The Others Şiddet şiddeti doğuruyor

Şiddet şiddeti doğuruyor

19.03.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Şiddet şiddeti doğuruyor

Şiddet şiddeti doğuruyor

Kalabalık ailelerde yaşama, aile - içi dayanışma duygusunun eksikliği, ailede karar alma süreçlerine katılımın olmayışı, şiddet içeren oyunlar oynama, olumsuz bir gelecek algısına sahip olma, şiddet eğilimlerin artırıyor

Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu tarafından POLAR Araştırma Şirketi'ne yaptırılan bir araştırmayla, aile içi ve toplumsal şiddet mercek altına alındı. Şiddet potansiyellerinin değişik cinsiyet, medeni hal, yaş ve gelir grubu içindeki insanlarda tezahürü ve etkilerinin incelendiği bu araştırmayı, Doç. Dr. Erol Göka Milliyet için yorumladı. Ankara Sosyal Sigortalar Hastanesi'nde psikiyatrist olarak görev yapan Göka aynı zamanda araştırma bulgularını değerlendiren iki uzmandan birisi.

AİLE içinde ve toplumsal alanda gözlenen şiddet üzerine yapılan çalışmalardan en sonuncusu ve en kapsamlı olanı, Temmuz - Aralık 1997 tarihleri arasında, Aile Araştırma Kurumu tarafından POLAR şirketine yaptırıldı. Amacı, aile ve toplumsal yaşam alanlarındaki bazı değişkenlikler ile bireylerin şiddet içeren davranışları ve şiddet eğilimleri arasındaki ilişkileri araştırmak. Bu araştırma kapsamında 18 ile ve 22 ilçede toplam 6480 denekle görüşüldü.
Şüphesiz şiddetin yalnızca tanımı değil, şiddet araştırmalarının yöntemleri ve elde edilen sonuçların değerlendirilmesi oldukça sorunlu ve eleştiriye açıktır. Öncelikle aile içinde ve toplumsal alanda gözlenen şiddetin biçimlenmesi, nedenleri, etkileri, ulaşılan sonuçları ve odaklanılması gereken temel noktaları şöyle özetleyebiliriz:
* Araştırmadan elde edilen bulgular şiddet konusundaki diğer çalışmalarla ve kuramsal değerlendirmelerle tutarlılık halindedir. Yani 15 ile 22 yaş grubunda yer alan gençler, içerisinde bulundukları fizyolojik ve psikolojik koşulların bir sonucu olarak yüksek düzeyde potansiyel şiddet eğilimleri barındırmakta.
Bu araştırmanın ortaya koymuş olduğu bir başka önemli sonuç, kadınlarda şiddet potansiyellerinin erkeklere göre belirgin biçimde daha düşük olmasıdır.
Her ne kadar evli kimselerde nispeten daha düşük şiddet eğilimleri bulunsa da, evli olup olmama, şiddet ölçeğinden alınan puanları etkilemesi açısından cinsiyet ve yaş kadar önemli bulunmamıştır.
Kadınların yüzde 10'u eşlerinden sık sık (yüzde 3.6) ve ara sıra (yüzde 6.5) dayak yediklerini bildirmektedir. Eş tarafından dövülme oranları, yaşa göre çok farklılık göstermekte. Kadınların yüzde 12.3'ü eşleri tarafından sık sık ve ara sıra hakarete uğradıkları; eşin hakaretine uğrama oranının kadınlarda iki misli fazla olduğu ama yaşla birlikte değişmediği saptandı.
* Çocuğu olan kişilerin çocuklarının yaramazlıkları karşısında uyguladıkları yöntemler arasında "açıklama ve ikna etme" çok yüksek oranlarla birinci sırada yer almakta; onu "azarlama, utandırma", "cezalandırma ve yoksun bırakma" ve "korkutma" izlemektedir. Ebeveyn, çocuk eğitiminde ilk baş vurulan yöntem olan açıklama ve izah etmeden çok çabuk ümit kesmekte ve şiddet içeren ve olumsuz olan diğer bazı yöntemlere baş vurmakta.
Evde çocukların hiç dövülmediğini söyleyen aileler yüzde 54.6 oranında. Evde çocukları dövmeyi daha çok anneler üstlenmiş durumda. Şiddete maruz kalan kadın kendi yaşadığı şiddeti çocuklarına yansıtmakta, onlara karşı şiddete başvurmakta.
Şiddete maruz kalınan bir çocukluk yaşamak, sonraki yaşamda ailede ve toplumsal alanda bir şiddet uygulayıcısı olma ihtimalini artırmakta.
* Sosyo - ekonomik yönde olumsuz koşullarda yaşama (yoksulluk, sağlıklı kent dokusunda ve evlerde yaşamını sürdürememe vs.) aile - içi şiddeti körüklüyor. Bu koşulların insanları, toplumsal alanda daha sinik ve öfkelerini sineye çekici ya da sonra patlatmak üzere depolayıcı bir tutum almakta. Elbette tek başına yüksek maddi gelir ve eğitim düzeyi, şiddeti ortadan kaldırabilmek için yeterli değil.
Ayrıca kalabalık ailelerde yaşama, aileyi olumsuz etkileyen sorunlara maruz kalma, çocukların kendilerine ait odalarının olmaması, özürlü bir kardeşle birlikte büyüme, sık evden kaçma, şiddet içeren video oyunları oynama, sosyal destek sistemlerinin zayıf olması, aile - içi dayanışma duygusunun eksikliği, ailede karar alma süreçlerine katılımın olmayışı, olumsuz bir gelecek algısına sahip olma, alkol kötüye kullanımı, "bencil" ve "gururlu" değer yargılarının bulunması, şiddet eğilim ve potansiyellerini artıran özellikler olarak karşımıza çıkmakta.
Bu araştırmanın en önemli sonucu, ailede ve toplumda şiddetin fasit bir daire içinde dolandığını göstermesidir. Bu fasit dairede, şiddetin şiddeti doğurduğu; çaresizliğin ve şiddet kullanımını onaylayan bir değerler sisteminin, vahşeti beslediği gerçekleri bulunmaktadır. Günümüz Türkiye'sinde çaresizlik; geleneksel olanın erozyona uğradığı, sağlıklı yeni değerlerin bir türlü kendisini üretemediği, ne geleneksel ne de modern değerlerin otantik halleriyle varolamadığı bir vasatta, ayakta kalabilmek için çırpınan yüzbinlerin karşı karşıya kaldıkları bir ruh halidir. Bu fasit dairenin kırılması, ancak müreffeh, demokratik ve barışçı bir toplumsal yaşam için kapsamlı bir mücadeleyle olanaklıdır.
Tarihin her döneminde topluluklar ve kişiler arası ilişkilerde şiddetin belli bir rolü olmuştur; her toplum, belli oranlarda bir sosyopatik bir tortu oluşturmakta. Önemli olan, tarihte zorun ve şidetin rolüne bakıp, onları meşrulaştıran bir bakış mı oluşturacağımız, yoksa bizi insan yapan şeyin ne olduğu üzerinde köklü bir düşünceye mi dalacağımız konusunda bir karar verebilmektir.

