The OthersŞiir kimliğimizdir

Şiir kimliğimizdir

05.06.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Şiir kimliğimizdir

Şiir kimliğimizdir

MilliyetHilmi Yavuz'un şiirinde bir dizi Hilmi Yavuz'lar dolaşır, bir aynalar labirentidir, hangisi gerçek Hilmi Yavuz'dur tam bilemeyiz. "Hüzün ki en yakışandır bize" diyen hüzün şairi, entellektüel düzeyde oyunları ve yanıltmacaları sever. Can Yayınları'ndan yeni çıkan Geçmiş Yaz Defterleri de hem gerçek anılardır, hem de kurmaca. Hem denemedir, hem de şiir. Bodrum'da, Siirt'te ve Kudüs'te üç ayrı tepe arasında, geçmişini ve kimliğini sorgulayan Hilmi Yavuz ile, İstanbul'da karşısına kasetle oturduğum Hilmi Yavuz aynı kişiler mi? "Kendinizi ele vermek istemişsiniz" dediğimde "Bu kitabı otobiyografik bir metin gibi okumak fevkalade yanlış olur" diye cevap verdi şair. Ama ben bu oyunu oynamayı seviyorum. Çünkü çok zengin, beklenmedik armağanlarla dolu bir oyun. Türk insanının ruhundaki çatışmalara aşina olmak için, Hilmi Yavuz'un okurdan istediği Borges - vari tereddütü yaşamaya razıyım. Çünkü bu kadar özenle yaşatıldığı zaman, Türk şiiri kimliğimizin aynası gerçekten. Hilmi Yavuz okuruyla bu zengin kimlik oyununu oynarken, Boğaziçi ve Mimar Sinan Üniversitelerinde öğrencileriyle de bir aydınlanma çabasını paylaşıyor, biliyorum. Şiir anlayışını ve Türkiye'nin kültür sorunlarıyla ilgili görüşlerini biraz irdelemeye çalıştığım söyleşiyi, bugün ve yarın, iki bölüm halinde sunuyoruz.

