13.09.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:
1978 yılı, Türkiye'de bir askeri müdahale için geriye saymanın başladığı yıl oldu. Üçüncü Ecevit hükümeti yılbaşında büyük umutmlarla kurulmuştu. Ancak, olaylar öyle gelişti ki, birkaç ay içinde hükümet tüm kontrolü elinden kaçırdı.
Terör, daha büyük bir hızla arttı. Kıtlıklar, yokluklar ve karaborsa insanları canından bezdirdi. Bütün bunlara Güneydoğu'daki gelişmeler de eklenince ordu, yöneteme gözaltına aldı. Komutanlar arasında, ülkenin geleceği ile ilgili tartışmalar da o zaman başladı.
1978 aralık ayında meydana gelen Kahramanmaraş olayları, Türkiye tarihinde bir dönüm noktası oldu. Bir sinemaya patlayıcı atılmasıyla gelişen olaylar, acımasız bir mezhep savaşına dönüştü. Üç gün üç gece süren çatışmalar sonunda, çoğu alevi olmak üzere 110 kişi öldü, yüzlerce kişi yaralandı. Sayısız ev ve işyeri tahrip sedildi. Katliam, üçüncü günün sonunda askeri birliklerin müdahalesiyle durdurulabildi.
Dönemin başbakanı Bülent Ecevit, 19 yıl sonra bugün, Kahramanmaraş olaylarını şöyle değerlendiriyor:
" 1978 başında hükümeti kurduğum andan itibaren sıkıyönetim ilanına zorlandım. Ama ben bunun doğurabileceği sonuçlardan kaygı duyduğum için kabul etmedim. Onun üzerine, 78 sonlarında bu çok acı Kahramanmaraş olayları meydana getirildi. Öyle inanıyorum ki, bu beni sıkıyönetim ilanına mecbur etmek için sorumsuzca yaratılmış bir olaydır."
Kahramanmaraş olaylarından sonra 13 ilde sıkıyönetim ilan edildi. Ancak, sıkıyönetim de terörün önlenmesi için yeterli olmadı.
1 Şubat 1979 günü Milliyet gazetesi başyazırı Abdi İpekçi'nin öldürülmesi, tüm ülkeyi şoka soktu. Bu suikasttan sonra herkese umutsuzluk çöktü.
Terörün kasıp kavurduğu 1978-79 Türkiye'si ekonomik olarak da batma noktasındaydı. Hükümet ihracat gelirlerini bir miktar arttırmıştı ama bu ağır bunalımı önlemeye yetmedi. Döviz yokluğundan petrol alınamıyordu. Bakanlar, petrol tankerlerinin rotalarını telefonla değiştirip Türkiye'ye getirmeye çalışıyorlardı. Dönemin Maliye Bakanı Ziya Müezzinoğlu, o günlere ait bir anısını bugün şöyle anlatıyor:
" Libya başbakanı Callud'dan açıkça yardım istedim. Libya bankalarının dövizlerini bizim merkez bankasında tutamaz mısınız dedim. Callud kabul etmedi. Bana, Uluslarası Para Fonu İMF'nin yolunu gösterdi."
Dönemin başbakan yardımcısı Hikmet Çetin de 19 yıl önce yaşadığı bir olayı şöyle aktarıyor:
" Irak bize petrol vermeyi durudurmuştu. Tankerlerimiz orada bekliyordu. Aklıma Iraklı Devlet Bakanı Hamdani geldi. Kişisel dostluğumuz vardı. Kendisini telefonla buldum. Şahsen 40 milyon dolara kefil oldum ve tankerlerimizi doldurttum."
Sıkıntı sadece petrolde değildi. Bütün gıda maddeleri karaborsadaydı. Yağ, ilaç, ampul, tüpgaz, hatta tuvalet kağıdı için kuyruklar uzadıkça uzuyordu.
Ekonomik krizi biraz olsun hafifletmek için acil kredi gerekiyordu. Krediye yeşil ışık yakacak olan İMF ise, Ecevit hükümetine kabul edemeyeceği koşullar öne sürüyordu. 12 Eylül'den sonra uygulanan 24 Ocak kararlarının benzeri bir program için baskı yapıyordu. Ecevit hükümeti bu koşulları kabul etmedi. İMF de para vermedi.
Ekonomik kriz, kıtlık, yokluk, karaborsa ve bitmek bilmeyen terör umutları tüketmişken, bu kez Güneydoğu'da olaylar patladı. Yıllardır bölgede örgütlenen ve o zaman "Apocular" olarak adlandırılan PKK saldırıya geçti. Hilvan'da bir Apocunun cenaze töreni, PKK'nın gövde gösterisine dönüştü. Eli silahlı militanlar ilçeyi kontrol altına aldılar. Devlet dairelerini kapattılar. Binaları örgüt bayraklarıyla donattılar. Aslında bölgedeki birçok yerleşim merkezi bu durumdaydı. Ancak Hilvan, askerlyerın tavrı bakımından belirleyici bir dönüm noktası oldu. Dönemin Genelkurmay başkanı 12 Eylül'ün lideri Kenan Evren, Güneydoğuda'ki gelişmelerin ordu üzerindeki etkisini bugün şöyle değerlendiriyor:
" Kürtçüler, Apocular oralara hakimdi. Diyarbakır'ı kendi başkentleri ilan etmişlerdi. Olaylar hiç eksik olmuyordu. O topraklar bizden gidiyordu. Korktuğumuz nokta buydu. "
Evren'e göre komutanlar Güneydoğuda'ki durumun ciddiyetini, Milli Güveenlik Kurulu ve Sıkıyönetim toplantılarında hep dile getirdiler. Ancak, Başbakan Ecevit, bazı değerlendirmeleri, " abartılı " buluyordu.
Genelkurmay ile hükümet arasındaki çekişme, sıkıyönetimin genişletilmesi ve Güneydoğu'da genel silah araması konularındaki anlaşmazlıklarla sürdü.
Sonunda komutanlar, işin bir askeri müdahaleye doğru gittiği sonucuna vardılar.
Genelkurmay Başkanı Evren, bir gün İkinci Başkanı Orgeneral Haydar Saltık'ı çağırdı ve emrini verdi:
" Bu iş böyle gitmez. Bir ekip kur ve ne gibi çözüm yolları bulunabilir, araştır. Durumu bana rapor et. Unutmayın, çalışmalarınız gizlidir. "
Artık ipler askerin eline geçiyordu...
Yarın: CARE, MÜDAHALE.