The Others Oklar Türkiye'ye dönük

Oklar Türkiye'ye dönük

10.10.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Oklar Türkiye'ye dönük

Oklar Türkiyeye dönük

       Türkiye hep kusurları, eksiklikleri olan, Avrupa ailesine katılabilecek düzeye gelmemiş bir ülke gibi tanıtılmak istendi. Böylece Avrupa Birliği'nde Türkiye aleyhinde alınan kararlara Batı kamuoyunun desteği sağlanmaya çalışıldı

       Türkiye'yi abartılı iddialarla suçlama, genişleyerek devam ediyor.
       34 yıldır Dışişleri Bakanlığı'nda hizmet veren ve halen Türkiye'nin NATO Büyükelçisi olarak görev yapmakta olan Onur Öymen, "Türkiye hakkında ifade edilen eleştirilerde gerçek payı nedir?" sorusuna cevap arıyor. Bu amaçla, Türkiye'nin gücünü, sorunlarını, dünyadaki ve Avrupa'daki yerini somut verilerle ve öteki ülkelerle karşılaştırmalı olarak inceliyor. Türkiye'nin ve diğer Batılı ülkelerin demokrasi ve insan hakları alanlarındaki gelişmelerini ve bugünkü durumlarını araştırıyor. Türkiye'ye yönelik eleştirilerin birçok bakımdan eksik bilgilere dayandığını ve abartılı olduğunu ortaya koyuyor.

       Son yıllarda Batı ülkelerinde Türkiye'yi eleştirmek adeta bir moda haline geldi. Türkiye'yi abartmalı iddialarla suçlamak, Türk halkını incitici beyanlarda bulunmak, yazılar yazmak güncel olaylardan sayılmaya başlandı. Değerli gazeteci Uğur Mumcu'nun deyimiyle Türkiye hakkında bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar çoğunlukta. Aslında Türkiye ile ilgili olumsuz düşünceler ve önyargılar sadece bugünün konusu değil, uzun geçmişi olan bir birikimin sonucu.
       Türkler hakkında yüzyıllar boyunca oluşturulan olumsuz değer yargılarının kökenini tarihçi Cahen şöyle açıklıyor: "Osmanlı İmparatorluğu, Hıristiyan Batı dünyası ile uzun yüzyıllar boyunca savaş halinde bulunduğu için Türk'e ait her şey, önceden ve tartışmasız olarak geri, kötü, sorunlu ve despotik olarak suçlanmış ve yargılanmıştır." (Bozkurt Güvenç, Türk Kimliği, s. 325)
       Türk aydınlarının bir bölümü geçen yüzyıllardan Birinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar bu yolda yapılan propagandaların etkisine kapılmışlar, özgüvenlerini kaybetmişler ve Birinci Dünya Savaşı'nı izleyen yıllarda Türkiye'nin bazı büyük devletlerin himayesine, mandasına girmesi gerektiğini savunmaya başlamışlardı.
       Atatürk'ün öncülüğünde zaferle sonuçlandırılan Kurtuluş Savaşı yalnız ülkeyi düşman işgalinden kurtarmakla kalmadı, Türk milletinin kendine güven duygusunu da yeniden kazanmasını sağladı. Atatürk'ün "Türk, övün, çalış, güven" sözleri bu açıdan Türk milletine önemli bir mesaj niteliğinde.

       Atatürk döneminde, Kurtuluş Savaşı'nın başarıyla sonuçlanması, Cumhuriyet'le birlikte demokratik devlet düzeninin temellerinin atılması, Türkiye'nin toplum yapısını çağdaşlaştıran devrimler yapılması, o dönemde Türkiye'ye Batı dünyası içinde saygın bir yer sağladı. Eski olumsuz görüşler, önyargılar bir kenara bırakıldı. Türkiye'den, Atatürk'ten ve Türk devlet adamlarından her vesile ile saygıyla ve övgüyle söz ediliyordu. Cumhuriyet'in ilk dönemlerinde Ankara'da ABD Büyükelçisi olan General Sherrill, Atatürk için şöyle diyordu: "Bugün dünyada Mustafa Kemal'i geride bırakabilecek hiçbir devlet adamı yoktur. Türkiye Cumhurbaşkanı, bir kurtarıcı, bir yenilikçi, bir milli kahraman ve çağdaş bir devlet adamıdır." (Tekin Alp, Le Kemalisme s. 187)
       İkinci Dünya Savaşı'nda ve savaşı izleyen yıllarda da Türkiye dostluğu, desteği aranan ülkelerin başında geliyordu.