*Şiir dünyanızın izleklerini Geçmiş Yaz Defterleri'nde ilk defa düzyazıda, adeta bir kılavuz metin gibi ele alıyorsunuz. Neden böyle bir ihtiyaç?
Şimdiye kadar yazdıklarımın çok ezoterik kaldığını düşünüyorum; aslında ezoterik yani batıni bir yanının olması bir bakıma yararlı. Şiirlerimin belli bir zihinsel çabayla okunmasını istememde belli bir amaç da var.
*Nedir bu amaç?
Buna bir benzetmeyle gireyim; Türkiye'de bazı sosyal ya da siyasal hakların kazanılmadığı, verildiği söylenir. Ben şiirde de anlam meselesini böyle düşünürüm. Nasıl bir takım haklar verilmişse, bazı şiirler vardır ki anlamı verilmiştir. Şair ne demek istemiş gibi bir soruyu sordurtmaz, anlamı apaçıktır, dolayısıyla okur o şiirin verilmiş anlamını herhangi bir zihinsel çabaya gerek duymadan olduğu gibi kavrar. Bir de bazı şiirler vardır ki - ben kendi şiirlerimi de onların içinde sayıyorum - o şiirlerin anlamı verilmiş değildir, okurun etkin biçimde o şiirin anlaşılması sürecine katılması gerekir. Fakat madem kapalı bir şiir yazıyoruz ve okuru bir labirentin içine sokuyoruz, ona sen bu labirentte herhangi bir ipucu olmadan dolaş demenin de bir anlamı yok. Onun için bazen gerçek bazen yanıltıcı imler, işaretler koymakta da yarar var. Geçmiş Yaz Defterleri bu "anlamı kazanma" sürecine şairin bir katkısı olsun diye de yazıldı.
*Ama siz ille de seçkinci olmak için değil, şiir anlayışınız böyle olduğu için bu tarz şiir yazmıyor musunuz?
Şunu söylemeliyim, sanatsal gerçeklikle toplumsal gerçeklik kesinlikle bambaşka şeyler. Ben bu dünyayı kendi duygularımla ve zihnimle yeniden kurarak yazacaksam bu kurduğum dünyanın dış dünyayla örtüşmemesi ya da hiç değilse ince çizgilerle teğet geçmesi lazım. Dolayısıyla anlamı verilmiş dediğim şiirler, dış dünyayı zihinsel ve duygusal olarak yeniden inşa etme sürecinden geçirilmeden verilmişlerdir. Halbuki sanatın dili, özellikle de şiirin dili gündelik yaşamın dilinden farklı olmak zorundadır. Şairin dilinin, zihinsel ve duygusal olarak yeniden inşa ettiği dünyaya tekabül edebilmesi için gündelik yaşamın dilinden kopması gerekiyor.
*Böylece bir şiir anlayışı yani poetika öneriyorsunuz. Geçmiş Yaz Defterleri'nde de şiirin temelinde felsefe vardır diyorsunuz. Her şeyden önce de bir duyu felsefesi geliştirmişsiniz. Mutluluk tamamen algıdır ve ahlak sistemlerinin dışındadır diyorsunuz.
Burada bir tez öne sürülüyor. Algı bizim varoluşumuzun çok derinindedir, sorunlarımızın temelindedir. Mutluluk gibi bir kavramı beş duyumuzla açıklamanın mümkün olduğu tezini savunuyorum.
*Ama eksikler de var. Dünyanın bize sunuluşunda bir algı eksiğimiz var. "Güneşe bardağa dokunur gibi dokunamayız" diyorsunuz. Sonsuzluk duygusu size göre dokunamadığımız uzak gök cisimlerinden geliyor.
Evet, böylece algı ya da duyu felsefesini yerli yerine oturtabiliriz. Sonsuzluk kavramını biz dokunma duyusunun eksikliğinden yola çıkarak kavrıyoruz. Güneşe, yıldızlara, ay ışığına dokunamıyoruz. Bir eksik oluş diyorum ben ona; hayatın doluluğu karşısında bir eksik oluş, bizi sonsuzluk kavramına götürüyor. Böyle bir filozofik fantezi var kitapta.
*Ve bu eksikliği şiir tamamlıyor, şiir bunun için var.
Evet, sözünü ettiğimiz eksik oluşu gündelik yaşamın diliyle doldurabilmek mümkün değil. Bir ikinci dil, şiirin dili bize bu doluluğu veriyor. Şair, ben güneşe dokundum diyebiliyor. Gündelik dil bizi verilmiş olanla sınırlıyor. Böyle bir doluluğun ardına düştüysek eğer biz, boşluğu ancak şiir diliyle kapatabiliriz.
*Yani şiir görünenden görünmeyene doğru gitmeli sizce. Tıpkı felsefenin yaptığı gibi. Türkiye'de böyle bir felsefi şiir geleneği var mı?
Hayır yok, tabii tasavvufu saymazsak; tasavvufu entellektüel bir gelenek saymazsak, yok.
*Ama saymak lazım değil mi?
Eğer sayarsak, var. Özellikle tekke şiirinde açıkça böyle bir entellektüel arka plan var. Tabii bazı Divan şairlerimiz için de geçerli. Örneğin Şeyh Galip'i Mevlevi düşüncesinden ayırmak mümkün değil. Ama onun dışında yok; Akif Paşa'nın Adem Kasidesi'ne gelinceye kadar yok. Tanpınar söyler bunu, ilk felsefi göndermeleri olan şiir 19. yüzyılda Akif Paşa'nın Adem Kasidesi'dir. Ama bizim şiirimiz genellikle entellektüel donanımdan yoksun bir şiirdir.
*Olan örnekleri arasında ruh akrabalığı duyduklarınız var mı?
Bence 20. yüzyılın bu anlamda en önemli iki şairi Behçet Necatigil ve Asaf Halet Çelebi'dir. İkisi de filozof değildir, ama derinlikli bir düşünsel arka planla şiir yazmışlardır. Ben de kendimi biraz böyle konumlandırdım. Yani felsefi düzlemde de okunabilecek şeyler yazdım. Ama bunun dışında benim çok sevdiğim başka şairler de var. Ahmet Muhip Dranas ve Oktay Rıfat gibi.
