18.02.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:
GEREK Türkiye'de, gerek diğer İslam toplumlarında uzun bir süredir tartışmaların ana ekseninde şeriat kavramı yer alıyor. Uzun bir süre "kötü" anlamlar çağrıştıran bu kavrama son yıllarda daha çok olumlu anlamlar yükleniyor. En ilginci şeriat, siyasetçiler için bir dürüstlük ve tutarlılık kıstası haline geliyor.
"Şeriatçılık bölücülükten tehlikeli" diyen Tansu Çiller'in DYP'si RP'den korkanların epey oyunu almıştı. Şimdi de RP'den korkanların son umudu Mesut Yılmaz aslında hiç de şaşırtıcı olmayan bir tavır alıyor ve "Şeriata karşı kadın yürüyüşü"ne, İslam'a karşı çıkıyor görüntüsü vermemek için katılmadıklarını söylüyor.
İslam'ın din ve devlet işlerini kesinlikle birbirinden ayırmadığı görüşü üzerine yükselen klasik İslamcı düşüncenin sahiplerine göre, toplumdaki her türlü hukuk kuralı "şeriat"a göre belirlenmelidir.
Ancak iş şeriatı tanımlamaya gelince İslamcıların yolları ayrılıyor. En yaygın yaklaşım, şeriatın kaynağı olarak Kuran ve Hz. Muhammed'in sünnetini (söz ve davranışlarını) kabul etmek. Hz. Muhammed'e atfedilen hadislerin önemli bir kısmının uydurma olduğunu iddia edenler kaynak olarak sadece Kuran'ı görürken, bazı Sünni çevreler Hanefi, Maliki, Hanbeli ve Şafi mezheplerinin kurucu imamlarının içtihadlarını da temel kaynak olarak benimsiyorlar.
Şeriat düzeni yanlıları gibi, "şeriat karşıtları" da farklı eğilimlere sahip. Bunların içinde, hem tıpkı İslamcılar gibi, İslamiyetin din ve devlet ayrımı gözetmediğini düşünen, ancak buna rağmen laikliği savunanlarla, kendilerini müslüman olarak tanımlayıp dinlerinin laikliğe izin verdiği görüşünde olanlar dikkat çekiyor.
Bu iki karşıt kesimden her biri, kendilerinin darmadağınık, buna karşılık rakiplerinin birlik ve beraberlik içinde olduğunu düşünüyor. Sık sık yaşanan kriz anlarındaysa her iki kesimin de birlik ve beraberlik çağrılarını artırdığı görülüyor. Taraflardan herhangi biri, varlığını tehdit altında hissettiğinde kendi içindeki safları sıklaştırmaya çabalıyor. Bunun sonucu olarak, karşı taraf da her türlü iç çelişki ve çekişmeyi bir yana bırakarak kendi içinde kenetleniyor. Kısacası her iki kesimdeki iktidar sahipleri "laik - şeriatçı" gerginliğini tırmandırarak kendi varlıklarını da garanti altına alıyorlar.
Örneğin iktidara gelir gelmez merkeze yerleşme sürecini hızlandıran RP, "diğer partiler gibi sistemin partisi" görünümünden sıyrılmak ve daha önemlisi icraatsızlığını unutturabilmek için en kolay yolu seçti; "şeriatçı" gibi görülecek çıkışlar yaptı. Bizzat Başbakan Necmettin Erbakan, türban, cami gibi konuları gündeme sokarak ilk aşamada kendi İslamcı tabanına mesaj verdi. İkinci aşamadaysa, bu önerilere karşı çıkacak laikler sayesinde RP'ye mesafeli dindarları da kendi etrafında toparlamayı hesapladı.
Ancak Sincan olayları ve işin içine tankların girmesi RP'nin hesaplarını büyük ölçüde bozdu. Bundan cesaret alan bir bölüm "şeriat karşıtı", rakiplerinin üstüne üstüne giderek daha güçlü bir cephe oluşturmayı öngördü. İşte bu maksatla yapılan son miting, hem laik olduğu iddia edilen kesim içindeki kenetlenmeyi gevşetti, hem de İslamcıların, partisi ne olursa olsun dindarlar nezdinde "İslamiyete saldırıyorlar" şeklinde propoganda yapılabilmesi için elverişli zemin yarattılar.
Tıpkı 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde olduğu gibi. RP, başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere kendi adaylarına yönelik sert eleştirilerin aslında İslam'a saldırı olduğu propogandasını yapmış ve bu büyük ölçüde tutmuştu: bu partiden pek haz etmeyen çok sayıda dindar RP'ye oy atmıştı.
Bakalım güçlerini yeniden toparlamaya başlayan "şeriat yanlılarının" bir sonraki meydan okuyuşu ne olacak ve daha önemlisi bu muhtemel çıkış "laiklik yanlıları"nı ne ölçüde birleştirebilecek?