       1970'li yılların ortalarından sonra bu hava değişmeye başladı. Özellikle 1974 Kıbrıs harekatından sonra Batı kamuoylarında Türkiye'yi hedef alan eleştirilere ve yayınlara rastlanmaya başlandı. Türkiye'nin Kıbrıs'a haklı insancıl nedenlere ve uluslararası antlaşmalara dayanan müdahalesi, yoğun propaganda kampanyalarının sonucunda dünyaya bir istila gibi sunulmak istendi. Eleştirilerin dozu Türkiye'nin 1987 yılında Avrupa Birliği'ne tam üyelik başvurusundan sonra arttı. Başvurudan iki ay sonra Avrupa Parlamentosu, Jön Türkler döneminden başlayarak Türkiye'ye ağır eleştiriler yönelten bir kararı kabul etti. Projektörler Türkiye üzerine çevrildi, Türkiye'nin eksiklikleri büyüteç altına alındı.
       1993 yılından sonra, Avrupa Birliği'nin genişlemesi gündeme geldiğinde, demokrasiye yeni kavuşan ve liberal ekonomiye geçişte ilk adımlarını atan Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin AB'ye üye olmalarını savunanların Türkiye'nin üyeliğini geciktirmek için çeşitli gerekçeler bulmaya çalıştıkları görüldü. Bu durum Türkiye'de AB'nin gerçek niyetleri hakkında kaygılara yol açtı.

       Daha sonraki gelişmeler bu kaygıların sebepsiz, dayanaksız olmadığını gösterdi. 4 Mart 1997 tarihinde Brüksel'de yapılan Hıristiyan Demokrat liderler toplantısından sonra eski Belçika Başbakanı Martens, yaptığı açıklamada, Türkiye'nin hiçbir zaman AB'ye üye olamayacağını zira Avrupa Birliği'nin bir uygarlık projesi olduğunu söyledi. Onlara göre Türkiye'nin Avrupa uygarlığında yeri yoktu. Sonradan bu sözlerin AB hükümetlerinin resmi görüşü olmadığı açıklandı, ama Martens'in sözlerinin yankıları devam etti.
       15 Aralık 1997'de Lüksemburg'da yapılan Avrupa Birliği zirvesinde alınan karar AB ülkelerinin üyelik sürecinde Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine öncelik verdiğini kanıtladı. Türkiye şimdilik bütün diğer adayların gerisinde bırakıldı. Bunun gerekçesi de şöyle özetlendi: Türkiye'nin ekonomik koşulları bu sürece başlamaya elverişli değildir. Türkiye'nin demokrasi ve insan hakları alanlarında diğer adaylara göre eksikleri vardır. Türkiye'nin bazı komşu ülkelerle sorunları vardır.
       Tam üyelik halinde Türklerin Avrupa'da serbest dolaşım hakkına sahip olmalarından duyulan endişe de bazı politikacılarca dile getirildi. Kulislerde esas nedenin bu olduğunu söyleyenler de çıktı.
       Türkiye hep kusurları, eksiklikleri olan, Avrupa ailesine katılabilecek düzeye gelmemiş bir ülke gibi tanıtılmak istendi. Böylece Avrupa Birliği'nde Türkiye aleyhinde alınan kararlara Batı kamuoyunun desteği sağlanmaya çalışıldı.
       Acaba Türkiye hakkında ifade edilen eleştirilerde gerçek payı neydi? Diğer adaylar, hatta AB üyesi ülkeler her bakımdan mükemmel ve her bakımdan Türkiye'den ileri sayılabilir miydi? Bu sorulara cevap verebilmek için Türkiye'nin gücünü, sorunlarını, dünyadaki ve Avrupa'daki yerini somut verilerle ve diğer ülkelerle karşılaştırmalı olarak incelemek gerekiyor.

       Yarın: Türkler Avrupa'nın en genç nüfusu