*Tasavvufla hep ilgilendiniz mi?
Bireysel geçmişimde yabancı olmadığım bir şey. Annem ehl - i tarikti, Kadiriydi, çok küçük yaşlarda bir takım zikirlere ve toplantılara tabii hiç bir şey anlamadan katıldığımı, ama onlardan çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Babam ehl - i tarik değildi, ama son derece dini bütün bir müslümandı. Dolayısıyla tasavvufa yakın duran bir çocukluk ve ilk gençlik yaşadım. Daha sonra, zihinsel bir gereksinimden yola çıkarak tasavvufu araştırdım. Yani bizim düşünce geleneğimizde sistemleşmiş, soyut bir temel bulabilir miyim, Batı geleneğiyle karşılaştırılabilecek bir şey var mı diye baktığım zaman, tasavvufu buldum.
*Tasavvufun hakikat anlayışıyla bu kadar ilgilendiğiniz halde, hem son kitapta hem de şiirlerinizde, Hristiyan geleneği ve İsa'nın çarmıha gerilişi imgesi önemli yer tutuyor. Tasavvufta tevhid, İsa öğretisinde teslis var; bu bir tezat değil mi?
Bilmiyorum, tezat denilebilir mi. Ben kendimi konvansiyonel, standartlaşmış formatların içinde hiç bir zaman düşünmedim. Bu bana hep dışarıdan atfedilmiştir. "Hilmi Yavuz gelenek şairidir" derler. Yahut tasavvufla ilgilenirsem, Hilmi Yavuz mutasavvıf mı oldu diye sorulur. Bir gazetede yazıyorum örneğin, o gazetenin siyasal kimliğiyle beni özdeşleştirmeye çalışıyorlar. Bunlar körlerin bir fili tanımlaması gibidir. Beni ille bir noktada dondurmak ve o noktayı anlamlandırma noktası olarak almamak gerekiyor. Benim yaşamım bir süreç. Tasavvuftan söz ediyorum diye arada İsa'dan söz etmek olmaz gibi bir yasağı niye kendime dayatayım?
*Tabii ki böyle bir yasak olamaz. Hele şairin malzemesinde. Ama İsa'nın çarmıha gerilmesi çok kuvvetli bir imge. Neden önemli sizin için?
İsa'nın çarmıha gerilmesi bence çok önemli bir insansal deneyim. Geçmiş Yaz Defterleri'nden önce de, Ayna Şiirleri'nde bir çarmıh imgesi var. "Ben için sonnet"de öyle bir bölüm vardır; "Ben bana çivilidir, İsa'yla çarmıh neyse; / aşksa bir iç kanama...gül gülden içeri'yse..." Bu imge Çöl şiirleri'ne ve oradan Defterler'e intikal etti.
*Gündelik yaşamda çekilen acılar bu simgeyi hak eder, daha fazlasını hak etmez mi diyorsunuz?
Tamamen öyle. Hristiyanlık tamamen İsa'nın gövdesi ve tini üzerine kurulmuş bir sistem. Bu açıdan benim Hristiyanlığa bir yakınlığım sözkonusu değil.
*Aynalar ve kimlik sorgulaması da sizin için önemli bir izlek. Nereye uzanıyor bu aynalar?
Birbirine paralel aynaların arasında durmak gibi bir şey. Her görüntü kendisini başka bir görüntüde çoğaltarak gidiyor. Aslında yaşam da bu değil mi? Sürekli görüntü çoğaltıyoruz!
*Defterler'de iki farklı kimlik çatışıyor sanki; Halikarnas, Bodrum, Akdeniz ve klasik kültür; diğer tarafta Doğu, Siirt'te geçen çilekeş bir çocukluk dönemi, daha gölgeli, içe dönük bir kimlik. İkisi de Türk insanına ait miraslardır mesajı yok mu?
Elbette var ama bunun zorunlu olarak bir "sentez" olması amaçlanmıyor. Ben zaten uzun süredir sentezlerin felsefi alanda hiç bir işe yaramadıkları ve aslında sentez diye bir şeyin mümkün olup olmayacağının da sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. Sentez konusunda bir iddiam yok. İnsan dünyayı kendisine göre nasıl kuruyorsa, dünya öyledir. İnsan bir çok karşıtlığın, zıtlıkların bir buluşması aslında. Çok boyutluluk insanın ta kendisi bence.
*Bu bakımdan da kompleks duymuyorsunuz; Doğu yahut Batı, tasavvuf yahut Yunan mitolojisi, bunlar hepsi kimliğimizin malzemesi.
Şüphesiz öyle. Ancak burada şiirin çok önemli bir yanı var. Bizim kendi varoluşumuzu belli bir yere oturtmak ve temellendirmek, kendi yerimizi çizebilmek bakımından çok önemli bir konumu var. Şiir bir kimliktir, bizim şiirimiz bizim bir anlamda kimliğimiz çünkü en çok bulabileceğimiz şey odur kendimizi geliştirirken.
*Ve gelenekten mutlaka yararlanarak bu kimliği geliştirebiliriz diyorsunuz.
Tabii ki. Hayat nasıl şiir yazılacağını öğretmez; şiirin nasıl yazılacağını öğreten gelenektir, yaşamış şairlerdir.
*Bu anlamda biraz köksüz bir şiir mi yazılmaya başladı Türkiye'de?
Tastamam öyle; ve ne yazık ki şairlerimizin büyük bir bölümü mısra yani dize nasıl yazılır bilmiyor. Pek bir şey okumadan, şiir üzerine düşünüp çalışmadan yazıyorlar. Ben şiirde bütün değişikliklere açığım, ama bir tek dizede ödün vermem. Çünkü dize olmadan şiir olmaz. Benim şiirimde bir çok değişiklik olabilir, izlekler farklı olabilir, ama bir tek şey olmayacak benim şiirlerimde, dize yazmaktan asla ödün vermeyeceğim.