Fatma Tülin için sanatçının beslenmediği Türkiye'de sanat üretilmesi mucize
İzleyici resime baktığı zaman mutlaka bir öykü okumak istiyor. Belki bu yüzden resim kültürümüz bir türlü gelişemiyor. Resim dilinin farklı bir dil olduğunun daha çok farkına varılmasını dilerdim
Fatma Tülin Öztürk'ün İstanbul Atatürk Kültür Merkezi'nde 2 Nisan'da sona erecek resim sergisine
son günlerinde de olsa yetişebildim. Bu sergide yer alan 1990'ların ürünü tablolara 25 yıllık bir üretimin süzgecinden bakan bir kitap da, Urart Galerisi tarafından yayınlandı. Kitapta Orhan Koçak'ın yazdığı gibi, figür ile soyut arasındaki karşıtlığı askıya alan resimler bunlar. Bana kalırsa bedenle ruhun sınırlarında dolaşıyorlar. Serginin açılışına giderken eşi Enis Batur'a dönüp "Kendimi kötü ve öfke dolu hissediyorum" demiş ve "Tabii ki öyle olacak" yanıtını almış Fatma Tülin; gerçek sanata ulaşma çabasındaki özveriyi başka hiç bir alanda göremediğimiz bir toplumda, başka şey söylemeye gerek var mı?
Akışkan, abartılı, dramatik, detaylı ve yoğun gövde kütleleri bir renk cümbüşüyle deviniyorlar gözlerimizin önünde. Fatma Tülin Öztürk'ün resim dilini hep dramatik ve gerilimli buldum.
Hayatımızın en büyük dramlarının bedenlerimizde cereyan ettiğini hatırlatıyor bu resimler bana; sadece fiziksel olanların değil aynı zamanda ruhsal fırtınaların da kabıdır bedenlerimiz.
Bir estetik nesnesi olarak hep görsel sanatın merkezinde oldu insan gövdesi; ama Fatma Tülin'in resimlerine bakınca, bedenle ilişkisi sorunlu bir uygarlıkta yaşadığımızı unutmak mümkün değil.
Doğadaki her şey gibi insan bedenini de olduğu gibi kabul edemeyen modern uygarlık bedeni şekilden şekile, estetik ameliyattan adele geliştirmeye yoğura dursun, tüm sahteliklerin ötesinde, unutmaya çalıştığımız asıl bedensel hakikati hatırlatıyor bize bu resimler.
Organik varoluş ve ölümlülük, ama aynı zamanda tenselden ruhsala varan bir teselli arayışı var bu bedenlerde.
Çoğu insanın erotizm gördüğü yerde, ben sanki felsefi bir varoluş ve madde sorgulaması görüyorum. "Resimlerim yoruma açık; ama bir tek erotizme indirgenmesi beni de rahatsız eder" diyor Fatma Tülin.
Onun resimlerindeki plastik yoğunluğu gören herkesin aklına aynı soru gelir: Neden heykel yapmıyor? "Maddi imkansızlıktan; daha büyük çalışma alanına ihtiyacım var. Heykel yaparsam, dev boyutta şeyler yapmak isterim." En düşlediği malzeme? Bronz, diyor Fatma Tülin ve düşünü anlatıyor:
"Dev boyutta bronz bir şeftali çekirdeği heykeli yapmak isterim. O sanki herşeyin çekirdeği; kunt ve kendine kapalı. Dünyanın merkezi gibi. Belki de bütün evrenin oluşumu, gezgenler..."
Sizin mistik bir yanınız var, diyorum; "Ben kendi içimde de öyle bir çekirdek olduğuna inanıyorum zaten" diyor sanatçı; "Resimlerim o çekirdekten çıkıyor. O bana da kapalı, doğrudan bir ilişki yok, ama resimlerim bire bir ona bağlı."
Aslında Fatma Tülin'den kendi resimleri hakkında duyabileceğimiz en nihai açıklama bu; çünkü kendi işleri üzerine konuşmaktan, yorum yapmaktan sıkılıyor. Teorik açıdan dilsiz yahut estetik açıdan naif olduğu için değil; resim sanatının "anlatı" olduğuna inanmadığı için:
"Resim öykü anlatmaz. Halbuki bizde izleyici resime baktığı zaman mutlaka bir öykü okumak istiyor. Belki bu yüzden resim kültürümüz bir türlü gelişemiyor. Resim dilinin farklı bir dil olduğunun daha çok farkına varılmasını dilerdim. Çince, Japonca gibi deşifre edilmesi gereken bir dil. İlle öğrenilmesi gerekir demiyorum, ama böyle bir dil olduğunun fark edilmesi iyi olurdu diyorum. Belki o zaman genel beğeni dediğimiz şey daha düzeyli hale gelirdi."