Tablo gelir grubuna göre şiddet ölçeğinden alınan puanları göstermektedir. Buna göre en yüksek şiddet eğilimi gösteren kategori, 1 - 17 milyon lira arası gelir sahipleridir. Şiddet eğilimlerindeki düşüş 76 milyon lira ve üzerindeki gelir gruplarında başlamakta. 76 milyon liralık gelir kritik bir sınır ve muhtemelen ülkemiz şartlarında en düşük refah standardının sağlanması için gereken miktar. Dolayısıyla bu en düşük refah standardı düzeyini koruyabilmek için verilen savaş, kişileri gerilim dolu bir yaşama sürüklemekte ve sonuçta şiddet eğilimlerini körüklemekte.
Bulgular, en çok 17 milyon lira gibi yaşanması imkansız olan ve her geçen gün ihtiyaçlarını karşılamakta daha da yetersiz kalan bir gelirle yaşamak zorunda kalan kişilerin şiddet eğilimlerinin, bu gerilimli yaşam ortamı tarafından çok fazla körüklendiğini göstermekte. Düşük gelir grubunda yaşayanlarda, şiddet eğilimlerinin yanı sıra kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet çok daha fazladır. Sonuç olarak, adına gelir adaletsizliği diyebileceğimiz bu durumun körüklediği şiddet eğilimleri, toplumsal ve aile içi yaşam üzerinde potansiyel bir tehdit oluşturmakta.