada bir deredeyiz o zaman?
Biz bütün Avrupa ile birlikte televizyonun toplumda hakim olduğu ülkeler arasındayız. Bir de Fransa modeli var, sinemayı ulusal kültür ulusal gurur meselesi kabul ediyor.
*Ama Avrupa'da televizyonlar sinemada yapımcılığa girdi. Bizde neden olmuyor?
Pahalı geldiği için. Ama yapacaklar, elleri mahkum. Şimdiye kadar Türk sinemasının eskileriyle idare ettiler. Birgün insanlar bıkacak. Kemal Sunal'ı otuzuncu izleyişte mi gelecek, sekseninci mi bilmiyorum, ama bu son gelecek. Uçları gözükmeye başladı.
*Hayalinizdeki film nedir?
Ben idealist değil gerçekçiyim. Tarih bilinci ve zaman fikri benim için çok önemli. Koşullar bana o zaman ne söylerse onu yaparım.