Sanatın bir türlü gündelik hayata girememesi, yaşam estetiğinin daha hızla incelmemesi, piyasada sadece yatırım düşünülerek resim satın alınması, eleştirinin çoğunlukla tek tek ressamlara odaklanıp daha kapsamlı teoriler üretilmemesi, bütün bunlar rahatsız ediyor Fatma Tülin'i. Türkiye'deki yaşam kültürünün seviyesizliğinden şikayetçi. "Kendimi yabancı bir ülkede bir azınlık üyesi gibi hissediyorum" diyor.
Halbuki resim onun için daima en doğal varoluş tarzı olmuş; bireyliğinin sınırlarını hep resimle çizmiş ve zorlamış. "Kendi kendini yetiştirmiş" bir ressam; hatta "ressam" olmak diye bir kaygısı bile olmamış hiç.
"Gözüm kahverengi diye bağırıp ilan eder misiniz? Resim yapmak da çocukluğumdan beri o kadar doğal, hep benimle varolan bir şeydi."
Ta ki Boğaziçi Üniversitesi'nde dil okurken, Özer Kabaş'ın dikkatini çekene kadar. Bu yıl kaybettiğimiz sanatçı ve akademisyen Kabaş'ın bu açıdan Fatma Tülin'in hayatında çok önemli bir yeri var:
"Yaptığım işe dikkatimi çekti, yaptığım işi bana önemsetti, beni inandırdı, iyi bir şey yapıyorsun, bunun üzerine git dedi. Ondan sonra daha bilinçli bir şekilde çalışmaya başladım."
Ressam nasıl kendisiyle hesaplaşıp gelişiyorsa, izleyici de kendini eğitmeli, Fatma Tülin'e göre. Biraz daha çaba sarfetmeli. Peki ama, çağdaş sanatta sınırlar ve kurallar belirsizleşmedi mi artık? Beğeni ölçümüz ne olmalı?
"Benim tek ölçüm var, yapılanın sahici olması, insanın özünden çıkması. Güncellik hesabıyla yola çıkılan hiç bir şey bana sahici gelmiyor. Ve sahici olmayan mutlaka kendini ele verir. Çünkü moda kadar sanata ters düşen bir şey yok bence."
Herşeye biraz karamsar bakan Fatma Tülin, sanatın geleceğine karamsar bakmıyor! "Müthiş çoğul bir ifade ortamı yaşanıyor; bilgisayardan, videoya kadar. Bu bana çok heyecan veriyor. Sırf bunun için çok yaşamak isterdim. 200 yıl sonra sanat ne olacak? Bunu çok merak ediyorum."
Ya Türkiye? Türkiye'nin hala sanatta dünyayla buluşamadığını ama buna rağmen çok iyi şeyler yapıldığını düşünüyor.
"Türkiye'de iyi sanat üretilebilmesine mucize olarak bakıyorum. Çünkü sanatçı hiç beslenmiyor. Beslenme olanakları yok. Hep olumsuz elektrik alıyor. Sanatçı ailenin meczubu gibi; sanatçıyı hakir görüyoruz. Resim alırken de böyle.
Altın kolye alırken kimse pazarlık etmiyor, çünkü ölçüsü oluşmuş. Ama resim alırken tavır çok farklı."
Nedir buna karşı stratejisi? "Fiyatlarda uçmamayı ilke edindim, ama pazarlıktan hoşlanmıyorum."
Türkiye'de kadın sanatçı olmanın bir "ayrıcalığı" var mı?
"Ola ki yanılıyorum; ama Türkiye'de en çok satan sanatçıların hep erkek olması bir rastlantı mı acaba? Ben böyle bir ayrım seziyorum."
Ya sanatın da ötesinde, kadın olma hali?
"Düşünsenize, hala kadınlar günü diye bir gün var. Bu konuda bütün dünyada inanılmayacak kadar ilkel olduğumuzu düşünüyorum. Duya duya alışıyoruz, aslında korkunç şeyler. Kadınlar günü diye bir şey var. Böyle bir cümle olabilir mi?!"
Fatma Tülin bazı şeylere hayret ettikçe, tuvalden alıyor hırsını. "İştah" diye tanımladığı bir renk ve boya tutkusu var. Akrilik, üzerine yağlı boya, tekrar akrilik, belki pastel boya..."Tuvali ve resmin sınırlarını zorladıkça, zorladığı uçlardan yeni tortularla dönüyor insan."
Hem yaşamanın ürküntüsünü, hem de birbirimize sokuluşun tesellisini, varoluşun en elle dokunulur tortularını bulacaksınız bu resimlerde.